Ankara’da düzenlenen Gelecek Partisi 1’inci Oloğan Kongresi’nde konuşan partinin Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, gündemdeki konular ve partinin gelecekle ilgili planları hakkında açıklamalarda bulundu.
İzmir’de yaşanan depremde hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı dileyen Davutoğlu, depremden etkilenen Yunanistan’a da geçmiş olsun dileklerinde bulundu.
Davutoğlu, “326 gün önce 12 Aralık 2019’da zorlu ama kutlu bir yola çıkmıştık. 326 gün içerisinde ne badireler, ne zorluklar, ne imkansızlıklar, ne baskılar aşarak bugüne ulaştık. Bir yılımızı doldurmadan büyük kongremizi yapıyoruz. Bu sizlerin inancıyla, sizlerin alın teriyle, sizlerin güveniyle hayata geçti. Ama hepsinden önemlisi milletimizin desteği ile kongremizi yapıyoruz. Başta gelecek gönüllüleri olmak üzere milletimize minnettarız, teşekkür ediyoruz” dedi.
“Milletimize ‘Korkma’ diye seslendik”
“Bugün milletimize yarınlar için umut veren Gelecek Partimizin bütün Türkiye’ye mesajını iletmek için buradayız” diyen Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Geçmişi değil geleceği, nefreti değil sevgiyi, öfkeyi değil merhameti, korkuyu değil ümidi, haksızlığı değil adaleti, sefaleti değil refahı konuşmak için buradayız. Türkiye’yi tabulardan, korkulardan, yasaklardan, yoksulluktan, yolsuzluktan ve yalandan kurtarmak için buradayız. İstiklal marşımızdan feyz alarak, ‘Korkma’ diye haykırarak yola çıktık. Herkes sinse de, bir kenara çekilse de, herkes sussa da, herkesi sustursalar da biz susmayacağız hakkı haykıracağız, hakikati haykıracağız dedik! Milletimize ‘Korkma’ diye seslendik. Biz korkmuyoruz siz de ‘Korkmayın’ dedik.
Bu liyakatsiz, ciddiyetsiz, 28 Şubat ve eski Türkiye artığı iktidardan korkmayın… Onlar sizin alın terinizi çarçur etmekten korkmadılar, Onlar hukuk devletini yok etmekten korkmadılar, onlar Türk Lirasını ayağa düşürmekten, paramızı pul etmekten korkmadılar, onlar ifade hürriyetini, insan haklarını, milletimizin farklılıklarına saldırmaktan korkmadılar, onların tüm baskılarına, tehditlerine, kolluk güçlerine, şantajlarına rağmen biz de onların oluşturduğu bu korku ikliminden korkmuyoruz.
Siz de özgürlük, adalet, ahlak, şeffaflık, refah ve ekmek istemekten korkmayın. Siz de müreffeh bir Türkiye, kalkınmış bir Türkiye istemekten korkmayın. Siz de huzurlu bir Türkiye, hukuk devletinin olduğu bir Türkiye, akraba kayırmacılığın olmadığı bir Türkiye istemekten korkmayın. Nitekim artık korku eşiği aşıldı. O eşik tam 326 gün önce sizlerin varlığı ile Gelecek Partisi’nin kurulması ile aşıldı. Artık korkan tek bir kesim var. İktidar korkuyor.
Muhalif gazetecilerin karşısına çıkmaktan korkuyorlar. Gerçek soruları cevaplama cesaretleri yok. Muhalefet partilerinden korkuyorlar. Muhalefet liderleri ile konuşmaktan, karşı karşıya gelmekten korkuyorlar, çünkü verecekleri cevap yok. En kötüsü halktan yani sizden korkuyorlar. Çevrelerinde yüzlerce koruma, izole hayatlar yaşıyorlar. İnsana, gerçeğe, sokağa değmeden yaşanan bir rüya içindeler.”
Ahmet Davutoğlu, “İktidarın rüyası artık vatandaşın kabusudur. Biz bu kabusa son vermek için geliyoruz. Gelecek Partisi korkmadan, çekinmeden, sakınmadan, sinmeden hakkı, adaleti ve özgürlükleri savunmak için kuruldu. Gelecek Partisi Türkiye’nin geleceğinde hürriyet, huzur ve hakkaniyet olsun diye kuruldu. Kimse tereddüt etmesin ve umutsuzluğa kapılmasın” ifadelerini kullandı.
