İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 30 Eylül'de İran halklarına yönelik bir video mesaj yayınladı. Bu mesajda, "İran halkı beklenenden daha erken özgürleşecek" ifadesini kullandı. Bu açık bir rejim değişikliği çağrısıdır. Ancak bunun nasıl gerçekleşeceği, İsrail’in bölgede oyun kurucu bir aktör olarak bu değişikliğe gücünün yetip yetmeyeceği, üzerinde durulması gereken en önemli sorudur.
İsrail, İran'ın vekil güçleri olan Hamas, Hizbullah ve Yemen'deki Husilerin savaşma kabiliyetlerini büyük ölçüde zayıflattı. Lakin İsrail'in bu askeri başarıyı kalıcı bir siyasi ve stratejik kazanca dönüştürüp dönüştüremeyeceği belirsizliğini koruyor. "Direniş ekseni" olarak adlandırılan yapı, İran İslam rejiminin varlığını ve güvenliğini korumaktadır. Bu mihverin etkisiz hale getirilmesi için İran rejiminin değişmesi gerekiyor.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 30 Eylül'de İran halklarına yönelik bir video mesaj yayınladı. Bu mesajda, "İran halkı beklenenden daha erken özgürleşecek" ifadesini kullandı. Netanyahu, daha önce de benzer konuşmalar yapmıştı. Ancak bu seferki mesajında, açık bir rejim değişikliği çağrısı yaparak retorik bir değişiklik sergiledi. Bu durum, Ortadoğu'daki güç dengelerini etkileyebilecek önemli bir siyasi hamle olarak değerlendirilebilir.
Bunun nasıl gerçekleşeceği, İsrail’in bölgede oyun kurucu bir aktör olarak bu değişikliğe gücünün yetip yetmeyeceği, üzerinde durulması gereken en önemli sorudur.
İkinci bir soru ise şu olabilir: ABD, İsrail'in bölgedeki stratejik konumunu ve güvenliğini sağlamada kritik askeri, diplomatik ve ekonomik destek sağlayan bir güçtür. Bu bağlamda, ABD’nin onayı ve desteği olmadan İsrail'in İran'da rejim değişikliği yapma kapasitesinin olup olmadığı sorgulanmalıdır.
Üçüncü soru; ABD'nin Irak’ta yaptığı gibi İran’da da bir rejim değişikliği yapmak isteyip istemediğidir.
Dördüncü soru ise, Washington’da Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında yekpare bir İran siyaseti olup olmadığıdır. Eğer ABD’nin İran konusunda devlet siyaseti yerine partiler siyaseti varsa, bu durumun İsrail'in İran’da rejimi değiştirme hedefine ulaşmasında zorluklar ve fırsatlar nelerdir?
Bu dört sorunun cevabı, ABD’nin Ortadoğu ve özelde İran siyasetindeki tavrıyla açıklanabilir. İsrail bölgede önemli askeri ve jeopolitik etkiye sahip olsa da, oyun kurucu rolü büyük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri ile olan ittifakına bağlıdır. İsrail, bazı durumlarda ABD’den bağımsız hareket edebilse de, ABD'nin siyasi ve askeri desteği olmadan varlığına yönelik tehditlerle başa çıkması zordur.
ABD'nin Ortadoğu politikası son zamanlarda önemli değişiklikler gösterdi. ABD, Afganistan'dan çekildi. Irak'taki varlığını azalttı ve Bağdat'ı Tahran'ın etkisine bıraktı. Suriye ve Rojava'daki askeri varlığının geleceği belirsiz. Bu durum, ABD'nin bölgedeki stratejisinin tutarlılığını sorgulamaktadır. Netanyahu'nun "İran halkının düşünülenden daha erken özgürleşeceği" iddiası ile sahadaki gerçeklik arasında bir uyumsuzluk göze çarpmaktadır.
Rejim Değişikliği Hedefleri
ABD’nin İran'da bir rejim değişikliği hedeflediğini söylemek şu an için mümkün değildir. Bazı Cumhuriyetçi siyasetçiler, İran topraklarında kuvvet kullanma fikrini dile getirmiştir. Ancak bu görüşler, Cumhuriyetçi Parti'nin genel siyasetine dönüşmemiştir. Hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar, doğrudan İran'a saldırmak yerine genellikle vekil güçlere karşı eylemleri veya gizli operasyonları tercih etmiştir. Örneğin, 2020 yılında Bağdat’ta İranlı General Kasım Süleymani'nin ABD tarafından öldürülmesi buna bir örnektir.
Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında belirgin bir fark vardır. Bu fark, İran ile ABD arasındaki nükleer anlaşma konusundaki yaklaşımlarında görülür. Her iki parti de İran'a karşı çeşitli araçlar kullanmaktadır. Bu araçlar diplomatik, ekonomik ve istihbari niteliktedir. Ancak partilerin uyguladığı siyasetin tonu farklılık gösterir.
