Kürdistan'da Milliyetçilik: Tarihsel ve Sosyopolitik Bir İnceleme - 2

Bu makale serisinde, tarihsel süreç içerisinde entelektüel birikimin tarih ve ulus bilincine olan etkisi ve milliyetçilik teorisi üzerine düşünceler ele alınmaktadır. Çalışma, entelektüel kavramının tanımı ile başlamaktadır. Edward Said’in entelektüel tanımından hareketle, entelektüelin toplumun aklı, vicdanı ve cesareti olarak nasıl rol oynadığı incelenmiştir. Ayrıca, bir toplumun entelektüel birikim oluşturmadan tarih ve toplum bilinci geliştiremeyeceği ve bu bilinçler olmadan milli bilincin de gelişemeyeceği vurgulanmıştır. Milliyetçilik teorisi bağlamında, Benedict Anderson ve Anthony D. Smith gibi önemli düşünürlerin görüşlerine de yer verilerek, milliyetçiliğin kökenleri ve yayılması konusundaki teorik çerçeve üzerinde durulacaktır. Çalışmanın bütününde milliyetçilik olgusunun Kürdistan’da sömürgeci ilhakın gerçekleştiği bölgeler ile gerçekleşmediği bölgelerdeki yansıması üzerinde durulmuştur. Son olarak da toprağa bağlı milliyetçiliğin Kürd edebiyatına etkisi anlatılmıştır.

17.06.2024, Pts - 21:48

Kürdistan'da Milliyetçilik: Tarihsel ve Sosyopolitik Bir İnceleme - 2
Haberi Paylaş

Kürd Aşiretleri Arasındaki Çatışmalar: PKK'nın 1978'de Hilvan'da ve 1979'da Siverek'te çeşitli aşiretler arasında çatışmalar başlatarak yüzlerce Kürd’ün ölümüne neden olmuştur. Bu yaklaşımın, ulusal kurtuluş mücadelesinin temel ilkelerinden sapma olarak değerlendirebiliriz. Diğer sömürge ülkelerde mücadele öncelikle sömürgecilere karşı verilirken, PKK ise Kürdler arasında çatışmalara öncelik vermiştir.

            Kürd Dili ve Kültürünün Korunması: PKK'nın Kürd dili konusundaki tutumu, Türk solunun yaklaşımı gibidir.  PKK’de Türk solu gibi Kürd dilinin geliştirilmesini ve toplum tarafından yaygınlaştırılmasını devrimden sonraya ertelemektedir. PKK'nın, Kürdçenin devrimden sonra kullanılacağını savunduğu belirtilmektedir. Ancak dilin canlı bir organizma olduğu ve kullanılmadığında öleceğini söyleyebiliriz.  Kürdçenin eğitimin ve günlük hayatta kullanılmasının devrimden sonraya ertelenmesi asimilasyon politikasına hizmet olduğu açıktır. PKK'nın, Kürdçeyi öğrenme ve kullanma mücadelesinin bireysel planda bile olsa verilmesi gerektiğini belirtmesine rağmen, dil eğitiminin mevcut düzen altında reformist ve gerici olarak nitelendirmektedir. Manifestolarında konuya ilişkin şöyle denmektedir;

Kültür sömürgeciliğine karşı mücadele, bizi yanlış sonuçlara götürmemelidir. Ulusal kurtuluş olmadan dil ve kültürün kurtulabileceğini, bu amaçla Türkiye Cumhuriyeti egemenliği altında Kürtçe eğitimi savunan anlayışlar reformist ve gericidir. Ancak Türk sömürgeciliğinin özelliklerini anlayamayan hayalperestler bu tür planlar peşinde koşabilirler. Gerçekte, Kürt dilinin düzen içinde geliştirilmesi ve okur-yazar dili haline getirilmesi için bir ilkokul kurma olanağı bile yoktur. Ama buna rağmen, Kürtçeyi öğrenme ve okur-yazar dili haline getirme mücadelesi, bireysel planda bile olsa verilmeli, özellikle köylüye Kürtçe hitap edilmelidir. Yanlış olan, Kürtçeyi öğrenme ve okur-yazar dili haline getirme değil, “bu düzen altında Kürtçe eğitim” gibi teslimiyetçi ve reformist görüşlerdir. Bunun yanında, Türkçe, sömürgecilerin dilidir diye hor görülmemeli; dünya halklarının kültür birikimini halkımıza taşırmada bir araç olarak kullanılmalıdır. Kürtçe ile sınırlı olan düşünme olanakları, şimdilik Türkçe ile giderilmelidir. Ulusal bağımsızlığımız gerçekleştiğinde, işte o zaman Kürtçe, mali, kurumsal ve kadrosal imkanlara kavuşarak hızla gelişecek, temel iletişim ve kültür birikimi aracı olacak ve dünya dilleri arasında layık olduğu yeri alacaktır. Bugün bağımsız olan birçok eski sömürge, hala sömürgecilerin dilini kullanmakta ve kendi ulusal dillerini yeni yeni geliştirmektedirler.[1]