“Bugün Avrupa için en büyük tehlike cahil ve popülist liderlerin yaydığı otokrasi kültür virüsüdür”
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un sözlerine değinen Gelecek Partisi lideri, “Bugün Avrupa’da tarih cahili ve düşünce yoksunu dışlayıcı liderlik örneğinin temsilcisi olan Macron benzeri liderler Avrupa kültürünün temelini teşkil eden metinlere baksalardı bu evrensel mesajın izlerini ve Endülüs başta olmak üzere İslam medeniyet mirasının birikimini görürlerdi” diye konuştu.
Davutoğlu, “Yine bu liderler kendi tarihlerini bilselerdi, hem 1562-1598 yılları arasında Katolikler ve Protestanlar arasında 2 ila 4 milyon arası insanın ölümüne sebep olan din savaşlarının temelinde bulunan nefret suçunu hem de bu tecrübelerden sonra Fransız devrimi ile 28 Ağustos 1789’da Fransız Ulusal Meclisi tarafından kabul edilen Fransa İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin ana unsurlarından birisi olan hiç bir insanın dini inançlarından dolayı kınanamayacağı ilkesini hatırlarlar ve kendi yurttaşları olan milyonlarca Müslümana karşı açık bir nefret suçu işlemezlerdi” dedi.
“Fransa’daki aklı başında aydınların Macron’a Fransız devriminin alfabesi olan “liberte, egalite, fraternite” yani “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkelerinin bütün insanları ve yurttaşları kapsadığını öğretmesi hem kendisinin hem de Fransa’nın geleceği için elzemdir” diyen Davutoğlu, Bugün Avrupa için de dünya için de en büyük tehlike koronavirüs değil, cahil ve popülist liderlerin yaydığı otokrasi kültür virüsüdür. Birincisi insanoğlunun bedenini, ikincisi ise ruhunu ve insan olma bilincini yok eder. Tarihteki bir çok salgında olduğu gibi birincisi geçicidir, bilimsel çalışmalarla aşılabilir; ikincisi ise insan zihnini ve ruhunu işgal etmesi açısından kalıcıdır ve insani kimliği tahrip eder” değerlendirmesinde bulundu.
“Cumhuriyet eşit vatandaşlık ilkesine dayanır”
Davutoğlu, “Demokrasi ile taçlanmamış cumhuriyet iddiaları bir çok ülkede sözde kalmış ve devlet bir kişi, bir zümre ya da grup elinde diğerleri üzerinde bir baskı aygıtı olarak kullanılmıştır” dedi.
Ahmet Davutoğlu sözlerini şöyle sürdürdü:
“Farklılıklara tahammül edemeyen ve çoğulcu bir niteliğe dönüşemeyen cumhuriyet iddiaları zamanla tek bir resmi ideolojinin, tek bir fikrin dogmalarına ya da tek bir bürokratik ya da siyasi elitin tercihlerine dayalı yapılara dönüşerek fosilleşmiş ve çağın gereklerinden kopmuştur.
Bundan otuz yıl önce bir bütün olarak çöken Demir Perde ülkelerinin ve bugün kırılganlık yaşayan bir çok devletin adında Cumhuriyetin olması bu devletlerin siyasal türbülansa girmesini engelleyememiştir. Cumhuriyet eşit vatandaşlık ilkesine dayanırken demokrasi vatandaşların farklılıklarının korunmasının teminatıdır. Cumhuriyet milletin siyasal düzen ve devlet üzerindeki egemenliğine dayanır, demokrasi bu egemenliği çoğulcu bir rıza ilişkisine dönüştürür.
Cumhuriyet vatandaşları eşitler, demokrasi bu eşit vatandaşların farklı tercihlerinin ülkenin geleceği ile ilgili kararları etkileme süreçlerini katılımcı bir şekilde tanımlar. Cumhuriyet vatandaşları cumhur kavramı etrafında birleştirir, demokrasi çeşitliliklerin toplumsal hayata özgürce yansımasını sağlar. Hal böyle iken Cumhuriyetimizin yüzüncü yılının eşiğinde yine açık yüreklilikle konuşma ve muhasebe etme vaktidir. Bu çerçevede iktidar partilerine destek vermekle birlikte Cumhuriyet ve demokrasiye samimi olarak bağlı olduğuna inandığım aziz vatandaşlarıma sesleniyorum. Elinizi vicdanınıza koyunuz ve cevaplayınız!
