İdlib mutabakatında Türkiye ve Rusya taahhütlerini ne kadar tuttu?

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya lideri Vladimir Putin arasında geçen hafta gerçekleşen Soçi zirvesi ile birlikte İdlib’e ilişkin ikili mutabakatların uygulanması konusunda yaşanan tartışma sürüyor. Bu konuda tartışılan konu ise kimin taahhütlere uyup uymadığı yönünde.

05.10.2021, Sal - 11:24

İdlib mutabakatında Türkiye ve Rusya taahhütlerini ne kadar tuttu?
Haberi Paylaş

Hürriyet yazarı Sedat Ergin, İdlib sahasına bakıldığında mutabakatların uygulanması açısından ne göründüğünü ortaya koyan bir yazı kaleme aldı.

17 Eylül 2018 tarihinde Erdoğan ile Putin arasında Soçi’de imzalanan İdlib’e ilişkin mutabakata dikkat çeken Ergin, “Bu anlaşmayla, o tarihte bütünüyle silahlı muhalefetin kontrolünde bulunan İdlib’in statüsü “Gerginliği Azaltma Bölgesi” olarak bir kez daha tescil ediliyor. (Madde 1) Rusya, “İdlib’e askeri operasyon ve saldırıların önlenmesi ve mevcut statükonun korunmasını sağlamak üzere gerekli tüm tedbirleri alma” taahhüdünü üstleniyor. (Madde 2)” bilgilerini aktarıyor.

Ergin, “Görüleceği gibi, anlaşmadaki ana hedef İdlib’de çatışmasızlık halinin sürdürülmesidir. Rusya, bu ifadelerle ateşkese uyması için Esad rejimini de baskılama taahhüdünün altına giriyor” diyor.

Ergin mutabakat maddelerine ilişkin şunları aktarıyor:

“Bunun karşılığında, -Yerel ahalinin ve malların serbest dolaşımının sağlanması ile ticari ve ekonomik ilişkilerin yeniden tesisi amacıyla- “M-4 ve M5 karayolları üzerindeki transit trafiğin 2018 sonuna kadar yeniden tesis edileceği” hükme bağlanıyor. (Madde 8)

Otoyollarının her ikisi de o tarihte TSK’nın denetlediği muhalefetin kontrolündeki bölgede olduğu için, mutabakatın bu bölümü Türkiye’nin yüklenmiş olduğu bir taahhüttü.

Ancak Şam ile Halep’i kuzey-güney yönünde bağlayan M-5, 2019 sonu ve 2020 başındaki çatışmalardan sonra rejimin kontrolüne geçti. Buna karşılık Halep’i doğu-batı ekseninde Lazkiye’ye bağlayan M-4 karayolu, bugün de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ciddi boyutlarda bir askeri güçle sahada bulunduğu muhalefet bölgesi içinde kalıyor.

2018 Mutabakatı’nın çok kritik bir maddesi daha var: “Her iki taraf Suriye’de terörizmin her şekli ve tezahürüyle mücadele hususundaki kararlılıklarını teyit ediyor.” (Madde 10)

Bu ana metin İdlib’de Rusya ve rejimin ateşkes ihlalleri sonucu 2019 yılı ve 2020 başında yaşanan gerginlikler ve çatışmaların ardından 5 Mart 2020 tarihinde çatışmasızlık rejimini sürdürmek üzere imzalanan bir ek protokolle genişletildi. Moskova’da düzenlenen Erdoğan-Putin zirvesinde imzalanan bu metinde mutabakatın terör boyutu daha da kuvvetlendirildi. Örneğin, “BM Güvenlik Konseyi tarafından terörist olarak tanımlanan tüm grupların ortadan kaldırılması” hedefi açıkça belirtildi. (Dördüncü paragraf)

Bir başka ek unsur olarak, M-4 karayolunun kuzeyinde 6 kilometre, güneyinde yine 6 kilometre derinliğinde bir “güvenli koridor” tesis edilmesi ve bu koridorda Türk-Rus ortak devriyelerinin yapılması kararlaştırıldı.

Terörle ilgili bu taahhütler, Türkiye’ye İdlib’de sahada silahlı muhalif unsurların radikal terörist gruplardan ayrıştırılması sorumluluğunu da yüklüyor. Bu durum, İdlib’de sahada az sayıda Türkiye’nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) unsurlarının yanı sıra, çok daha yüksek sayıda doğrudan terör örgütü kategorisine giren grupların bir arada bulunmasından kaynaklanıyor.”

Ergin “Bu ana çerçeveye baktığımızda mutabakatlar nerede kilitleniyor?” sorusunu ise şöyle yanıtlıyor:

“Rusya, mutabakatlarla ateşkesi sürdürme taahhüdünü üstlendiği için buna uygun hareket etmesi gerekiyor. Nitekim, 5 Mart 2020 Mutabakatı’ndan sonra uzun bir süre buna uygun bir şekilde davrandı. Buna karşılık, özellikle geçen temmuz ayıyla birlikte bizzat kendisi hava saldırılarına girişti. Eylül’ün son haftasına kadar 2021 yılındaki tespit edilebilen saldırılar 450’ye yaklaşmıştı. Esad rejimi de sınır hattı boyunca topçu ateşi ve roket saldırılarıyla bu kampanyayı tamamladı.