         Türkiyelileşme ve Asimilasyon Politikaları: Köklerinin 1977 yılından itibaren başlayan "Türkiyelileşme" sürecinin, Kürd toplumunu büyük kayıplara uğratılmış ve Kürd gençlerinin bağımsızlık idealleriyle dağlara sürülmüştür. Bu süreçte Kürd toplumunun en eğitimli ve aydın kesimlerinin yok edildiğini, sürgün edildiğini ya da asimile edildiğini söyleyebiliriz. Bunu birçok olguda görebiliyoruz. Bu konunun ayrıca çalışılması gerektiği düşünüyorum. 1980'li ve 1990'lı yıllarda 6 bine yakın Kürd köyünün boşaltıldığı ve 6 milyonu aşkın Kürd'ün Türkiye metropollerine sürgün edilmesine ortam hazırlanması üzerinde çokça düşünülmelidir.

              Kürd Gençliği ve Milli Bilincin Zayıflaması: PKK Kürd gençlerini bağımsızlık idealleriyle kandırmıştır. Daha sonradan da bu ideallerden vazgeçmiştir. Kürd gençleri Türkiye ve Suriye'nin demokratikleştirilmesi için ölüme gönderilmektedir. Kürd milliyetçiliğinin ilkel olduğu propagandası yaparak onları toprak temelli milliyetçilikten uzak kalmasına çalışmaktadır. Dünyada kendi sömürgecisini demokratikleştirmek için en değerli gençlerini kurban eden bir örgüt yoktur. PKK, Kürd gençlerinin Kürd tarihsel ve kültürel değerlerinden koparılmasını, milli bilincin ve dil bilincinin geliştirilmesine izin vermeyerek Türk siyasal sisteminin yüz yılı aşkın yürüttüğü siyasete büyük hizmet sunmaktadır. Yüz elli yıldır Türk siyasal sistemi tarafından asimile edilmeye çalışılan Kürd toplumu bu sefer Kürdlerin eliyle daha hızlı bir şekilde gönüllü asimilasyona tabi tutulmaya çalışılmaktadır. Buradaki amacım, Kürd dili ve kültürünün korunması ve geliştirilmesi konusundaki eksikliklere dikkat çekmek ve bu konunun daha derinlemesine araştırılması gerektiğini vurgulamaktadır.

       Bilindiği üzere Sömürgeciler bir ülkeyi işgal ettiklerinde önce o ülkenin şehirlerini, kasabalarını, köylerini ve ekonomilerini tahrip ederler. Üretim ilişkilerini, üretim biçimini ve üretici güçlerini yok ederler. Ardından, üst yapı kurumlarını çökertirler. Aydınlarını sürgüne gönderir veya katlederler. Ayrıca, tarihsel ve kültürel değerleri yağma eder veya kendilerine mal ederler. Sömürgeleştirilen toplum, yeniden ayağa kalkabilmesi için işe sıfırdan başlamak zorundadır. Bu durumda, sömürgeci- asimilasyoncu politikanın gazabına uğramış toplumların entelektüel birikimi ya yok edilmiş ya da büyük ölçüde engellenmiştir. Sömürgeci-asimilasyoncu sistemi tarihsel süreç içinde hayata geçiren Türk düşüncesi, Kürdleri başsız ve aydınsız bırakarak ve asimilasyonu aralıksız sürdürerek hedeflerine büyük oranda ulaşmıştır. Entelektüel birikimin önündeki en büyük engel, kuşkusuz sömürgeci-asimilasyoncu sistemdir.