Bugün kendilerini Cumhuriyet kavramının özünü teşkil eden Cumhur kavramı ile tanımlayan iktidar ittifakının dili, söylemi ve eylemi Cumhuriyetin vatandaşları eşit kılan birleştirici ruhuna uygun mu? Her gün toplumun bir kesimini dışlayan, bu toprakların saf dillerini tahkir eden, kendilerinden farklı görüş beyan eden eşit vatandaşları ihanetle yaftalayan iktidar anlayışı demokrasi ile taçlanmış bir Cumhuriyet felsefesi ile uyumlu olabilir mi? Daha düne kadar beraber olduğu dava arkadaşlarının farklı fikirlerine bile tahammül edemeyen ve her türlü hakaret ve iftira dili ile mukabelede bulunan yaklaşım sahipleri Cumhurbaşkanlığı makamının birleştirici kudretini hayata geçirebilirler mi?”
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine eleştiri
Cumhrubaşkanlığı hükümet isstemine eleştirilerde bulunan Davutoğlu, “Cumhurbaşkanlığı gibi birleştirici olması gereken bir kavramı referandumda toplumun takriben yarısının karşı çıktığı bir hükümet sistemi ile özdeşleştirmek ve partili cumhurbaşkanlığı ile bu makamı ayrıştırıcı ve dışlayıcı bir siyasetin aracı haline dönüştürmek Cumhuriyet bilincine uygun mudur? Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile demokrasinin özünü teşkil eden kuvvetler ayrılığı ilkesini yok ederek yürütmeyi, yasamayı ve yargıyı tek bir otoritenin elinde toplamak, benzerleri bugün çevremizdeki bir çok ülkede görülen demokrasisiz bir Cumhuriyet anlayışı değil midir?” diye sordu.
Davutoğlu, ayrıca şunları kaydetti:
“Demokrasisiz Cumhuriyetin en çarpıcı ve yıkıcı örnekliğini teşkil eden Maocu zihniyeti hala savunmaya devam eden 28 Şubat artığı marjinal bir parti liderinin ülkeyi biz yönetiyoruz demesi içinize siniyor mu?
Tek bir fikrin, tek bir resmi ideolojinin, tek bir siyasi akımın, tek bir ittifakın vatandaşları makbul ve makbul olmayan, vatanperver ve hain olarak tanımlayabildiği bir iktidar anlayışı özellikle gençlerimiz arasında yaygınlaşan karamsarlığın gerçek sorumluları değil midir?
Gençlere “Sen kimsin?” diye sorduktan sonra onu da kendi iktidar anlayışı ve lider sembolü ile tanımlayan bir zihniyet, dünyayla teknolojik olarak entegre olmuş gençlerimize birleştirici bir Cumhuriyet, özgürlükçü bir Demokrasi aşılayabilir mi?”
“Kapsayıcı ve Özgürlükçü Demokrasi”
“Biraz önce zikrettiğim Cumhuriyet ve Demokrasi anlayışımız çerçevesinde siyasi kimliğimiz ve felsefemiz açıktır: Kapsayıcı ve Özgürlükçü Demokrasi” diyen Davutoğlu, “ Bugün siyasal düzenimizin ve devlet mimarimizin bu esas üzerinde yeniden yapılandırılması gerektiğine inanıyoruz. Böylesi bir yeniden yapılanmanın hem tarihi bir zaruret hem de kaçınılmaz bir görev olduğunun bilincindeyiz. Siyasi tarihimiz böylesi yeniden yapılanma ve inşa dönemlerine şahitlik etmiştir” şeklinde konuştu.
Davutoğlu, “15 Temmuz gecesi halkımızın büyük fedakarlıkları ile kazanılan demokrasi zaferinin getirdiği son derece müsait ortam da iktidar sahipleri tarafından değerlendirilmemiştir. İktidar sahipleri son dört yıl içinde demokrasiyi özgürlükçü bir perspektif ile kurumsallaştırmak yerine 15 Temmuz direnişini şahsi iktidarlarını pekiştirmek üzere kullanmışlardır” dedi.
“Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi esasen bu iktidar pekiştirme çabasının ürünüdür” diyen Gelecek Partisi lideri, şunları belirtti:
“Son iki yıllık uygulama bu model için acılı ve sancılı bir test dönemi olmuştur. Bu test dönemi göstermiştir ki bu model keyfi yönetim, ekonomik çöküntü, yasakların, yolsuzluğun ve yoksulluğun yaygınlaşmasıdır. Açıkça şunu ifade etmemiz gerekiyor: Türkiye bugün üç büyük krizin içerisindedir. Bu krizlerin birincisi işçinin, köylünün, memurun, işverenin, kadınların, gençlerin, emeklilerin ve milyonlarca işsiz kardeşlerimizin iliklerine kadar hissettikleri ekonomik krizdir. Bu krizlerin ikincisi bütün siyasal hayatımızı, devletin karar alma kabiliyetini, kurumların işlemesini, yargının çalışmasını, yasamanın işini yapmasını felç etmiş olan siyasal krizdir. Bu iki krizin, yani ekonomik ve siyasi krizin yanında baş etmemiz gereken bir üçüncü krizimiz daha var. Bu kriz ekonomik krizden de siyasi krizden de daha büyüktür. Bugün Türkiye’nin en büyük krizi yönetme kabiliyetini, karar alma iradesini kaybetmiş ve paralel bir evrende yaşayan bu iktidardır.
Ekonomik krizler de siyasal tıkanmalar da aşılabilir her zaman. Ancak bugün bırakın bu krizleri aşmayı bu krizlerin varlığını bile kabul etmeyen bir iktidarla karşı karşıyayız. En büyük krizimiz krizin varlığının inkâr edilmesidir. Kafasını kuma gömen bu iktidar milleti de milletin dertlerini de ne görüyor ne de duyuyor. Açıkça söylüyorum buradan: Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi var olduğu sürece bu iktidarın ülkeyi yönetmesi, ekonomiyi yönetmesi, dış işlerini yönetmesi, sağlığı ve eğitimi yönetmesi mümkün değildir. Çünkü Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi liyakatsizliği, keyfiliği ve dolayısıyla düpedüz akılsızlığı ve yozlaşmayı kurumsal hale getirmiştir.
İstedikleri kararı alsınlar, istedikleri kişiyi istedikleri yere atasınlar. Bu sistem var oldukça krizden başka bir şey üretemez, üretmesi söz konusu olamaz. Çünkü bu sistemin tabii yan etkisi demokrasiden rahatsız olmalarıdır. Çünkü bu sistemin tabii yan etkisi hukuktan rahatsız olmalarıdır. Çünkü bu sistemin tabii yan etkisi şeffaflıktan rahatsız olmalarıdır. Çünkü bu sistemin tabii yan etkisi çok seslilikten, ifade hürriyetinden, huzurdan, haktan ve hürriyetten rahatsız olmasıdır.”
Davutoğlu, “Türkiye’nin önündeki en acil sorun bu Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen yamalı bohça yapıdır. Türkiye ülkeyi bir tek parti düzenine döndürmeye hevesli bu sistemle yol alamaz. Çünkü bu sistem siyaseti aritmetiğe indirgeyerek zehirledi. Çünkü bu sistem karar alma mekanizmalarını yok ederek, kurumları felç etti. Çünkü bu sistem şeffaflığın üzerine beton dökerek ekonomimizi çürüttü. Çünkü bu sistem gizli koalisyonu, siyasi haracı, siyasi rüşveti, siyasi mahkumiyeti kural haline getirdi” ifadelerini kullandı.
“Gelecek Partisi'nin önerdiği tam demokratik parlamenter sistemdir” diyen Davutoğlu, “Siyaseti, siyasi partileri, seçilmişleri, kurumları ve tek tek her vatandaşımızı bu prangalardan kurtarıp özgürleştirecek bir sistemdir” dedi.
“Yeni siyasal düzenimizin hedefi insan onurunu korumak olacaktır”
Ahmet Davutoğlu, “Öncelikle parti programımızda da ifade etiğimiz gibi yeni siyasal düzenimizin öznesi insan, hedefi insan onurunu korumak olacaktır” şeklinde konuştu.
