Evet tahmin edildiği gibi Selahattin Demirtaş'tan bahsediyoruz. politik arenaya, genç bir avukat olarak bu ülkenin siyaset merdiveninin basamaklarını hızlı bir şekilde tırmanarak Kürt ulusal haklarını savunmak iddiasıyla ortaya çıkmış bir partinin (HDP) eş başkanlığına kadar yükselmiş olması, bu coğrafyada demokratik teamül ve kuralların sadece kağıt üzerinde olduğu realitenin bambaşka seyir izlediği bu coğrafya da kişilerin öz yetenekleriyle bazı makamlara gelmelerinin mümkün olmadığını, bu yeteneklerin böylesi makamlara gelmek için çokta önemli olmadığı gerçeğini sanırım herkes bilir. Bu ülkede tekçi ve ceberut devlet düzeninde ancak gücü elinde bulunduran muktedirlerin oluru ve vesayetiyle böylesi makamlara gelinebileceğini anlamak çok zor bir şey değil. Yetenek, bilgi ve becerileriyle böylesi makamlara gelmek için, tabir caizse deveye hendek atlatmak gibi bir maharet ister. Selahattin Demirtaş, soğuk savaş döneminde ortaya çıkmış ve totaliter ideolojiyi kendine rehber edinmiş PKK'nin yasal siyasal kolu olan HDP de siyasete başlamıştı. Bir koalisyonlar partisi olan HDP, eş başkanlık kurumu ve parti sözcülerini, tabanın istek ve arzuları doğrultusunda değil, 1970'lerden kalma ve hala devrimci şiddet yoluyla iktidara geleceklerine inanmış marjinal bazı Türk sol fraksiyonların ve PKK'nin yönetim yapısının belirledikleri, bir partiydi HDP. Devamı olduğu bundan önceki partiler gibi kapatılacağını anladıktan sonra DEM'i kurdular. Kuruluş amacı da tekçi ve inkarcı devletin yüz yıldan beri gasp ettiği Kürt ulusal haklarının tanınmamasını inatla sürdürdüğü için çatışma ve operasyonlarda on binlerce Kürdün katledilmesi, milyonlarcasının yerlerinden yurtlarından edinilmesi, Kürtler ile devlet arasında gittikçe açılan duygusal kopuşu önlemek ve bu kopuşu tamir etmek için hem Türk marjinal Solu’nun hem de PKK'nin siyasal ve ideolojik amaçlarına da uygun ideolojik bir söylem geliştirerek kurulmuştu. Amacı belliydi. Kürtleri "Türkiyelileştirmek" ti. Yani bu plan Kürtleri devlet ile uyumlaştırma planıydı. Türk derin devletinin bu partide iki kontenjan temsilcisi olduğu yönünde yaygın bir kanaat vardı. Geçenlerde geçirdiği bir kalp sorunu nedeniyle hayatını kaybeden Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan. Eşbaşkanlar, sözcüler ve milletvekilleri değişmesine rağmen, bu iki isim uzun yıllar banko olarak kilit noktalardaki görevlerini sürdürmüşlerdi.
Selahattin Demirtaş, son elli yılda gelmiş-geçmiş en popüler, dinamik ve aynı zamanda pratik zekâ sahibi genç bir politikacısıydı. Üslubu da mevcut Türk ve Ortadoğu politikacılardan çok farklıydı. Espirektüel ve zeki bir insandı. Şahsen ondan çok umutluydum. Kürtlerin onu desteklemelerini, bu vasıta ile PKK nin vesayetinden kendisini sıyırabileceğine inanmıştım. Son açıklamaları beni hayal kırıklığına uğrattı ve yanılttı. Cezaevine konulmadan önce söylemleri diğerlerine göre çok daha Kürdistaniydi. 2017 yılında içinde Kandil, İmralı, derin devlet ve Erdoğan'ın yer aldığı siyasi komploya uğrayarak hapse atılması, çok acıklıydı. Bu durumun üzerine bir makale yazmıştım. Başlığı "Selahattin Demirtaş ve Seherin dramı" idi. Bu makaleyi "Sosyolojik ve Felsefi Aforizmalar" adıyla kitaplaştırmış bir tanesini de meslektaşım Dr. Selçuk Mızraklı vasıtasıyla kitabı onlara göndermiştim. Dr Selçuk Mızraklı, dostları vasıtasıyla kitapları aldıklarını (İçinde son iki romanımda vardı) bana teşekkürlerini sunmuştu. Adı geçen eleştiri yazısının bir bölümüne buraya da alıyorum; "...Selahaddin Demirtaş'ın üslubu ve karizmatik kişiliği, tarih boyunca çok ağır mağduriyetler yaşayan Kürtler ve Türkiye'nin diğer mağdurlarının umudu olma yolunda heyecanlı bir hareketlilik getirmişti. 2015 seçimlerinde Demirtaş'ın başkanlığındaki HDP, meclise 80 milletvekili gönderdi. Selahaddin Demirtaş, gençliğinin ve tecrübesizliğinin vermiş olduğu -ya da zafer sarhoşluğu havasına kapılarak- siyasi rakibi olan Erdoğan ile sanki kişisel bir husumet yaşıyormuş gibi hareket ederek büyük bir hataya düşmüştü."