     Başlangıçta belirttiğim gibi, milliyetçilik düşüncesi, genellikle vatan toprağı üzerinde kurulan okullar, üniversiteler, basılı materyaller gibi araçlarla gelişip yaygınlaşır. Bu araçlarla toprağa bağlı milliyetçiliğin gelişebileceğini, yukarıda bahsettiğim düşünürlerin teorilerinde ortaya konmuştur. Sürgün, inkâr, asimilasyon ve soykırımlarla öndersiz ve aydınsız bırakılan Kürd toplumu ne yazık ki kendi toprağı üzerinde kendi diliyle okul, üniversite ve basılı materyallerden mahrum bırakılmıştır. Aynı şekilde kendi ülkesinde kendi dili ile eğitim olanaklarından yoksun bırakılan Kürd aydınlarının düşünceleri, İstanbul gibi merkezlerde Osmanlı eğitim sistemi ve devamında Türk eğitim sistemi içinde biçimlendirilmiştir. Bu yüzden Kürdistan dışında yetişen Kürd aydınlarında toprak temelli milli bilinç bu nedenle çok cılızdır.

        1900'lerin başında sürgünde yaşayan ve özellikle İstanbul, Paris, Şam ve Kahire gibi metropollerde Osmanlı düşün dünyasının etkisi altındaki Kürd aydınlarının çoğu, topraktan kopuk olmanın sonucu Osmanlıcılık düşüncesini savunmuşlardır. Kürdistan dışında yaşayan Kürd aydınları yaşadıkları İstanbul, Kahire, Paris, Erivan, Moskova, Bağdat ve Şam’da çeşitli gazete, dergiler çıkarmış ve cemiyetler kurmuşlardır. Kürdistan gazetesi, Hawar, Jin, Roji Kürd, Hetewa Kurd, Reya Tezê, Bağdat Akademisinde çıkarılan Kürd bilim Akademi dergisi ve çok sayıda kurulan cemiyetler bunlardandır.  Bu kurumlar ve basın yayın araclığıyla yaratılan entellektüel birikim ne yazık ki Kürd toplumunun dışında oluşmuştur.

        Kürd aydınlarının sürgün edilerek Kürdistan topraklarından ve toplumundan koparılmaları, Kürd aydın çevrelerinin düşünce dünyasında derin etkiler yaratmış ve toprak temelli milliyetçiliğin zihinlerde oluşmasını engellemiştir. Kürd aydınlarının vatanları dışında gittikleri merkezlerde içinde yaşadıkları maddi koşullar onların düşüncelerini büyük oranda şekillendirmiştir. Ancak aynı durum Arap ve Balkan aydınları için söz konusu değildir. Çünkü onlar kendi ülkelerinde eğitimlerini tamamladılar. Bu nedenle Arap ve Balkan aydınları bağımsızlık ve statü talep ederken Osmanlı eğitim sistemi içinde yetişen Kürd aydınları ise Osmanlıcılığı savunmuşlardır. Burada Osmanlı eğitim sistemi içinde eğitim görmüş ismi öne çıkmış Kürd önder ve aydınları ile Kürdistan’dan ayrılmamış Kürd ileri gelenlerinin siyasal ve milli konumları ile ilgili bir mukayese topraksız milliyetçilik ile Toprak temelli milliyetçiğin arasındaki farkın zihinlerde yer edişi ve pratikteki yansımasının ne olduğunu göstermesi açısından bu bilgilerin anlatımı konuya ışık tutacaktır.

         Celal Temel’in “İlk ve Orta Kuşak Kürd Önder ve Aydınlar” adlı çalışması bu konuya açıklık getirmektedir. Celal Temel bu çalışmasında:

Bu dönemin Kürd ileri gelenleri, önder ve aydınları için, ‘İlk Kuşak Kürd İleri Gelenleri’, İlk Dönem Kürd Önder ve Aydınları” gibi adlandırmalar yapılabilir.  Bu ana bölümde 23’ü dört büyük aileden, 21’I diğerleri olmak üzere 44 kişiyi, beş bölümde anlatmaya çalıştık. Bedirxanlar 10 kişi, Babanzadeler 6 kişi, Cemilpaşazadeler 4 kişi, Şemzinan Nehri Ailesi- 3 kişi, diğerleri 21 kişidir.[2]