Davutoğlu, “İnsanı ve onurunu varoluşumuzun temeli, diğer bütün unsurları bunun için birer araç olarak görüyoruz Devletin asli sorumluluğu vatandaşlarının onurlu bir hayat sürmelerine zemin oluşturacak siyasi, kültürel ve ekonomik şartları sağlamaktır. Başta ifade hürriyeti olmak üzere insan hakları vazgeçilmezdir” değerlednirmesinde bulundu.
“Gerçek basın özgürlüğü demokrasimizin bağışıklık sistemidir”
Gelecek Partisi lideri Davutoğlu, sözlerine şunları ekledi:
“Terörle mücadele insan haklarını koruyabildiği ölçüde başarılıdır. Evrensel insan hakları standartları, bir arada huzurlu ve müreffeh bir şekilde yaşamamızın teminatı olduğu gibi vatanımızın ve milletimizin birliği ve dirliği için de vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Hedefimiz can ve mal güvenliğini, inanç ve ifade özgürlüğünü, örgütlenme, eleştiri ve protesto özgürlüğünü tam anlamıyla sağlayan bir hukuk düzenidir. Dünyada otoriter ve popülist eğilimlere yöneliş olduğu bir dönemde kendi özgür iradesine sahip, onurlu ve başı dik insanların yaşadığı bir ülke inşa etmek temel hedefimizdir.
Basın özgürlüğü, hukukun üstünlüğünü şiar edinmiş demokratik bir toplumun temel ihtiyacıdır. Gerçek basın özgürlüğü demokrasimizin bağışıklık sistemidir. Bugün ortadan kaldırılan basın özgürlüğünün maliyeti daha zayıf bir ekonomi, yozlaşan bir hukuk devleti ve sanallaşan bir demokrasidir. Devletin sürekliliği insanı siyasetin öznesi olmaktan çıkararak değil, insanı ve onun haklarını siyasetin merkezine oturtarak sağlanabilir.
İnsanı siyasetin öznesi ve odağı olmaktan çıkaran anlayışlar ve yöntemler sadece demokratik düzeni sarsmakla kalmaz, devletin uzun dönemli sürekliliğini de tehdit eder. Bin yıl süreceği iddia edilen darbe dönemlerinin kısa sürede ömürlerini tamamlaması bunun en açık delilidir.
Devlet milleti oluşturan insanların ortak iradesinin tecessüm etmiş halidir ve o irade olmadıkça varlığını sürdüremez. Devlet bizim dışımızda var olan değil, bizim irademizle var olan bir siyasi organizma ve bizden meşruiyet aldığı ölçüde kalıcı olabilecek bir idari mekanizmadır. Şeyh Edebali’nin ilkesini yeniden yorumlayarak diyebiliriz ki insanı, onun temel haklarını ihmal eden veya ikincil konuma indirgeyen hiç bir devlet baki olamaz.
İnsanı değil de devleti esas aşarak beka söylemi geliştirenler aslında kendi iktidarlarını baki kılmaya çalışanlardır. Ülkenin çıkarını tanımlama ve geleceğini belirleme yetkisi de kimsenin ve hiç bir grubun tekelinde değildir. Bu yetki toplumun ortak ve anonim şahsiyetine aittir ve ortak anayasal ve yasal zeminde demokratik olarak seçilmiş organlar ve kişiler tarafından kullanılır.”
“Yunus Emre’nin Türkçesiyle Feqiye Teyran’ın Kürtçesi aynı mana”
Devlet Bahçeli’nin kendisi hakıındaki sözleri örnek veren Davutoğlu, “Çarpıcı bir misal vermek gerekirse, “Serok Ahmet” ifadesini bir hakaret unsuru gibi kullanan bir siyasi akıl sahibi kıldığı Kürt vatandaşlarımıza Cumhuriyetimizin eşitleştirici ve birleştirici özüyle ya da demokrasinin özgürleştirici niteliğiyle yaklaşabilir mi?” diye sordu.
Davutoğlu, “Bir kez daha ve haykırarak demokrasi ile taçlanmış Cumhuriyet bilinci ile sesleniyorum: Yunus Emre’nin Türkçesiyle Feqiye Teyran’ın Kürtçesi aynı mana dünyasının farklı dillere dökülmüş hazineleridir” dedi.
