Erdoğan’ın Suriye’yle normalleşme açıklamaları, Arap basınında geniş yankı buldu. Cumhurbaşkanı’nın konuyu birkaç kez tekrarlaması karşısında Şam yönetiminin sessizliği ise dikkat çekiyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan son günlerde Suriye’yle normalleşme yönünde yaptığı açıklamalarla Arap medyasının gündeminde. Özellikle Esad’a yakın zamanda bir davet gönderilebileceğini söylemesi ve geçmişte ailecek görüştüklerini hatırlatması Arap gazetelerinde “bu sefer durum farklı” şeklinde yorumlara neden oldu. Birçok yazar Erdoğan’ın bu son açıklamalarını daha öncekilere göre daha gerçekçi bulurken, buna şüpheci yaklaşan yazarlar da oldu.
Erdoğan’ın Suriye’yle ilgili çıkışlarının arkasında ne olduğuyla ilgili Arap gazetelerinde çıkan yazıların çoğunda, bu açıklamaların Türkiye’de son zamanlarda mültecilere yönelik saldırılar ve kampanyalarla ilgili olmadığına dair görüşler dikkat çekiyor. Ancak son zamanlarda Suriyeli mülteci karşıtı dalganın da daha öncekilere nazaran çok tehlikeli boyutta olduğu görüşü hakim.
'Bu seferki açıklamalar diğerlerinden farklı'
Erdoğan’ın son açıklamaları, geçtiğimiz günlerde Kazakistan’ın başkenti Almatı’da gerçekleştirilen Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi’nde Putin ile yaptığı görüşmeden bağımsız değil. Görüşmeden sonra açıklanan beyanda, iki tarafın Suriye konusunu görüştükleri ve Suriye’deki istikrarsızlığın devam etmemesi gerektiğine vurgu yaptıkları belirtildi. Görüşme sonrası açıklanan beyanla Erdoğan’ın açıklamaları arasındaki paralelliği görmek zor değil. Büyük olasılıkla Astana’da Türkiye ve Rusya arasında bazı konularda mutabık kalındı ve Erdoğan’ın açıklamaları da bununla alakalı. Ancak burada dikkat çeken husus, Şam’ın sessizliğini koruması. Bu da Erdoğan’ın açıklamalarının gerçekliğiyle ilgili bazı soru işaretleri doğuruyor. Hatta bu açıklamaları, şartları karşılamayan bir eylem kategorisine sokuyor. Ama belki de bu konudaki eylem, Irak’ın başkenti Bağdat’ta yapılması beklenen Türk ve Suriyeli heyetleri arasındaki görüşmeyi beklediği için gecikti.
Bu gelişmeler bağlamında en büyük şok belki Amerika Birleşik Devletleri’nin tutumu oldu. Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Suriyeli mevkidaşına bir davet içeren açıklamaları karşısında, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı “mevcut Türkiye - Suriye diyaloğundan memnuniyet duyduklarını” açıkladı. Bu gelişme bile tek başına, Türkiye’nin bu sefer Suriye’nin kapısını çalmasının diğerlerinden farklı olduğunu göstermektedir. (Abdulmunem Ali İsa / Suriye El Vatan Gazetesi)
'Erdoğan hem kendini hem de kamuoyunu hazırlıyor'
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'la görüşmek isteğine dair işaretleri defalarca verdi. Bu durum, Esad'la arasındaki psikolojik kopuşu sona erdirmeye ve hem kendisini hem de Türk kamuoyunu ve de bölgesel kamuoyunu Şam'la olan çatlağı, tıpkı Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile olduğu gibi onarmaya hazırlıyor.
Erdoğan, Esad ve Putin ile üçlü bir toplantı düzenleyerek, Ankara ile Şam arasındaki çatlağı tamir etmek ve ilişkilerin normalleşmesine kapı açmak için Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yakın ilişkisine güveniyor.
Yönetimdeki son dönemini geçirmekte olan Erdoğan, bölgede kendi kendine yarattığı gerilim sürecini sona erdirmek istiyor. Körfez ülkeleri, Mısır, ABD ve Yunanistan ile ilişkiler gelişme gösterse de, Suriye krizi, Türkiye içinde ve dışında uzun vadede Erdoğan'ın imajını etkileyebilecek düğüm olmaya devam ediyor.
Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi, mülteci krizinin çözümünü geciktirmenin bedelini yurt içinde sokaklarda oluşan öfkeyle ödemeye başladı. Bunun sonuçları da son seçimlerde açıkça kendini gösterdi. Ankara'nın önümüzdeki yıllarda onları aşamalı olarak Suriye'ye geri gönderecek bir anlaşmaya varamaması durumunda, kriz daha da derinleşebilir.’ (Londra merkezli El Arab Gazetesi)
'Bedel ödemeden normalleşme olmayacak'
Erdoğan’ın Şam rejimiyle ilişkileri normalleştirmeye dair ilk açıklaması olmasa da, son açıklamalar rejime yönelik bugüne kadarki en sıcak açıklamalardır. Özellikle de yıllarca devam eden ilişkilerdeki kesinti, kelime savaşları, askeri müdahale ve muhalif gruplara verilen destekten sonra. Erdoğan’ın açıklamaları, Ankara’nın müttefiki olan Suriyeli muhalefeti için de en büyük şok niteliğinde. Erdoğan'ın çıkışı, rejime karşı gösterilerin başladığı 2011 yılından önce iki taraf arasındaki balayı süreci ve ailece karşılıklı ziyaretleri akıllara getiriyor. 20 sene boyunca Türkiye siyasetine yön veren eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ‘Dün dündür, bu gün de bugündür’ lafı siyasette belli ilkeler olmadığını ve dünün düşmanlarının dosta, dostların da düşmana dönüşebileceğini göstermektedir.