Cizre Botan Miri Bedirxan Bey ve ailesi Girit, İstanbul ve Suriye’ye sürgün edildi. Padişah, Bedirxan Bey ailesine Kürdistan’da yaşamamak koşuluyla çok sayıda çocuklarına önemli mevkiler verdi. Aynı politikayı sürgüne gönderdikleri Kürd Mirlerine de uyguladı. Kürd Mirlerini vatansızlaştırmak ve Kürd toplumundan koparmak için onlara yönelik Osmanlı devlet politikasının pratik tezahürü aşağıdaki gibidir. 19. yüzyılın önemli Kürd liderlerinden biri olan Bedirxan Bey, Kürd tarihine derin izler bırakmış bir figürdür. Bedirxan Bey'in yaşamı ve ailesi, Kürd toplumunun sosyo-politik yapısını anlamak için kritik öneme sahiptir. Bedirxan Bey’in oğulları ve kızları, Osmanlı İmparatorluğu döneminde çeşitli idari ve askeri görevlerde bulunarak önemli roller üstlenmişlerdir. Bu bağlamda, Bedirxan Bey’in ailesi sadece Kürd tarihinde değil, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun idari ve siyasi yapısında da önemli bir yer tutmaktadır.

Bedirxan Bey'in oğulları arasında dikkat çeken isimler, farklı dönemlerde Osmanlı yönetiminde çeşitli üst düzey pozisyonlarda görev almışlardır. Örneğin, M. Necip Paşa, Humus ve Aydın mutasarrıfı olarak görev yapmış; Ali Şamil Paşa, Üsküdar Askeri Üs Komutanı olarak hizmet etmiştir. Diğer önemli isimler arasında, Ferik Osman Nuri Paşa 1879 ayaklanmasının yöneticisi, Tahir Muhlis-Kutay Halep Yüksek Mahkeme Reisi, Rıza Bahri Paşa Şeyh Ubeydullah hareketinin yöneticisi olarak dikkat çekmektedir. Bu isimler, Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli bölgelerinde idari ve askeri roller üstlenmiş, böylece Kürdlerin imparatorluk içindeki konumunu ve etkisini de göstermişlerdir. Bedirxan Bey’in kızları da genellikle aile içi ve toplum içinde önemli roller oynamışlardır. Leyla, Halime, Fahriye, Adviye, Samiye, Sariye (Zümeyre), Meryem, Nazlı, Nefise, Emine, Emine Rabia, Azize, Zeberced, Zeliha, Fatma, Ayşe, Zarife, Şefika, Asiye ve Rukiye gibi isimler, Bedirxan ailesinin geniş ve etkili sosyal ağlarını temsil etmektedir. Bu kadınlar, aile bağlarını güçlendirerek ve Kürd toplumunun kültürel ve sosyal dokusunu koruyarak önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bedirxan Bey’in torunları arasında da önemli şahsiyetler bulunmaktadır. Abdürrezak (1864-1918), Ahmet Süreyya (1883-1938), Celadet (1893-1951), Kamuran (1895-1978) ve Rewşen (1909-1992) gibi isimler hem Osmanlı İmparatorluğu döneminde hem de sonrasında Kürd tarihine ve kültürüne katkıda bulunmuşlardır. Bu bireyler, ailelerinin mirasını devam ettirerek Kürd kimliğinin korunması ve geliştirilmesinde önemli roller oynamışlardır.[3]

Botan Miri Bedixan beyin Kürd yayın, kültür ve siyasal mücadele içinde olan oğullarından Emin Ali Bedirxan (1851-1926), “Sürgünde Girit Kandiye’de doğdu. Botan Miri Bedirxan bey’in en büyük oğullardan biridir. Çocukluğu İstanbul’da geçti.”[4]Miqdat Mithat Bedirxan (1856-1915) “Mir Bedirxan Bey’in ortanca oğullarından biridir. O da ağabeyi Emin Ali Bedirxan gibi Girit’te doğdu.”[5] Yusuf Kâmil Bedirxan, Abdurrezak Bedirxan İstanbul’da, Mehmet Salih Bedirxan, Süreyya Ali Bedirxan, Celadet Ali Bedirxan, Kamuran Ali Bedirxan Suriye’de doğmuşlardır. Bedirxan Bey’in oğulları, kızları ve torunlarının hepsi Kürdistan dışında doğmuşlardır. Bunlar ilk orta eğitimlerini İstanbul ve Şam’da yapmışlardır. Örneğin Bazıları Mekteb-i Sultani (Galata saray Lisesi) ve Mekteb-i Mülkiye bir kısmı Rüştiye Mektebinde, bazıları da Askeri okullarda okumuşlardır. Bu tablodan anlıyoruz ki Mir Bedirxan bey’in çocuk ve torunları Kürdistan dışında İmparatorluğun başkenti İstanbul ve önemli şehirlerinde doğmuş ve eğitim ve öğrenimlerini oralarda sürdürmüşlerdir. Bir kısmı mutasarrıf bir kısmı askeri komutan bir kısmı da aydın olarak çalışmalarını yürütmüşlerdir. Doğal olarak Osmanlı eğitim sistemi içinde düşün ve zihin dünyaları vatan dışında sömürgeci metropollerde içinde yaşadıkları maddi ve kültürel koşullar içinde şekillenmiştir.