“Eğer Sayın Bahçeli’nin ve bugün iktidar sahiplerinin bilmeden övünerek cihan devletleri diye andıkları Selçuklu ve Osmanlı devletlerimiz yönettikleri halkların dillerine küçümseyerek baksalardı cihan devleti niteliği kazanamazlardı” diyen Davutoğlu, “Bugün de Cumhuriyetimizin bekası ve yükselmesi vatandaşlık bağıyla kendisine bağlı bütün vatandaşların diline, lehçesine, dinine, mezhebine, örfüne adetine saygı duyması ile mümkündür. Ülke milliyetçiliği, yurtseverlik ve vatanperverlik ancak böyle bir yaklaşım ile mümkündür” diye konuştu.
“Bahçeli, bölücülükle mücadele etmek istiyorsa…”
Ahmet Davutoğlu, şöyle deval etti:
“Vatandaşlarımızın diliyle, diniyle, mezhebiyle alay eden, onları tahkir eden yaklaşım sahipleri hem kendileri bölücülük yapmış olurlar hem de bölücü terörün ekmeğine yağ sürerler. Sayın Bahçeli, bölücülükle mücadele etmek istiyorsa Kürtçeyle ve bizimle uğraşacağına, seçim kazanmak için ‘Serok Apo’dan mektup getirenlerle, kırmızı bültenle aranan kardeşi Osman Öcalan’ı devlet televizyonuna çıkaranlarla uğraşsın. Tabi onlarla uğraşmaz, uğraşamaz; aksine onları destekler!
Çünkü şunu biliniz kardeşlerim, bütün dışlayıcı ideolojik yaklaşımlar birbirinden güç alır. Biri güçlenirse diğeri de güçlenir. Onun için bugünkü iktidar sahipleri de Kürt vatandaşlarımızın iradesini kendi mülkü zanneden bölücü terör örgütü temsilcileri de bizden korkarlar ve partimizin yükselmesini tehdit olarak görürler.”
“Biz ne KCK ne de Kayyum diyoruz”
“Çünkü biz ne KCK ne de Kayyum diyoruz” diyen Davutoğlu, “Bizim kısa sürede aynı anda hem Doğu ve Güneydoğuda hem de İç Anadolu’da örgütlenmemizden rahatsız oluyorlar. İşte Gelecek Partisi bünyesinde bu salonda ve Türkiye’nin her yerinde Türk, Kürt, Arap, Sünni, Alevi kardeşlerimiz omuz omuza ele ele. Onlar bu manzaralardan rahatsız. Onlar ister ki, Türkler bir partiye Kürtler bir başka partiye, Sünniler bir partiye Aleviler bir başka partiye aidiyet hissetsinler” şeklinde konuştu.
Davutoğlu, “Biz Gelecek Partisi olarak bu kıskacı kırmak üzere harekete geçtik.Türkiye’nin Irak, Suriye ve Lübnan benzeri etnik ve mezhep temelli partilerle siyasi olarak ayrışmasına asla izin vermeyeceğiz. Bu dışlayıcı ve kutuplaştırıcı siyaset anlayışı bu ülkeye seksenli doksanlı yıllarda ağır maliyetler ödetti. Bilsinler ki biz böylesi ayrıştırıcı siyaset anlayışına sahip olanları rahatsız etmeye devam edeceğiz. İşte biz Gelecek gönüllüleri kuruluş günü söylediğimiz gibi, farklı inançlara mensup, farklı dilleri, lehçeleri konuşan, farklı etnik kökenlerden gelen, ancak bu aziz toprakları vatan bilen ve geleceğe birlikte yürümeyi şiar edinen bir topluluğuz” değerlendirmesinde bulundu.
“Farklı kökenlerdeniz, ama hepimiz eşit ve onurlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyız” diyen Davutoğlu, şunları kaydetti:
“Çok sancılar yaşadık, çok acılar gördük. Ama geçmişe değil geleceğe, nefrete değil sevgiye, öfkeye değil merhamete, korkuya değil ümide ayarlıyız. Sayın Bahçeli’ye buradan bir kez daha seslenmek istiyorum; Kürtçeye dönük bu hakaretamiz uslubu kullandığınız bugünlerde saf Türkçemizin ilk lügatı olan Kaşgarlı Mahmut’un Divanu Lügatüt Türkün yazıldığı özelde Kaşgar ilinde ve genelde Doğu Türkistan’da yapılan zulme niye sessiz kalıyorsunuz?
