Ortadoğu’da önümüzdeki onyıllar on milyonlarca insanın kaderini biçimleyecek, bazı ülkeleri yeniden yapılandıracak ya da bitirecek cinsten, 21.
Bu, bence kesin. Ama bu gelişmelerin neresinde, hangi aşamasındayız? Bunlar daha ne kadar devam edecek ve nerede, nasıl noktalanacak. Bunları bilmiyorum. Kimse de bilemez. Bilinebilmesi de mümkün değil.
Tarihin inşa ya da yeniden inşa süreçleri tamamlanmadan ve bunlar geriye bakılarak yorumlanabilecek kıvama gelmeden, içinden geçildiği sırada, süresine ve sonucuna dair kesin belirlemeler yapılamaz.
Ama, olan-bitene teşhis konabilir. Teşhisi koyanlar, “siyasi karar vericiler” ise ve koydukları teşhis isabetsiz ya da yanlış ise, bunun faturası, yönettikleri ülkeler ve o ülkelerin insanları tarafından çok ağır bir maliyetle ödenir.
Örneğin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bölgede olan-biteni tarif ederken “yüzyıllık hesaplaşma”dan söz etmesi tümüyle yanlış değildir. Konunun böyle bir “boyutu” mevcut.
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni bitiren ve bölge sınırlarını çizen –Sykes-Picot kastediliyor- “emperyalist güçler” bölgede sınırları yeniden çizme peşinde, Tayyip Erdoğan’a göre.
Sykes-Picot düzeninin, neredeyse tam 100 yıl sonra aşındığı ve Soğuk Savaş sonrasında Sovyetler Birliği ve Yugoslavya, iki Almanya ve Çekoslovakya ortadan kalktıktan, yani Avrupa sınırları yeniden çizildikten sonra, Ortadoğu’da da sınırların yeniden çizilmesi ihtimali “tarih gündemi”ne girdi. Çünkü son 100 yıl içinde Avrupa sınırları ne vakit yeniden çizildiyse, Ortadoğu’da sınırlar yeniden çizilmişti.
Ama, bunun ABD ve diğer Batılı güçlerin yani “emperyalistler”in bir “dizaynı” olduğundan hareket ederek, “Mesele Kobani değil, Türkiye” hükmüne varırsanız, bundan çıkaracağınız sonuç ne olabilir?
Türkiye, güvenlik alanında, başını ABD’nin çektiği NATO’nun “Ortadoğu jeopolitiği”ndeki tek üyesi. “Stratejik siyasi projesi” şayet AB tam üyeliği ise, Amerika’nın yanısıra Avrupalılar da “stratejik müttefikleri”.
Ama bunlar bir yandan da, aslında tıpkı Birinci Dünya Savaşı sonunda olduğu gibi “Türkiye’yi parçalamak isteyen emperyalist güçler” ya da “uygarlık kimliği” ve “siyasi-kültürel” ifadesiyle “Batı” ise, hesaplar değişir. Değişmek zorunda.
Tayyip Erdoğan’ın ikide bir “Mesele Kobani” değil demesinin, PYD’yi, PKK’nin de önüne eklemeyi ihmal etmeden“terörist” sıfatı ile birlikte anmaya başlamasının üzerinde durmakta yarar var. Türkiye’nin cumhurbaşkanı, bunların da arkasında yer alan bir “üst akıl”dan söz ediyor.
Türkiye aleyhine “Ortadoğu’da sınırları yeniden çizdirtecek” olan bu “üst akıl”ın ya da “Batılı emperyalist güçler”in kullanacağı “enstrüman”, kimi zaman PKK, PYD, Kandil diye belirtiliyor, kimi zaman da “Kürtler” imasıyla kullanılıyor.
MHP lideri Devlet Bahçeli, Tayyip Erdoğan’ı Kürtler konusunda çok sert biçimde eleştirmekle birlikte, o da benzer sonuçlara varıyor. Üstelik, “Ortadoğu fotoğrafı”nı doğru gördüğü halde.
IŞİD’in nasıl ortaya çıktığını, şu doğru tespite dayandırdı dünkü konuşmasında:
“Mezhep gerilimi, mezhep karşıtlığı, mezhep kutuplaşması pimi çekilmiş bomba gibi neredeyse saat başı patlamaktadır… İster Sünni, ister Şii olsun; mezhepçi bakış ve yaklaşımlar İslamiyet’in iliğini kurutmakta, kanını emmektedir. İslam Dünyası’nın şu an ki durumu tam bir felaketi işaret etmektedir.
IŞİD gibi terör örgütleri böylesi bir zeminden yeşermiştir. Şii de Müslüman, Sünni de Müslüman’dır. O halde paylaşılamayan nedir? Camileri ve türbeleri havaya uçurmak, canlı bombalarla cana ve mala kastetmek; Yüce Allah’ın hangi buyruğunda yazılıdır? Allah diyerek kafa kesmek, besmele çekerek hırsızlığa ve hıyanete ortak olmak nasıl bir aklın ve anlayışın ürünüdür?”
