\'Çirkin Kral\' Yılmaz Güney\'in İmralı günleri.
Yılmaz Güney’in İmralı tutsaklığı, gün ışığına çıktı. Ölümüne değin Yılmaz Güney’in en yakınında olan Nihat Behram’ın çabaları sonucunda ünlü sinemacının set dışında ilk kez fotoğraflarının çekilmesine izin verdiği Ahmet Boga’nın deklanşöründen yansıyan fotoğraflar.
Everest Yayınları tarafından kitaplaştırılan bu fotoğraflarda Güney’in İmralı’daki yaşamı adeta kare kare okurların önüne geliyor. Fotoğraflara bakınca insan meşhur ‘Kelebek’ filmini anımsıyor.
Güney\'in hayatını en güzel Can Yücel anlatır: O da herkes gibi geldi dünyaya /Kapkara bir üçgenden kapkara bir kare / Ne yazıldı üstüne o kazılacak / Kandan davalar, davadan kanlar / Mahpuslar azatlar azaplar / Voltalar votkalar simitvetsonlar / Curalar bakaralar aşklar / Çocuklar çocuklar halklar…
Asıl adı Yılmaz Pütün olan Güney, 1 Nisan 1937’de Adana’nın Yüreğir Ovası’nın Yenice Köyü’nde Vartolu Gûle ile Siverekli Hamo’nun çocuğu olarak dünyaya gelir. 13 yaşındayken Kemal ve And Film adına film bobinleri taşır, Adana’daki sinema salonlarına.
1957’de Ankara’ya gelir. Hukuk fakültesine yazılır. Adana’da lise yıllarında “Pazar Postası” ile başladığı öykü yazmayı burada da devam ettirir. “Yeni Ufuklar” ve “On Üç” gibi dergilere yazar, o dönemin edebiyatçılarıyla birlikte olur.
1958’de sinemanın içine girer. 1959 yılında senaryosunu Yaşar Kemal ile birlikte yazdığı “Bu Vatanın Çocukları” adlı filmde Atıf Yılmaz’ın yardımcılığını yapar ve küçük bir de rol alır. Bu onun ilk filmidir. Aynı yıl Yaşar Kemal ile “Alageyik”i yazar ve Atıf Yılmaz’ın yönettiği bu filmde ilk kez başrol oynar.
Pütün soyadını terk eder “Güney” adını alır. Güney adını almasının nedeni “Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemi” adlı öyküsünde “Ben kendimden utandım, insanlar ayrıntısız olmalıymış… Bunu orospu dediğim karım söyledi” cümlesinden dolayı komünizm propagandasıyla yargılanıyor olmasıdır. Bu yargılama 1.5 yıllık mahkûmiyet ile sonuçlanır.
Mahkûmiyetinin bir bölümünü sürgünde “Konya Günleri” olarak geçirir. Güney, sürgün dönüşü birçok filmde rol alır. Filmlerinin gösterildiği Anadolu’daki sinema salonları dolup taşar. Artık o, Ayhan Işık, Cüneyt Arkın, Fikret Hakan, Ediz Hun gibi oyuncular arasında “Çirkin Kral” olarak tanınır.
Yılmaz Güney\'in ‘Çirkin Kral’ lakabını ise bir gazeteci taktı. Tarık Dursun K. Milliyet gazetesinde, Yılmaz Güney ile yaptığı söyleşinin başlığını ‘Çirkin Kral’ olarak attı. Ve o günden sonra bu lakapla anılmaya başlandı.
Güney, “Hudutların Kanunu”, “Seyyit Han”, “Aç Kurtlar”, “Kızılırmak- Karakoyun” gibi filmlerde hem oynar ve hem de yönetmenlik yapar. 1970’lerin başıyla birlikte “toplumsal gerçekçilik” akımı Güney’in sinemasına yansır. 1970 yılında “Umut” filmini çeker.
Güney, 1971’de “Acı”, “Ağıt”, “Vurguncular”, “Umutsuzlar” gibi filmleri çeker ve oynar. Yine 1971’de Nevşehir Cezaevi’ndeyken yazdığı “Boynu Bükük Öldüler” romanı yayınlanır ve ertesi yıl “Orhan Kemal Roman” ödülünü alır.
1972’de Mahir Çayan ve arkadaşlarına “yardım ve yataklık” yaptığı gerekçesiyle askeri cezaevine girer. Güney Dergisi’ni bu yıllarda cezaevinde çıkarır. İki yıl sonra tahliye olur ve “Arkadaş”ı çeker. Film iki eski arkadaşın, özellikle de Azem’in gözünden yozlaşan toplumsal ilişkileri anlatır.
1974’te “Endişe”nin çekimleri sırasında Yumurtalık hâkimini öldürdüğü gerekçesiyle bir daha yargılanır. Bu kez 19 yıla mahkûm olur. 1978’de yönetmenliğini Zeki Ökten’in yaptığı “Sürü” filminin senaryosunu cezaevinde yazar.
1981’de yönetmenliğini Şerif Gören’in yaptığı “Yol”u da cezaevinde yazar. Film İmralı cezaevinden izne giden ayrı arı sorunları, beklentileri, hayalleri, umutları olan beş mahkûmun öyküsünü anlatır.
Yol filmi, 1982’de Cannes Film Festivali’nde Costa Gavras’ın “Kayıp/Missing” filmiyle ortak olarak büyük ödülü, Altın Palmiye’yi alır. Yol filminin aldığı bu ödül Türkiye sineması tarihinde yurtdışında alınan en büyük ödüldü.