Bize karşı gür çıkan sesiniz Uygur kardeşlerimiz söz konusu olduğunda niye kesiliyor? Sayın Bahçeli bize karşı gür çıkan sesiniz ve yardımcılarınızın hakaretleri, Uygur Türkleri söz konusu olunca niye çıkmıyor. Niye sesiniz çıkmıyor. Niye Cumhurbaşkanı'na niye iktidara sormuyorsunuz. Hani mazlum milletlerin sesiydiniz. Çin'den gelen üç beş kuruşa mı tamah ediyorsunuz. O minik ortak var ya! Ondan korkuyorlar.
Bu ortak aidiyet temeli üzerinde yükselen siyasal düzen vizyonumuz ana sütunlarından birisi insan onuruna yakışır bir ekonomik refah düzeyidir. Bugün halkımızın karşı karşıya kaldığı yoksullaşma insan onurunu tahrip edecek noktaya gelmiştir. Koalisyon iktidarı ise bu yoksullaşma karşısında bir yandan halka tepeden bakan bir kibir diğer yanda ise ne yaptığını bilmez bir acziyet sergilemektedir.”
“Kayıp yılların hesabını kim verecek?”
Ahmet Davutoğlu, “Sayın Erdoğan “evime ekmek götüremiyorum” diyen esnafa mütekebbir bir edayla keyif çayı verirken, Sayın Bahçeli askıda ekmek projesi ile yoksulluğun ulaştığı düzeyi tam bir acziyet ile teşhir etmektedir. Anlaştıkları tek bir şey var. Çin'e karşı suspus olmak ve Trump kızdığında susmak” dedi.
“Biz 2016 yılında ülkeyi bunlara 876 milyar dolar milli gelir, 11.000 dolar kişi başına düşen milli gelirle teslim etmiştik” diyen Davutoğlu, “Şimdi kendilerinin iyimser senaryolarında dahi bu sene milli gelir 702 milyar dolara kişi başına düşen milli gelir ise 8000 dolar civarına gerileyecektir. Yine kendilerinin ürettiği yeni ekonomik programa göre en iyimser beklentilerine göre 2022 yılında yani Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına girerken milli gelirimiz 2016 yılının çok gerisinde 801 milyar dolar olacak. Peki bu kayıp yılların hesabını kim verecek?” sorusunu yöneltti.
Davutoğlu sözlerini şöyle sürdürdü:
“2016 yılında bütün kritik ekonomik göstergeler tek haneli idi, şimdi hepsi 2001 Türkiye’sinin çift haneli rakamlarına ulaştı. 2016’da enflasyon üreticide %3.7, tüketicide %6 civarındaydı; şimdi TÜİK’in sanal rakamlarında %15’lere doğru seyrederken gerçekte hissedilen enflasyon %30 civarında. Bizi faizci diye eleştirdikleri 2016 yılında faizler %7-8 düzeyindeydi şimdi politika faizi %10.25 piyasadaki faiz uygulamaları ise çok daha yükseklerde. İşsizlik 2016 ‘da %9 civrındaydı şimdi kedi açıkladıkları sanal rakamlara göre %13.4 iken gerçekte genç işsizlik %30 ları aşmış durumda.
Ve nihayet 2016 Mayısında biz bıraktığımızda dolar 2.80 Euro 3.1 civarındaydı; şimdi dolar 9.0 lara Euro ise çift haneli rakamlara doğru seyir halinde. Peki bu kayıpların hesabını kim verecek? Kim verecek bilmem. Ama biz bu hesabı soracağız. Doları umursamayan Hazine ve Maliye Bakanı mı, halk yoksulluk ve işsizlik ile boğuşurken ekonomimiz pik yapıyor diyebilen Cumhurbaşkanı mı?”
Ahmet Davutoğlu, Gelecek Partisi olarak çözüm üretmedikleri hiç bir konuyu eleştirmediklerini belirterek, “Nitekim çok iyi bir şekilde hatırlayacaksınız Gelecek Partisi olarak korona salgınının ilk günlerinden itibaren ekonomide somut, gerçekçi, akılcı ve vizyoner çözüm önerilerimizi iktidardan önce kamuoyuna açıkladık” dedi.