Bu bağlamda, İsrail ile ABD arasında İran'da rejim değişikliği hedefinde belirgin bir ayrım bulunmaktadır. İsrail, İran'daki rejim değişikliği konusunda başta Doğu Kürdistanlı gruplar olmak üzere, İranlı muhaliflere destek verebilir. Hatta bu destek ve işbirliğinin olduğuna dair yorumlar da yapılmaktadır. Ancak sorun, bu desteğin Molla rejimini yıkmada ne kadar etkili olduğudur.
Eylül 2017'deki Kürdistan bağımsızlık referandumunu ve Kürdistan’ın bağımsızlığını açıkça destekleyen tek devlet İsrail olmuştur. İsrail'in bu desteği, Kürtlerin moralini yükseltse de iki önemli alanda beklentilerin gerisinde kalmıştır.
İsrail, ABD yönetimini Kürdistan’ın bağımsızlığını desteklemeye ikna edememiştir. ABD, Bağdat hükümetinin yanında yer almıştır. Bu durum, İsrail'in desteğinin etkinliğini sorgulattığı gibi bölgesel aktör olarak konumunu da zayıflatmıştır.
Ekim 2019'da dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın Rojava Kürdistanı’ndaki Amerikan askerlerinin bir kısmını çekme kararı, Türkiye’nin Serê Kaniyê ve Girê Spî’yi işgaliyle sonuçlanmıştır. İsrail, Trump’ı bu kararından vazgeçirmeye çalışmış ancak başarılı olamamıştır.
İsrail'in Lübnan'a yönelik hava saldırılarının beşinci günü, 27 Eylül 2024'te, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda bir konuşma yaptı. Konuşmasında iki harita gösterdi.
İlk haritada, İsrail ve Arap ortaklarının Asya ile Avrupa'yı birbirine bağlayan bir kara köprüsü oluşturduğunu gösterdi. Bu köprü, Hint Okyanusu'ndan Akdeniz'e uzanıyor. Netanyahu, bu projeyi, iki milyar insanın yararına hizmet edecek demiryolları, enerji boru hatları ve fiber optik kabloların döşeneceği bir gelecek vizyonu olarak tanımladı.
İkinci haritada ise Netanyahu, İsrail'in karşılaştığı tehditleri vurguladı. Bu tehditlerin İran ve destekçileri tarafından Irak ve Suriye'den geldiğini ifade etti. ABD, Ortadoğu politikasını revize etmeden, İsrail'in tek başına bu tehditlerle başa çıkması mümkün gözükmüyor. Bu üç devlette Kürtlerin toprakları var ve ulusal demokratik hakları için mücadele etmektedirler.
ABD'nin Irak'taki varlığı, 20 yılı aşkın bir süredir devam etmektedir. Bu durumun arkasında farklı gerekçeler bulunmaktadır. En önemli gerekçe, IŞİD'le mücadeledir. Ancak IŞİD'in büyük ölçüde yenilgiye uğratılması ve bölgedeki etkisinin azalması, bu argümanının geçerliliğini sorgulamaktadır.
ABD'nin bölgesel bir güç olarak rolünü ve sorumluluklarını yeniden tanımlaması gerekmektedir. ABD'nin Irak ve Suriye'de varlığını sürdürmesinin temel nedenleri şu şekilde sıralanabilir: IŞİD ile mücadele yanında, İsrail'in güvenliğini sağlama, Kürtlerle müttefiklik ilişkisini koruma ve İran, Rusya ve Türkiye gibi bölgesel güçlere karşı denge unsuru oluşturma. ABD bu stratejik adımları atmazsa, İsrail'in tek başına İran'daki muhaliflere destek vererek rejim değişikliği gerçekleştirmesi mümkün olmayacaktır. Ayrıca, diğer bölgelerdeki Kürdistanlı aktörlerin istemeyerek de olsa İran'ın siyasi nüfuzu altına girme riski ortaya çıkabilir.
ABD'nin İran'a yönelik hatalı politikalarının bedelini bugün İsrail, Güney Kürdistan, Irak muhalefeti ve iki devletli çözümü savunan Filistinliler ödemektedir. Bu durum, bölgedeki dengeleri etkileyen önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
ABD'nin, stratejilerini ve politikalarını sadece kendi ulusal çıkarları doğrultusunda değil, aynı zamanda bölgedeki müttefiklerinin güvenliği açısından da gözden geçirerek Ortadoğu siyasetini yeniden şekillendirmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, Netanyahu'nun "İran halkı beklenenden daha erken özgürleşecek" sözleri, soyut bir temenniden öteye gitmeyecektir.
X: @cetin_ceko