Erdoğan, Arap Baharı döneminde Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail’le bozulan ilişkilerini düzeltmek için son senelerde çok yol katetti. Moskova da son iki senedir Ankara ve Şam rejimi arasında ilişkilerin normalleşmesi için baskı yapıyor. Esad görüşmeye soğuk yaklaşmış olmasaydı, bu görüşme bir sene önce gerçekleşebilirdi.
En şok edici olan ise Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde kontrol ettiği bölgelerde kendisine yönelik protestolardı. Zira bu durum, Türkiye’ye bağlı gruplar ve oradaki halkın Türkiye’nin onları Esad rejimine “satmasına” dair korkuları gösteriyor. Baskılar sonucunda protestolar geçici olarak durdu. Ancak durum netleşt:i Türkiye bedel ödemeden Suriye siyasetini 180 derece dönüştüremez. (Bekir Sıtkı / Kuds El Arabi Gazetesi)
'Sebep Kayseri değil'
Hem resmi düzeyde hem de kamuoyu nezdinde Rusya, İran ve Irak'ın arabulucuğuyla Suriye ve Türkiye arasındaki yakınlaşma haberlerin önemi giderek artıyor. Buna, bu yakınlaşmanın başarılı olma şansının ne kadar olduğu ve şu an gündeme gelmesinin ardındaki nedenlere dair sorular da eşlik ediyor. Bölgede değişen koşullar, iki ülke arasında ciddi bir uzlaşmaya varacak ivmeyi oluşturmak için yeterli mi, yoksa yaşananlar bu ayın dokuzunda Washington'da yapılması planlanan NATO zirvesi arifesinde bir ‘Türk filmi’nin tekrarı mı?
Türkiye'nin orta bölgelerinde yer alan Kayseri'de yaşananların devam eden uzlaşma girişimleriyle doğrudan bir ilişkisi olmayabilir. Ancak Kayseri'de yaşananlar iki ülke arasındaki krizin tezahürlerinden birini temsil ediyor. Bunların başında resmi olarak sayılarının dört buçuk milyon olduğu tahmin edilen Suriyeli mülteciler konusu yer alıyor. Gerçek sayının bundan daha yüksek olduğu da bilinen bir gerçek. (Muhammed Nureddin / Lübnan El Akhbar Gazetesi)
’Bu dalga diğerlerinden farklı'
Suriyeli mülteciler dosyası, gerek iç siyaset açısından gerekse de Avrupa Birliği başta olmak üzere Batılı ülkelerle ilişkilerde birçok konuda Türk hükümetinin elinde her zaman bir baskı aracı olmuştur. Bu temelde, zaman zaman Suriyeli mültecilere yönelik kampanyalar, tutuklama ve sınır dışı etme dalgaları yaşanırdı. Daha sonra siyasi nedenler, seçim kazanımı veya maddi olarak kendisinden beklenen hedeflere ulaştıktan sonra hızla ortadan kaybolurdu. Ancak her açıdan diğerlerine göre en şiddetli mülteci karşıtı kampanya sayılabilecek mevcut dalganın, öncekilerden farklı olduğu görülüyor. Kısıtlamalar ve sınır dışı etme gibi icraatlerin boyutu, Suriyeli mültecilere yönelik ırkçı kampanyaların başlangıcından bu yana görülen en büyük seviyeye ulaştı. Bu dalga, Türkiye'nin hem hükümetten hem de muhalefetten Esad rejimiyle yakınlaşma arzusuna dair açıklamalara paralel bir zamanda geliyor. Ki Esad rejimiyle yakınlaşma arzusu da her zaman Esad rejiminin buna karşı çıkmasıyla geri tepiyordu.
Türkiye'nin bugünkü eylemleri, erken cumhurbaşkanlığı seçimlerinin konuşulduğu bir dönemde yalnızca seçim hedefleriyle ilişkilendirilemez. Zira erken seçimlere gidilmesi garanti bir şey değil. Konunun, Türkiye'deki muhalefetin Suriyeli mültecilere yönelik ırkçı kampanyalarına iktidar partisinin verdiği tepkiyle de alakası yok. Aksine muhalefetin mültecilere yönelik tepkilerini artıran bir adımdır. Muhalefet, ülkedeki kötüleşen ekonomik durumdan sözlü olarak Suriyelileri sorumlu tutuyorsa, hükümet de sanki muhalefetin bu savını onaylıyormuşcasına, sınırdışı işlemleri gerçekleştiriyor. Ki esasen ekonominin kötüleşmesinde Suriyelilerin payı olduğu da doğru değil. Bilindiği üzere Suriyeli mültecilerin Türkiye'ye maddi bir külfeti yok. Ankara, çoğu Avrupa ülkesinde olduğu gibi mültecilere yardım yapmıyor. Tam tersine, Türk hükümeti mültecileri kontrol altına almak ve onların Avrupa Birliği ülkelerine geçmelerini engellemek için Avrupa Birliği'nin yardımlarından yararlanıyor. (Husam Kenafani / El Arabi El Cedid Gazetesi) (Kaynak)