Kürd basın, yayın, dil, siyaset ve edebiyat alanlarında simge durumunda olan bu yazarlardan Emin Ali Bedirxan ve Abdürrezak Bedirxan dışındakilerin hemen hepsi 1918 yılına kadar Osmanlıcıdırlar. İçlerinden bazıları 1. Dünya savaşında Osmanlı Ordusu saflarında savaşa katılmışlardır. Ancak 1918 yılından sonra bu aydınlarda toprak temelli milli bilinç gelişmiş ve bağımsızlık talep etmişlerdir. Aynı tabloyu üç aşağı beş yukarı Babanzadelerde de görebiliyoruz. Mustafa Zihni Paşa Süleymaniye’de, İsmail Hakkı Bey Bağdat’ta, Babanzade Süleyman Hikmet Süleymaniye’de, Şükrü Baban ise Bağdat’da doğdu. Bunlar öğrenimlerini Bağdat, İstanbul, Bolu’da bitirdiler. Bunlarda Bedirxanlar gibi İstanbulda kurulan Kürd kurumlarında çalışmışlardır. Cemil Paşazadelerden Kasım, Ömer, Ekrem ve Kadri Cemilpaşa’lar ın hepsi Diyarbakır’da doğmuş ancak Kasım Cemilpaşa hariç diğerlerinin hepsi İstanbul’da yüksek öğrenimlerini tamamlamış ve Kürd cemiyetlerinde görev almışlardır. Şemzinan ailesinden Seyid Abdülkadir, Seyid Muhammed Sıddık, Seyid Taha Şemzinan’ın Nehri köyünde doğdular. Bunların içinde Kürd Teali Cemiyetinin başkanı olan Seyid Abdülkadir Osmanlı Şüra-i Devlet başkanı (Anayasa Mahkemesi) görevlerini yürüttü. Bu arada önemli bir siyasal figür olması nedeniyle Süleymaniyeli Babanlardan olan Şerif Paşa da yaşamının büyük bir kısmını Diasporada geçirmiştir. Genel tabloya baktığımızda gözümüze çarpan esas nokta büyük çoğunluğunun Osmanlı eğitim sistemi içinde yetiştiğini tespit etmiş oluyoruz. Yukarıda isimlerini andığımız Kürd aydınları içinde Emin Ali Bedirxan, Abdürrezak Bedirxan’ı ve 1900’lı yılların başında İstanbul’da Kürd gençlerine hocalık yapan Hacı Kadir-i Koyi’yi ayrı kategoride ele almamız gerekir. 1900’lı yılların başındaki Kürd aydınları içinde milli bilinci yüksek ve toprak temelli milliyetçi diyebileceğimiz iki istisna isim Emin Ali Bedirxan ve Abdürrezak Bedirxan’dır. Hacı Kadir-i Koyi ise eğitimini Kürd medreselerinden aldığı için modern Kürd milliyetçiliğinin simge ismi ve ikinci Xanî kabul edilir. Hacı Kadir-i Koyi toprak temelli bir Kürd milliyetçisidir.

       Emin Ali Bedirxan, Abdürrezak Bedirxan, ve Hacı Kadir-i Koyi dışındaki Kürd aydınları, Osmanlı'nın birliğini savunmuş hatta 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı ordusu saflarında savaşa katılmışlardır. 1920'lerde Ortadoğu’da kurulan nizamda, Balkan ve Ortadoğu'daki bütün uluslar birer devlete kavuşurken, Kürdler bağımsızlık talep etmedikleri için bir manda statüsü dahi kazanamamışlardır.

1.      Medreseler

       3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat kanunu ile yasaklanan Medreseler, Kürdistan'da eğitimin önemli merkezlerinden biriydi ve Kürd toplumunun entelektüel gelişimine büyük katkılarda bulundu. Medreseler, İslamî ilimlerin yanı sıra Kürd dili ve edebiyatı gibi yerel konularda da eğitim verirdi. Bu okullar, Kürd ulusal kimliğinin korunmasında ve geliştirilmesinde kilit rol oynamışlardır. Kürdistan'da medreselerde yetişen bazı önemli Kürd ulusal başkaldırı liderleri şunlardır:

1.      Şeyh Said: 1925'teki Şeyh Said İsyanı'nın lideri olan Şeyh Said, medrese eğitiminden geçmiş bir dini liderdi. İsyan, Kürdlerin Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra kendi kaderlerini tayin etme çabalarının bir parçasıydı.

