Son dönemlerde Menbiç'te konuşlu bulunan YPG ve Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) yönelik, Ankara'dan en üst perdeden tehditler savruluyor.
Yeni Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı operasyonları temalı konuşmalar yapılıyor. Benzer şekilde, AKP medyası da Menbic ve Fırat'ın doğusu üzerinden Türkiye'ye yönelen bir tehdit algısı yaratmaya çabalıyor.
Bu konuyu yazısında irdeleyen Evrensel Gazetesi yazarı Yusuf Karataş, Menbic'te, kent merkezine hendekler kazıldığı haberleri üzerinden Türkiye için yeni bir tehdit algısı oluşturulmaya çalışıldığı uyarısında bulunuyor.
"Oysa Haziran ayında yapılan anlaşmaya bağlı olarak sınırda Türk ve Amerikan askerleri ortak devriye görevini yapıyor. Kent merkezinde ise, Demokratik Suriye Güçleri’ne (DSG) bağlı çoğunluğunu Arapların oluşturduğu güçler bulunuyor. Kaldı ki Suriye içinde yer alan bir kentte hendeklerin kazılması Türkiye için nasıl bir tehdit oluşturabilir" sorusunu yönelten Karataş, "Herhalde Menbic’teki güçler kendi kentlerinde hendek kazarak başka ülkelere saldırma planı yapıyor olamazlar! Aksine eğer bir kente hendekler kazılmışsa bu hendekler dışarıdan gelmesi muhtemel bir tehdide karşı kazılmış demektir" yorumunu yapıyor.
Türkiye'ye yönelik hiçbir saldırı belirtisi olmadığı halde Menbic ve Fırat'ın doğusu üzerinden bir gerilim yaratılmaya çalışıldığına dikkat çeken Karataş, tespitlerini şöyle sürdürüyor:
"Ocak 2013’te başlatılan ‘çözüm süreci’ daha bir yılını bile doldurmamışken AKP-Erdoğan iktidarının ‘müzakereden sorumlu’ Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Star gazetesindeki köşesinde ‘PYD Üzerinden Stratejik Rol Tahayyülü’ başlıklı yazısında 'PYD’nin Suriye’de yaşanan kaosu fırsat bilerek yakın zamanda bir statü elde edeceği tahayyülü, Türkiye’deki demokratik reformları küçümseyen bir tatminsizlik ve şımarıklık üretiyor.' diyordu.
Yalçın Akdoğan daha o zaman Kürtlerin Suriye’de bir statü sahibi olmasının AKP iktidarının ülke içindeki Kürtlere kendi çözümünü dayatmasını olanaksız hale getireceğini itiraf ediyor ve bunu “tatminsizlik ve şımarıklık” olarak adlandırıyordu. Sonra bilindiği gibi Suriye’de kurulan Kürt kantonlarının yıkılması için büyük umutlar bağlanan IŞİD’in Kobanê kuşatması başarısızlığa uğrayınca Cumhurbaşkanı Erdoğan “ortada masa yok” diyerek ‘çözüm süreci’nin sonuna gelindiğini açıklamıştı.
Anlayacağınız bugün Fırat’ın doğusunun Türkiye için bir tehdit olarak gösterilmesinin nedeni buradan Türkiye’ye yönelik bir saldırı olması değil, aksine Kürtlerin burada bir statü sahibi olmasının Erdoğan iktidarının ülke içinde Kürt sorununda uyguladığı politikaları sürdürülemez haline getireceği içindir. Başka bir deyişle aslında sorunun kaynağı Fırat’ın doğusunda değil, ülke içinde iktidarın uyguladığı politikalardadır. "
Karataş, hem Rusya'nın hem de İran'ın Tahran'daki zirvede sarf ettikleri, 'Asıl tehdit Fırat’ın doğusundaki ABD varlığı" açıklamasını hatırlatıyor ve bu yaklaşımın altında, Erdoğan iktidarında Fırat’ın doğusuna müdahale hevesini canlandırma niyetinin yattığına dikkat çekiyor.
Karataş, tespitlerine şu satırlarla devam ediyor:
"Geriye yanıtlanması gereken bir soru daha kaldı: Bu ülkeler neden Türkiye’deki iktidarın Fırat’ın doğusuna müdahale hevesini canlandırmak istiyorlar?
Çünkü İdlib’deki cihatçıların tasfiyesinden sonra Suriye’nin geleceğinin belirlenmesi bakımından tek bir düğüm noktası kalıyor. O da Fırat’ın doğusunda DSG’nin yönetimindeki bölge ve buradaki ABD varlığı. Rusya ve İran, Kürt sorununun Türkiye’nin zayıf karnı olduğunu bildikleri için Türkiye’yi Fırat’ın doğusu üzerinde bir baskı gücü haline getirmek istiyorlar. Böylece hem NATO üyesi Türkiye’yi ABD ile karşı karşıya getirerek ABD’nin orada kalıcı olma hesaplarını bozmak ve hem de Suriye Kürtleri üzerinde baskı oluşturarak onları Esad rejiminin dayatacağı çözüme razı etmek istiyorlar.
Yani Menbic ve Fırat’ın doğusunda gerilimi tırmandırma politikasının bir kazananı olacaksa bu Türkiye değil, Türkiye’nin Kürt sorunundaki hassasiyetlerini kendi çıkarları için kullanan Rusya ve İran olacaktır. Öyleyse Türkiye’nin bölgesel savaş ve gerilimin içine daha fazla sürüklenmesinin önüne geçmek ve olası yeni tehditleri engellemek için geriye yapılması gereken tek bir yol kalıyor: Sorunun kaynağına, yani kendi Kürt sorununa dönerek demokratik çözüm kanallarını yeniden açmak ve bölgede de müdahale girişimlerine son vererek barışçıl bir politika izlemek."