Son filmi “Duvar”ı 1983’te Paris’te sürgünde çeker. Film, 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte hapishaneye dönen Türkiye’yi, çocuk mahkûmların gözüyle anlatır. 9 Eylül 1984’te Yılmaz Güney Paris’te sürgünde yaşamını yitirir.
Türk sinemasının \"Çirkin Kral\"ı Yılmaz Güney, yaşasaydı bugün tam 73 yaşına basacaktı. 47 gibi genç bir yaşta hayatını kaybetmesine rağmen, filmleri, asi kişiliği ve siyasi görüşleriyle, ardında dopdolu ve unutulmaz bir yaşam öyküsü bıraktı.
104 filmde başrol oynadı. 24 filmi kendi yönetti. 50 filmin senaryosunu yazdı, 6 filmin senaryosuna yardım etti. Tüm bunları topladığımız zaman Yılmaz Güney\'in emeği geçtiği 111 film var. Güney, Türk sinemasına 1958-1983 yılları arasında, yani çeyrek yüzyıl boyunca, katkıda bulundu
.
Babil\'le Oscar\'a aday olan Meksikalı yönetmen Inarritu sinemacı olmaya, Yol filmini izledikten sonra karar verdiğini söyler. Dünyaca ünlü yönetmen Elia Kazan da, Umut filmini izledikten sonra Güney\'in sinemasına hayran kalır. Fransa\'da tanışmadan önce, Güney\'in affedilmesi için yazılar kaleme alır.
Dostoyevski\'nin yazdıklarını Türk sinemasına ilk uyarlayanlardan biridir Güney. Senaryosunu yazdığı, oynadığı, Ferit Ceylan\'ın yönettiği Her Gün Ölmektense, Suç ve Ceza romanının serbest uyarlamasıdır. Ama film kayıptır.
1972\'de, Yılmaz Güney\'in Türkiye\'de çıkacak genel aftan yararlanması için 13 ülkeden 170 sinemacının katıldığı bir imza kampanyası başlatıldı. Kampanyaya katılanlar arasında Sartre, Jean-Luc Godard, Peter Brook, Elizabeth Taylor, Tony Richardson gibi isimler vardı.
Baba filmi Güney\'in en çok ilgi çeken filmlerindendi. Çocuklarının geleceği uğruna hayatını mahveden Cemal\'in hikayesini anlatatır. Filmdeki rolüyle Güney, Adana Film Festivali\'nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü\'nü kazandı, fakat jüri kararı değiştirerek ödülü Cüneyt Arkın\'a verdi. O da ödülü reddetti.
12 Eylül askeri darbesinden sonra Güney\'in Türkiye\'deki bütün filmleri toplatıldı. Sonraki süreçte 111 filminden, rol aldığı 24\'ünün izine hiçbir zaman rastlanamadı. Bildiğimiz Yılmaz Güney filmleri de vakti zamanında yurtdışına çıkarıldığı için kurtarıldı.
Bu kadar çok filmde oynayan, film yöneten Yılmaz Güney\'in bir de edebiyatçı şapkası var. Bu hareketli yaşama, cezaevi yaşamına bir de kendi oğlu için tasarladığı Oğluma Masallar adlı bir çocuk kitabı sığdırmayı bilmiştir.
Türk sinemasının kırılma noktalarından biri kabul edilen Umut filminin baş karakteri. Yönetmen Erden Kıral kendi kuşağını kastederek, \"Hepimiz Cabbar\'ın o faytonunun merdivenlerinden indik sinemaya,\" der.
Yılmaz Güney\'in ağzından düşürmediği sözleri de meşhurdur: \"Asıl hapishane insanın kafasında yarattığı hapishanedir. Hayatı sınırlayan hapishane odur ki, ilk fırsatta yıkılmalıdır. Dünyayı daha iyi kavrayabilmek için.\"
\"Ben kimsenin canını yakmadım; onlar benim ateş olduğumu bile bile geldiler... Biz, önceden küçük şeylerle mutlu olan insanlardık. Sonra aklımıza sevda diye bir şey soktular, toparlanamadık...\"
\"Geride kalan tek şey yüreğim... Sahip bile çıkamıyorum artık ona! Baksana almış başını gitmiş sana... Hayatın iyi, uslu bir seyircisi olmaktansa hayatın içinde başarısız bir adam olmak bin kere daha iyidir. İyi bir boks seyircisi olmaktansa, kötü bir boksör olmayı göze almak daha iyidir...\"
\"Her şeye rağmen düşmana inat yaşayacağız. Yarın bizim çünkü. Biz öleceğiz ama çocuklarımız bırakacağımız mirası taşıyacaklar yüreklerinde. Ve onların yürekleri bizim altında ezildiğimiz korkuları taşımayacak...\"
\"Öfkeyi, bir bulutun üzerine yazmak isterdim; yağmur yağsın bulut yok olsun diye... Nefreti, karların üzerine yazmak isterdim; güneş açsın karlar erisin diye... Ve dostluğu ve sevgiyi, yeni doğmuş tüm bebeklerin yüreğine yazmak isterdim; onlarla birlikte büyüsün bütün dünyayı sarsın diye...\"
HAZIRLAYAN: BAHADIR ÖZGÜR - Radikal