2.      Seyit Rıza: 1937-1938 yıllarında Dersim İsyanı'nın lideri olan Seyit Rıza, Kürd ve Alevi kimliğinin korunması için mücadele etti. O da Kürd Alevi Ocağında eğitim almış bir dini liderdi.

Medrese eğitimi, bu liderlerin düşünsel ve ideolojik temellerini atmış, onları Kürd ulusal hareketinin önemli figürleri haline getirmiştir. Bu eğitim, dini bilgilerle birlikte sosyal ve politik farkındalık kazandırarak Kürd toplumunun önderleri olma yolunda onlara rehberlik etmiştir. Şeyh Ubeydullah Nehri, Şeyh Abdüsselam Barzani, Mele Selim, Salih Begê Henî, Bavê Tujo, Hesenanlı Halid Bey, Hasan Hişyar Sertî, Fehmi Bilal, Ferzende Bey, Elmecid Beye Sipki, Şeyh Ahdülkadir, Alişan Bey, Alî Şer Efendi, Qazi Muhammed, Mela Mustafa Barzani ve daha isimlerini yazmadığım Kürd liderlerinin hepsi medreselerde yetişmiş ve toprağa bağlı milliyetçidirler. Ancak isimleri zikrettiğim Kürd önder ve aydınlarının toprak temelli milliyetçilik bilinci 1900’lı yılların başındaki Türk, Balkan ve Arap milliyetçiliği kadar gelişkin olmadığını da söylemek yanlış olmaz. 

            Burada bir tespitte daha bulunmak istiyorum. İsimlerini yazdığım bütün bu liderler eğer İmparatorluğun idari ya da askeri organlarında görev alsalardı, hiçbiri idam edilmezdi. Örneğin Mela Mustafa Barzani eğer kendi vatanında medreselerde değil de Bağdat ya da İstanbul’da eğitim görmüş olsaydı her mevkiye gelir, general de olurdu ancak ölümsüz ulusal lider Mela Mustafa Barzani olmazdı. Aynı şekilde Qazi Muhammed içinde söyleyebiliriz. Burada altını önemle çizmek istediğim bir olgu da diasporada ya da sömürgeci ülke metropollerinde okuyan, eğitim gören ve bürokraside görev alan Kürd aydın ve ileri gelenlerinin sömürgecilerin kendilerine sunduğu konfor alanları ile ilgili birkaç not düşmek istiyorum. Osmanlı Devlet yetkilileri sürgüne gönderdikleri Mir ailelerinin ileri gelenlerini, onların çocuklarını Osmanlı eğitim sisteminden geçirerek mutasarrıf, askeri komutan, kaymakam vb mevkilere konumlandırması ve onlara İstanbul’da lüxs köşkler ve konaklar vererek konfor alanları oluşturmasının altında yatan gerçek onları asimile ve rehabilite etmektir. Bu nesnel durum Osmanlı eğitim sisteminden geçen ve konfor alanları olan bu aydınların bulundukları yerleri bırakıp ulusal mücadeleye katılmalarını zorlaştırmıştır. Bugün Türk eğitim sisteminden geçip Türk parlamentosuna giren ve o konforu yaşayan Kürd parlamenterlerin büyük bir kesiminin Türkiyeci olmaları bundandır.  Ve bu süreci yaşayanlarda bu nedenle toprak temelli milliyetçilik gelişmemiştir. Kuşkusuz İhsan Nuri Paşa, Nuri Desimi ve son anda mücadeleye katılan Kör Hüseyin Paşa gibi istisnai örnekleri de kayda almak gerekir.

