İttihat Terakki’den günümüze kadar, T.C. Devletini yönetenlerin ve özellikle de askeri ve sivil bürokrasiyi ele geçirmiş olanların Balkan ve Kafkas devşirmeleri olduğu bilinmektedir. Anadolu ve Mezopotamya insanlarını sadece köle olarak düşünüp kullanan bu zihniyet, kendi iktidarlarının sıkıntıya girdiği ya da Anadolu ve Mezopotamya halklarının Ülke yönetiminde en basit bir iddiaya sahip olmaya çalıştığı dönemlerde, var olan sorunları demokratik yöntemlerle çözmeyi düşünmeyen bu güruh, ellerinde ki var olan avantajları kaybetmemek ya da ülke yönetimini Anadolu insanlarıyla paylaşmamak adına, her türden baskı metotlarını uygulamayı bir gelenek haline getirdiğini ayrıca bilmekteyiz.
Böylesi bir geleneğe sahip olan bu komitacı anlayışın, her on yılda bir insan hak ve özgürlüklerini esas alan gelişmeleri ve aynı zaman da Kürd ulusal mücadelesini durdurmak üzere farklı bahaneler yaratarak ve yine farklı provokasyonlar geliştirerek, Türkiye’de ki demokratik gelişmeleri ve Kürdistan’da ki ulusal talepleri şiddet yöntemlerinin tamamını kullanarak nasıl tırpanladığını ve kendi iktidarlarını kalıcılaştırmak için ne kadar gaddar davrandıklarını bilmekteyiz.
Bunun somut örneklerini verecek olursak, 65 yıllık ömrümde ve 45 yıllık siyasi hayatımda; 1960 ve 1980 askeri darbelerini, 1971 askeri muhtırasını, 1973, 28 Şubat, 27 Nisan ve 15 Temmuz askeri darbe girişimlerini sayabiliriz. Bütün bunların Türkiye’de demokrasiyi askıya almak ve her türden demokratik gelişmeyi engellemek üzere yapıldığını ve ayrıca aynı dönemlerde mızrağın sivri ucunun, Kürdistan’da ki Kürd hareketinin kadrolarına yöneltilerek Kürd ulusal demokratik mücadelesinin nasıl da şiddet yöntemleri kullanılarak bastırıldığı bilinmektedir.
Dünya’da ki ve bölgede ki değişimlere paralel olarak, AK Partinin iktidara geldikten sonra ilk defa Kürd Halkı’nın ulusal demokratik taleplerini dikkate alarak kısmi de olsa Kürd sorununu çözme doğrultusunda atmış olduğu adımlar, geleneksel olarak kendisini bu devletin sahibi olarak gören Kemalist – Ulusal çevreleri son derece rahatsız etmiştir. Aynı dönemlerde Balyoz ve Ergenekon gibi yapılanmaların AK Parti iktidarlarına yüklenmesi asla tesadüfi değildir. Balyoz ve Ergenekon yapılanmalarından istenilen sonuçları alamayanların, AK Parti iktidarına muhalif birbirine benzemez çevrelerle gezi olaylarını başlatarak, Kürd’lere yönelik açılım politikalarını nasılda boşa çıkardıklarını hep beraber izlemiş olduk.
Özünde Türk milliyetçiliği temelinde örgütlenmiş olan ve İslamcı bir felsefeyle kendisini kamufle eden takiyeci Fetullah Gülen hareketinin, ordu içerisinde ki Kemalist unsurlarla ve ayrıca marjinal Türk solu ile ittifak halinde ki HDP’lileride kullanarak, uzun süreden beri mevcut iktidarı devirmek için farklı yöntemler geliştirdiklerini ve bu çalışmalarını darbe koşullarına taşıdıkları siyaset yapan herkes tarafından bilinmektedir.
Ancak, bütün bu hesapların demokrasiye inanmış güçlerle ve Kürd Ulusal mücadelesini şiddete başvurmadan çözmek isteyen siyasi çevre ve yığınların büyük tepkisiyle karşılaşabileceği hesaplanamamıştır. Gelinen noktada, yüz yıllık avantajlarını kaybetmiş olmanın kuyruk acısıyla kıvranan ve birbirine benzemez Fetocu ve Kemalist çevrelerin, bundan sonra da kitlelerin hassasiyetini dikkate almadan ve kendi ihtirasları doğrultusunda farklı çılgınlıklar yapabilecekleri mutlaka hesaplanmalı ve buna karşı tüm demokrasi güçleri uyanık ve hazırlıklı olmalıdır.
Sonuç olarak, halkın gücü ve sağduyusuyla direkten döndürülmüş olan bu darbe girişiminin artçılarını mevcut iktidar doğru değerlendirmeli ve kendisini güçlü kılan gerçek demokratik güçlere ve şiddeti reddeden Kürd ulusal demokratik muhalefetine mutlaka gereken hassasiyeti göstermelidir. İnsan temel hak ve özgürlüklerini öncelemesi gereken iktidar, kendisine yönelik tehlikeleri ortadan kaldıracağı gibi, Kürd Halkı’yla da barış içerisinde bir yaşamı inşa etmiş olacaktır. Bunun aksi durum mevcut iktidarı işlemez duruma getireceği gibi, başta Kürd Halkı olmak üzere tüm demokratik çevrelerin mağduriyetine sebep olacaktır.
Saygılarımla,
23/07/2016 - İstanbul
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.