"Oysa Kürtlerin ulusal özgürlük sorunları Erdoğan'ın kişisel tasarruflarıyla veya isteğine bağlı bir şey değildi. Bu durumun yegâne müsebbibi ceberut ve inkârcı devletin bizzat kendisiydi. Bu bağlamda mevcut Türk partilerinin hangisi -Hatta HDP bile- iktidara gelse, Erdoğan'ın yürütmüş olduğu politikalarından çok ta farklı bir politika izleyemezlerdi. Demirtaş’ın böylesi bir çıkışı, onun siyasi hayatındaki en büyük yanlışlarından biriydi. Oysa Kürtlerin dilsiz ve kimliksiz bırakılmasının süreci Erdoğan’la başlamamış onunla da bitmeyecekti. Örneğin Kılıçdaroğlu veya başka bir Türk politikacısı iktidarda olsa Kürd/Kürdistan sorunu Erdoğan yönetiminden çok daha iyi bir yerde olmayacaktı. Belki daha da kötü olurdu. Selahattin Demirtaş, böylesi bir siyasi öngörüsüzlük sergileyerek Erdoğan'ı kişisel bir hasım gibi görme hatasına düştü. Olayı gayet basitleştirerek bu tarihsel olayı, kişiselleştiren ve dönemin iktidardaki şahısları düşmanlaştıran yanlış bir yola saptı. Onu bu yola sevk eden dürtü, totaliter örgüt ve Kemalist Türk solunun ideolojik dayatması sonucuydu "Seni başkan yaptırmayacağız" dedikten daha doğru bir ifadeyle muhtemelen dedirtildikten sonra aynı zamanda siyasi hayatının sonunun yolunu da açmıştı. Oysa ülke tarihinde bir ilk olarak ülkenin diğer mağdurlarının da desteğini arkasına almış, ona oy vererek bir başarıyı kazanmış, hükümette etkili olabilecek bir koalisyon ortaklığı konumuna yaklaşmıştı. Hükümet kurma arifesinde kendi partisinin kapılarını kapatarak; "AKP ile kesinlikle koalisyon kurmayacağız" diyerek hata üzerine hataları tekrarladı. AKP ve lideri Erdoğan'ın 13 yıllık iktidarı boyunca Kürt muhafazakarlardan çok ciddi oranda oy almıştı. 2015 seçimlerinde bu destek oldukça zayıfladı. Erdoğan ve Partisi ilk kez meclis çoğunluğunu kaybetmişti."
2017 de ona yönelik bu eleştirileri sıralamıştım. Selahattin Demirtaş, Bu süreçte daha da kendisini geliştirip olgunlaşmasını beklerken, Kendisinin ve toplumunun inkarına varan bir yalvarma ve itirafçılığa savrulmuş bir şekilde karşımıza çıkmış olmasıydı. Tıpkı Öcalan'da olduğu gibi. Şimdi bazı kesimler, "Demirtaş da bir insan, gençliğini hapiste çürütmeye çalışıyorlar. Aslında bu Selahattin Demirtaş'ın gerçek niyeti değil, politika yapıyor" diye savunuyorlar. Bu savunma ve bahaneleri anlamak mümkün değildir. Büyük davalarda, insanların hayatları üzerinde politika yapan samimi ve onurlu kişiler, böylesine bir savrulmaya düşmezler. Evet insanlar hatalar ve yanlışlar yapar, bunu fark ettiklerinde onun arkasında duran milyonlarca insanın sorumluluğu çerçevesinde hareket ederler. Bu hatalarını bir süzgeçten geçirip, samimi özeleştiri vermeleri lazım. Demirtaş böyle bir özeleştiri vermiş midir? Hayır. Bir önceki seçimde aday olmayarak açık bir şekilde CHP’nin kuyruğuna takılıp Kılıçdaroğlu'nu desteklemiş, Kürtler kendi şehirlerinde %60-70 varan tulum oy vermelerine rağmen Kılıçdaroğlu'na oy vermeyen bilumum ulusalcı-Kemalistler ve ırkçılar, Kürtleri suçlayıp hakaretler yağdırmışlardı. Kılıçdaroğlu %0 5lik bile olmayan oy potansiyeline sahip ultra ırkçı Ümit Özdağ ile resmi protokol imzalamıştı. Selahattin Demirtaş, Kürtlerin ondan beklediği başı dik onuru dik bir duruş sergilememiş, iktidara adeta yalvaran bir pişmanlık sergileyerek, Kürtlerin onuruyla oynamıştır. Dünyanın en bağnaz tekçi ve inkarcı devletine adeta yalvararak, Kürtlere "Soyadımız Türkiye nokta" diyebilecek kerteye gelmiştir. Kürtlerin çoğunluk kesiminde bu itiraf ve yalvarmaların hiç birinin kıymeti harbiyesi yoktur. Demirtaş soyadını "Alpaslan" veya "Oğuz" olarak ta değiştirebilir. Bu onun doğal bir hakkıdır. Ama Kürtlerin tamamını içine katan çoğul bir ifade Kullanarak Bunu Kürtlere de mal etmesi ahlaki değildir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.