        İşte bu yüzden 1900’lı yılların başında toprağa bağlı milliyetçiliği savunan Arap, Yunan ve Bulgar aydınları bağımsız devlet talep ederken, Kürd aydınlarının ezici çoğunluğu, Osmanlı'nın birliği içinde dil ve kültürel haklar talep etmişlerdir, özgürlük ve bağımsızlık talep etmemişlerdir.  Ancak, Mekke emiri Şerif Hüseyin, İngiliz askeri diplomatlarla yaptığı diplomasi çalışmalarında "Biz Osmanlıyı istemiyoruz, padişahı istemiyoruz, halifeyi istemiyoruz, bağımsız bir devlet olmak istiyoruz" talebiyle hareket ederek kendisi Suudi kralı, büyük oğlu Abdullah Ürdün kralı küçük oğlu Faysal Irak kralı olmasıyla sonuçlanmıştır. Yani bir baba iki oğul üç devletin sahibi olmuşlardır. Bu süreçte, Türk aydınları da Osmanlı'nın dağılmasını istemiş ve bir Türk devleti kurulması için mücadele etmiştir. Balkan ulusları da aynı şekilde Osmanlı'nın dağılmasını istemiş ve sonuçta bağımsızlıklarını kazanmışlardır.

           Eğer 19. yüzyılın ortalarında Mirlikler tasfiye edilmemiş ve Kürd aydınları topraklarından koparılmamış olsalardı, muhtemelen Kürdistan'da toprak temelli milliyetçilik gelişecek ve Kürdler 1. Dünya Savaşı sırasında bağımsız bir devlete sahip olabilirlerdi. Osmanlı düşüncesi, bu durumu fark etmiş olacak ki Kürd toplumunun önde gelenlerini, öncülerini ve aydınlarını Kürdistan'dan çıkararak önlemler almıştır. Burada bir noktaya açıklık getirmek yararlı olacaktır. Osmanlı döneminde uygulanan politikanın ağırlık merkezi sömürgeci hegemonyadır. 19. Yüzyılın sonuna doğru sömürgeci politika Avrupa’da ve Osmanlı’da gelişmeye başlayan milliyetçilik akımıyla birlikte sömürgeci asimilasyon politikasına evrildi. 1870’ten sonra Diyarbakır’da kurulan Sübyan mektebinin kuruluşu bununla bağlantılıdır. Bu süreçte Kürdistan’dan Dersaadet’e gönderilen raporlarda Kürd mirlerinin ve aydınlarının niçin sürgün edilmesi açıkça ifade edilmektedir. Örneğin Prof Ahmet Kardam’ın «Cizre-Botan Beyi Bedihan Direniş ve İsyan Yılları» adlı kitabında geçen bir raporda şöyle ifade edilmektedir.

         Anadolu Ordusu komutanı ve Kürdistan Eyaleti sorumlusu Osman Paşa 12 Ağustos 1847 tarihinde kaleme aldığı raporu Prof Ahmet Kardam kitabında etraflıca anlatmaktadır.

Osmanlının "asi" kategorisine soktuğu Kürt soylularını sürgüne gönderme politikasının geçmişi Sultan Selim zamanına kadar uzanmakla birlikte, kişilerin değil, tüm hanedan ailelerinin çoluk çocuk bütün fertleriyle sürgüne gönderilerek bölgedeki "köklerinin kazın- ması" politikasının "teorik" bir temele oturtularak sistematikleştirilmesinin Bedirhan Bey'in yenilgisiyle birlikte başladığı ve Cumhuriyet Türkiye'sine miras bırakıldığı anlaşılıyor. Bedirhan Bey ile Han Mahmud ve beraberindekiler büyük bir kafile halinde İstanbul'a doğru yola çıkarılırken, Anadolu Ordusu komutanı Osman Paşa'nın kaleme aldığı 12 Ağustos 1847 tarihli raporda bu sürgün politikasının, "dört ayaklı akılsız Kürtler ve onların eşkıya liderleri" olarak özetlenebilecek gerekçesi şöyle formüle ediliyordu:

Bedirhan'ın tuttuğu yolun kötülüğü tarif edilecek gibi değildir. (...) O bakımdan gerek kendisinin ve gerekse onun münafıklık tasavvuruna sarsılmaz bağlılıkları apaçık olan hain avenesinin bundan böyle buralara [Kürdistan'a] asla ayak basmalarına izin verilemez. (...) çünkü bunlar öteden beri bu civarda çevreleri geniş kişiler oldukları gibi, çoğu Kürt taifesi de dört ayaklılar gibi olduklarından ve sözü geçen kişilerin eşkıyalığa sevk edici sözlerinin peşinden gidip onların yerini alacaklarından, diyelim bundan 20 sene sonra içlerinden biri affedilip bu semtlere gelecek olsa, akılsız Kürdistan ortamında çeşitli karışıklıklar yaşanabilir. (...) bunların asla ıslah olmayı kabul etmeyecekleri kanıtlanmıştır. O nedenle, bundan sonra uygun görülecek meskenlerinde sürekli koruma altında tutulmaları ve yazışıp haberleşemeye bile fırsat bulamamaları şart görülmektedir.