Türkiye, ateşkesi bozduğu gerekçesiyle Rusya’yı eleştirdiğinde, imzalanmış mutabakatların bu konuyu düzenleyen maddelerine dayanıyor.

Buna karşılık Rus tarafı, mutabakat metinlerinde BM Güvenlik Konseyi’nin terörist kategorisine koyduğu örgütlerle mücadeleye onay verildiği gerekçesiyle, bu tanımlamaya giren grupları hedef almasında bir sorun olmadığını savunuyor. İdlib’de sahanın büyük bir bölümünü kontrol altında tutan Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) örgütü BM tarafından terörist olarak kabul ediliyor.

Peki Rusya yalnızca HTŞ’yi mi hedef alıyor? Aslında Rusya’nın hava saldırılarının yöneldiği hedeflere bakıldığında, her zaman ayrımcı bir şekilde davranmadığını, pekâlâ bu yorumun dışına çıkarak sivil hedefleri de vurduğu görülüyor. İdlib konusundaki uzmanlığıyla tanınan Doç. Serhat Erkmen’in Terörizm ve Radikalleşme ile Mücadele Araştırma Merkezi için hazırladığı “Rusya’nın İdlib Saldırılarını Anlama Kılavuzu” başlıklı 26 Eylül’de yayımlanan çalışması bu duruma işaret ediyor.

Bu çalışmaya göre, 25 Eylül tarihine kadar yürütülen saldırılarda, Rus savaş uçakları, başta HTŞ olmak üzere İdlib’deki grupların komuta merkezlerini, çatışmalarda kullanabilecekleri mağara ve tünelleri bombalamıştır. Buna karşılık bazı saldırılar tamamen sivil halkın yaşadığı evleri, sağlık merkezlerini ve yerlerinden edilmiş insanların barınmak zorunda kaldıkları büyük kampları da hedef aldı.

Rusya’nın özellikle eylül ayı sonunda Suriye Milli Ordusu (ÖSO) bünyesinde yer alan gruplara da saldırması, ayrım gözetmeksizin bölgedeki tüm grupları hedef tahtasına oturttuğunu gösteriyor. Salt bu veriler bile Rusya’nın hedef olarak sadece terör gruplarına yöneldiği tezini dayanaksız kılıyor.

Protokollerin uygulamasına bakıldığında sorunlu başka alanlar da var. Örneğin M-4 karayolunun açılması, 2018 sonundan bugüne yaklaşık üç yıl geçtiği halde hayata geçirilememiş olan bir hedef. Kuzey ve güneye doğru altı kilometre derinliğindeki güvenli koridorun tesis edilmesi, yolun açılmasının bir ön adımı olarak düşünülmüştü.

Türkiye’nin güvenli koridorun kurulması için sahada bazı adımlar atmasına karşılık, karayolunun açılmasında hâlâ ciddi güçlüklerin olduğu anlaşılıyor. Burada kontrol dışı bazı radikal unsurların faaliyetleri karşılaşılan güçlüklerden biridir.

Tabii uygulanmayan çok kritik bir nokta daha var. Bu da Türkiye ile Rusya arasında imzalanan bir başka mutabakat çerçevesinde karşımıza çıkıyor. TSK’nın 2019 Ekim ayında Fırat’ın doğusunda düzenlediği Barış Pınarı harekâtından sonra 22 Ekim 2019 tarihinde Soçi’de Erdoğan ile Putin’in mutabık kaldıkları mutabakat muhtırasından söz ediyoruz.

Bu anlaşmanın önemli bir yönü “Münbiç ve Tel Rifat ‘tan bütün YPG unsurları silahlarıyla birlikte çıkartılacaktır” hükmünü taşımasıydı. (Madde 6). Tel Rifat, Afrin’in güneydoğusunda bulunan, İdlib’e de bitişik sayılabilecek bir bölge. Keza Fırat’ın batısındaki Münbiç de 2019’da Amerikalıların buradan çekilmesinden sonra büyük ölçüde Rusya ve rejimin kontrolüne geçmiş, ancak PKK uzantısı YPG unsurları da bu bölgede kalmaya devam etmişti. Aradan geçen zaman içinde Rusya, YPG unsurlarını gerek Tel Rifat gerek Münbiç’ten çıkartmış değil. Bu durum Türk tarafının eleştirilerini beraberinde getiriyor.

Sonuçta Rusya Türkiye’yi, İdlib’le ilgili mutabakatları terör grupları ve karayollarının açılması fasıllarında uygulamamakla eleştiriyor. Türkiye de Rusya’ya ateşkesi bozduğu, ayrıca Tel Rifat ve Münbiç’teki taahhütlerini yerine getirmediği hususlarında karşı eleştirilerini getiriyor. Burada karşılıklı bir kilitlenme hali var iki ülkenin tutumları arasında.

Ancak kanaatimizce Türkiye ile Rusya arasındaki çok ciddi bir görüş ayrılığı bugün İdlib’de sahayı büyük ölçüde BM’nin terörist kabul ettiği HTŞ’nin kontrol ediyor olmasından kaynaklanıyor. Meselenin bu boyutunu ayrı bir yazıyla değerlendirmemiz gerekiyor.”

Yazının tamamına ulaşmak için tıklayınız.

Nerina Azad
Bu haber toplam: 3204 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:02:08:24
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x