Davutoğlu, Gelecek Partisi olarak yapmayı plandıklarını da şöyle anlattı:
“Başta ‘Kamu Özel İşbirliği’ yatırımları olmak üzere geleceğimize ipotek koyan, verimsiz ve ekonomik rasyonaliteden uzak uzun vadeli projelerin tümünü ilgili taraflarla birlikte yeniden değerlendireceğiz. Bu ahbap çavuş ilişkisine son vereceğiz. Milletin sırtına yüklenmiş milyarlarca dolarlık yükü hafifleteceğiz. Yolsuzlukla mücadeleyi, şeffaflığı ve hesap verebilirliği merkeze alan hukuki altyapıyı hiç gecikmeden ilk gün hayata geçirmeye başlayacağız.
Tüm yatırım kararlarında, ilgili sektörlerdeki ihtiyaçları, sosyal faydayı, finansman kapasitesini ve verimliliği esas alarak yapacağız. Milletin bir kuruşunun bile israf edilmesine müsaade etmeyeceğiz. Meclis bilgisi ve onayı dışında bütçe üstü harcama ve kompozisyon değişikliklerine kesinlikle son vereceği. Başta Türkiye Varlık Fonu olmak üzere bütçe dışı nitelik kazanmış olan tüm fonları derhal kapatacağız.
Gençlerimizi sermayeye ve krediye ulaşma konusunda öncelikli grup haline getireceğiz. Asgari ücret matematiksel ve iktisadi bir formülle değil İNSAN ONURUNU temel alan bir yaklaşımla belirleyeceğiz. Asgari ücretten vergiyi kesinlikle kaldıracağız ve asgari ücretle çalışanlara brüt ücretlerini net olarak ödeyeceğiz. İşsizlik fonundan faydalanma koşullarını esneteceğiz. Yararlanma sürelerini uzatacağız. İşsizlik fonunun amacı dışında kullanılmasına kesinlikle müsaade etmeyeceğiz. Tarımdaki üretim, pazarlama ve fiyat kaosuna son vereceğiz. Tarımı hayati öneme sahip güçlü bir sektör ve ihracat alanı haline getireceğiz.
Rasyonel ve stratejik eğitim yatırımlarına öncelik vereceğiz. Türkiye’nin rekabet gücünü artıracak bir şekilde eğitim yatırımlarını Milli Güvenliğimizin bir unsuru olan stratejik bir alan olarak ele alacağız. Bir ülkenin ve siyasal düzenin en büyük gücü insan kaynağıdır. İnsan kaynağı cevher de eğitim ile işlenir. Maalesef bugün iktidar eğitim sistemini de bozyap tahtasına çevirmişti.
Sayın Cumhurbaşkanının defalarca itiraf ettiği gibi eğitim ve kültür alanı tam bir başarısızlık hikayesinin mağdurudur. Ancak her iki alanda da bu başarısızlığın birinci derece sorumlusu bizatihi kendisidir. Bu noktada açık ve net konuşma vaktidir.
Eğitimi tek bir fikrin iktidar aracı olarak gören bir zihniyet vizyoner ve özgür zihne sahip bir gençlik yetiştiremez. Şahsi kini dolayısıyla ülkenin en iyi üniversitelerinden birini kapatan fikir, vicdan ve ahlak yoksunu bir zihniyet düşünce üretemez.
Şehir Üniversitesi gibi bir üniversiteyi kapatan zihniyet saygın bir kültür ve sanat üretemez. Çarpık şehirleşmenin sonuçlarını deprem acısı yaşadığımız illerimizde görüyoruz. Biz toplumsal düzenimizin eğitim sütununu sizlerle birlikte birlikte yeniden inşa edeceğiz.
Her fikre açık özgür zihinleri bütün canlılara şefkat yüklü bir vicdan ile buluşturan yeni bir eğitim paradigmasını birlikte geliştireceğiz.
Bina-odaklı değil insan odaklı bir anlayışı eğitimde de egemen kılacağız. Öğretmenlerimize başı dik dolaşabilecekleri ekonomik imkanlara, öğrencilerimizi uluslararası ölçekte rekabet edebilecekleri şartlara kavuşturacağız.
Korona şartlarında uzaktan eğitimin getirdiği kısıtlamalar dolayısıyla derinden sarsılan eğitimde fırsat eşitliğini egemen kılacağız. Dar gelirli ailelere bedava internet ve tablet temin ederek insan kaynağımız kurutulmasının önüne geçeceğiz.”