Osman Paşa'nın önerdiği sürgün politikasının iki temel dayanağı olduğu görülüyor. Birincisi, halkı eşkıyalığa sevk edenler, "ıslah edilmeleri mümkün olmayan" Kürt beyleridir. İkincisi, Kürtler "dört ayaklılar gibi akılsız oldukları için" bu beylerin peşine takılmaktadırlar. O halde, beyler tüm aile fertleriyle birlikte, Kürdistan'a bir daha ayak basmamak üzere sürgün edildiklerinde, Kürtleri zapturapt altına alıp Kürdistan'da asayişi sağlamak mümkün olacaktır. Nitekim daha şimdiden, "Bohtan ile Van tarafları ... sıkıntıdan tamamıyla arındırılmış ve fitne ve zulüm alevinin kıvılcımlarından eser kalmamıştır.

Osman Paşa'nın formüle ettiği bu sürgün politikası, iki temel gerekçesiyle birlikte, Dersaadet ve Sultan Abdülmecid tarafından aynen benimsenir: Meclis-i Has (26 Temmuz 1847): Hem Bedirhan Bey'in ve ailesinin ... hem de benzerlerinin ve yardakçılarının ne kendilerini ve ne de ailelerini oralarda bırakmak caizdir; cümlesinin oralardaki köklerini kazımak şarttır.[6]

Kürd Mirlerinin tasfiye edilmesi Kürdistan’ın yeniden işgal ve ilhak süreci başladıktan günümüze kadar devam eden tarihsel süreç içinde Kürd aydınlarının Kürdistan toprağından ve halkından koparılması uluslaşma ve Kürd milletinin düşün dünyasında büyük tahribatlar yaratmıştır. Bu kopuşun, toprak temelli milliyetçiliğin oluşmasını engelleyen önemli bir etken olduğunu, Kürd aydın çevresinin düşünce dünyasında etkili bir şekilde gözlemlemiş bulunuyoruz. Çarpıcı olduğu için bir örnek vermek gerekirse, Diyarbakır Emniyet müdürlüğü tarafından İstanbul’a sürgün edilen ve uzun süre İstanbul'da yaşayan Musa Anter'in "biz Bodrum'suz ve İzmir'siz yapamayız" demesi de bu gerçeği somutlamaktadır. Bu tahribatın etkisi günümüzde de devam etmektedir. Kürd aydınlarının Kürdistan’dan sürülmesi politikasına en çarpıcı örneklerden biri olduğu için Musa Anter örneğini verdim. İlginç olduğu için Musa Anter’ın bize yaptığı anlatımlardan bir anımı daha yazmak istiyorum. Yanılmıyorsan 1970 li yıllarda Diyarbakır Emniyet müdürü sokakta Musa Anteri görür ve ona Diyarbakırı terk etmesini ister. « Kürdler seni burada gördüğünde akıllarına Kürdçülük geliyor bu nedenle burayı terk edeceksin »der. Yıllar sonra Musa Anter tekrar Diyarbakır’a gelir. Bu sefer iki gün sonra katledilir. Bu çarpıcı örneği belleklerde kalmalı diye hatırlatmak istedim. Osmanlı-Türk düşüncesinin öncüleri, Kürd ileri gelenlerinin ve aydınlarının kendi topraklarından kopmasının, vatan temelli milliyetçi düşüncenin oluşmasını engelleyebileceğini düşünmeleri onların ne kadar uzak görüşlü toplum mühendisliği uzmanları olduklarını göstermektedir. Bu yüzden, özellikle Kürd Mir ve aydınlarının Kürdistan'dan kopmaları istenmiştir.



[1] Kürdistan Devriminin Yolu, PKK manifestosu, 1978, 6. baskısı, s. 104.

[2] Temel, Celal, İlk ve Orta Kuşak Kürd Önder ve Aydınlar, İstanbul: İBV, s. 67.

[3] A.g.e., s. 71.

[4] A.g.e, s. 78.

[5] A.g.e, s. 79.

[6] Kardam, Ahmet, Cizre-Botan Beyi Bedihan Direniş ve İsyan Yılları, İstanbul: Dipnot Yayınları: s. 375, 376

Bu haber toplam: 3793 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:17:59:57
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x