Bu doğru fotoğraf okumasından sonra şu sözlerle “kısmen doğru” sayılabilecek bir değerlendirmeyi dile getiriyor:
“Asırlar önce yaşanan olayların kızgınlığıyla alevlenen vekalet savaşları devamlı körüklenirken, Washington’da, Londra’da, Berlin’de, Paris’te Müslümanlar için defin merasimi hazırlığı hızla sürmektedir.
Ortadoğu’daki petrol kuyularının etrafında vızır vızır dolaşan emperyalist acımasızlık, iç bölünmeleri kaşıyarak, tahrik ederek ve kışkırtarak amacına ulaşmanın hevesindedir. Maalesef İslam toplumları da buna alet olmaktadır.”
Buradan yola çıktıktan sonra o da, iktidar sahipleri gibi “hainler” sözcüğüne sarılıp, bildik söylemine geçiş yapıyor:
\"Kobani\'den kaçarak Türkiye’ye sığınanlarla beraber bazı hainler peşmergeye karşılama törenleri düzenlerken Obama’ya sevgi gösterisinde bulunmuşlardır… Anlaşılan odur ki, Kürdistan’ın inşası için ABD bizzat devreye girmiştir…”
Peşmerge’ye Habur-Suruç arasında geçtikleri yerlerde, Nusaybin’de, Kızıltepe’de, Viranşehir’de, Urfa’da gösteri yapanlar kimlerdi? Bizim sağ-siyaset adamlarının diliyle söylersek “Kürt kardeşlerimiz”.
Kobani’ye birkaç yüz metre mesafeden, NATO’nun ikinci büyük ordusu, Kürtlerin katliam ile karşı karşıya kaldıkları gelişmeleri tanklarını yığıp seyrederken ve tüm dünya televizyon ekranlarından bu görüntüleri bir aydır hergün verilirken, ABD’nin “Kobani direnişi”ne uzun süre yalpaladıktan sonra destek çıkmasından ötürü de, peşmerge geçişi sırasında “Biji Obama” diye bağıran da aynı insanlar. Bölge halkı. Vatandaşlarımız.
Ne var ki, işleri bu noktaya vardıran, Türkiye’nin adeta tepeden tırnağa “tarihi bir yeniden inşa dönemi”ne girmiş olan Ortadoğu’da sürdürülmesi imkânsız politikalarda ortaya koyduğu yanlış tavır oldu.
Kobani’ye atfen adetâ bir “temenni” çağrışımı yaparcasına “düştü, düşecek” diye konuşan, hatta adını bile öncelikle, Arapların kullandığı haliyle “Ayn el-Arap” olarak telaffuz etmeye özen gösteren bir “Türk-Sünni üst-akıl”ı,“Ortadoğu’nun yeni dinamikleri”ni derinlemesine değerlendireceğine, tam tersine belirgin bir “stratejik yüzeysellik” ile ele alıp, Batılı ittifaklarına da hoyratça yaklaşınca, “ABD-Batı ile Kürt izdivacı”na zemin sundu.
Türkiye’nin “Kürdistan” kavramı ile ittifakı yerine, nihai olarak kendisini de zayıflatacak bir role mevcut iktidarın eliyle sokulması, Cemil Bayık’ın Sterk TV röportajındaki şu tespitini beraberinde getiriyor:
“… Uluslararası alan DAİŞ’e (IŞİD) karşı koalisyon kurdu, Türkiye’nin de girmesini istedi… Türkiye ona girmedi. Fakat uluslararası koalisyon güçleri Türkiye’yi bu koalisyona girmesi ve koridor açması için sıkıştırdı. Türkiye buna hep ayak diredi ve çeşitli şartlar ileri sürdü… Türkiye’nin burada amacı.. uluslararası koalisyonu DAİŞ’ten ziyade Rojava güçlerine, PKK’ye ve Kürtlere karşı yöneltmekti. Tabii ki uluslararası güçler Türkiye’nin bu taktik manevralarını çok iyi gördüler ve onun için tavır koydular.”
Bayık, söyleşinin bir başka yerinde, “uluslararası koalisyon”un açısından bakıldığında “sahadaki” durumu, “YPG ile ilişki kurmaları doğru bir tutumdur” diye ifade ederek, bunun “uzun bir yol arkadaşlığına dönüşmesi”nin mümkün olabileceği üzerinde duruyor.
Yani, ABD ile Kürt siyasi hareketinin önünde “yol arkadaşlığı” ihtimalinin altını çiziyor.
Bu, bölgedeki herşeyi köklü değişikliklere uğratacak önemde bir gelişmeye ve “süreç”e işaret eder.
Henüz olan bir şey değil. Olabilir mi?
Yarın devam edelim…
Cengiz Çandar:Radikal