Nurculuğun devletleşmesi-Mücahit Bilici

İslamcı olmayanbir imani akım olarak Nurculuk anlaşılmadan Türkiye’yi anlamak mümkün değildir.

09.04.2014, Çar - 12:22

Nurculuğun devletleşmesi-Mücahit Bilici
Haberi Paylaş
İslamcı olmayanbir imani akım olarak Nurculuk anlaşılmadan Türkiye’yi anlamak mümkün değildir. Nurculuk nedir, Bediüzzaman Said Nursi kimdir gibi soruların akla geldiğinin farkındayım. İnşallah ileride bu konuları yazma imkânı olur. Bu yazıda dikkat çekmek istediğim husus, Nurculuğun bu son hiperpolitik dönemde siyasi bir malzeme olarak kullanılmasıdır. Hatta ondan da öte Nurculuğun devletleşmesi gibi bir sorunun ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Gülen Cemaati’nin, kendi dışındakilerin itiraz ve kaygılarını dikkate almayan ve gücün kibriyle yaptığı Risale-i Nur’u sadeleştirme yanlışının son dönemde siyasi kutuplaşmada araç olarak kullanımına şahit olduk. Cemaat’in hem Nurcu gelenekle bağının kopartılması hem de başka sebeplerle kendisine yöneltilen şeytanlaştırıcı suçlamaların, Nurcu cenahtan tasdiki için Cemaat’in bu yanlışı fazlasıyla abartıldı. İki kitabını say dense sayamayacak isimler Said Nursi sevenler derneği başkanı edasıyla konuşurken, Bediüzzaman’ın ismini anmasalar da onun iman hizmetini (ister buna yararlanma deyin, ister ikinci dereceden tebaiyet deyin farketmez) uygulamaya çalışan Gülenciler neredeyse Nur’lara düşman şerirler gibi sunuldu. Cemaat sadeleştirme kibrine bu kadar kapılmasaydı, Nurcuları da mobilize ederek Cemaat’i bu kadar şeytanlaştırmak belki de mümkün olmazdı. Yine de konumuz Cemaat’in yediği tokattan ziyade, Cemaat öfkesiyle veya onu bahane ederek siyasi rüzgârlara kendini yaprak eden Nurculardır.

Bugüne kadar Bediüzzaman’ın eserlerini, yani Risale-i Nur Külliyatı’nı basan onlarca yayınevi var. Bunlara son dönemde İşaratü’l-İ’caz eserini basmakla Diyanet İşleri Başkanlığı ile devlet de katıldı. Buna Nurcular haklı olarak sevindiler. Ancak şimdi devletin Risalelerin basımını tekelleştirme yolunda çalışmalar yürüttüğü ve bir süredir çeşitli yayınevlerine bandrol vermediği yolunda haberler geliyor. Risalelerin telif hakkının (Bediüzzaman’ın akrabaları bile olsalar) bazı şahıslara veya devletin örgütlediği, onun denetimindeki bir komisyona verileceği söyleniyor. Eğer bu haberler doğruysa ortada çok ciddi bir hata var.

Risaleleri devlet basmak isterse basabilir. Çünkü devlet Risalelere ihtiyaç hissedebilir ama Risaleler devlete muhtaç değildir. Risaleler sivildir ve hep sivil kalmalıdır. Risale-i Nur’lar umumun malıdır. Risalelerin hukuki olarak telif hakkı kendisinde olan bir özel veya tüzel kişilik de bildiğim kadarıyla yoktur. Zaten Kur’ani hakikatleri anlatan bu kitaplar evrenselleşmiş eserlerdir. Basım-yayımından para kazanan Nurcu yayınevlerinin veya bazı cemaatlerin kazançları da kendilerine helal olsun. Ama Risale yayınını devletin veya devletin seçtiği birilerinin iznine/denetimine bağlamak tek kelimeyle körlüktür. Yarın öbür gün bu devlet senin sevmediğin birilerinin eline geçerse ne yapacaksın?

İhtiyaç duyulan şey şudur: Sivil bir uzmanlar heyeti oluşturup Risale-i Nur’ların orijinallerini ortaya çıkarmak, çeşitli yayınevleri arasındaki basım farklarının köken ve tarihçelerini ortaya koymaktır. Böyle bir heyetin amacı Risalelerin tarihinin bir parçası olan “ekleme, çıkarma, değiştirme” şüphe ve ihtimallerinden herhangi birisinin araştırılabilir bulgularını objektif ve saygın bir ilmi heyetin tetkikiyle kayda geçirmektir. Değişik nur cemaatlerinin önereceği uzman isimlerden teşekkül edebilir böyle bir komisyonun kesinlikle sivil olması gerekir.

Başka bir sebep olmasaydı bile sadece Kürt veKürdistan kelimelerinin kimi yerlerde Bediüzzaman’ın kendi tasarrufu dışında müdahaleye uğradığı yönünde uzun zamandır sözkonusu olan şüphelerin tatminkâr bir şekilde cevaplandırılabilmesi için böyle bir komisyona ihtiyaç vardı.

Risale yayımını bir tekelin denetimine vermek, Nurcu geleneğin resmî söyleminin dışında kalan ve Türk milliyetçiliğinin etkisinde uzun süre kalmış hâkim grupların aksine olarak Bediüzzaman’ın Kürdistani boyutunu vurgulamaktan çekinmeyen Zehra Yayıncılık gibi yayınevlerini de susturmak anlamına gelecektir.

Eğer sadeleştirme hatasını durdurmanın yolu, Risale neşriyatını devletin denetimine sokmak ise herkes şahit olsun ki ben buna karşıyım. Bazı Nurcuların sivil olarak gösterdikleri kimi milliyetçi hassasiyetleri, devletin resmî hâliyle ziyadesiyle taşımayacağının garantisi var mıdır? Son dönemde siyasete vagon olmaktan rahatsız olmayan kimi nurcular umulur ki bu sorunun boyutlarını görürler ve Nurculuğu devletleştirme teşebbüsünden vazgeçerler.

NOT: Mısır’da siyasi esirlerini idama hazırlanan darbe rejimini tel’in ediyorum.

İslamcı olmayanbir imani akım olarak Nurculuk anlaşılmadan Türkiye’yi anlamak mümkün değildir. Nurculuk nedir, Bediüzzaman Said Nursi kimdir gibi soruların akla geldiğinin farkındayım. İnşallah ileride bu konuları yazma imkânı olur. Bu yazıda dikkat çekmek istediğim husus, Nurculuğun bu son hiperpolitik dönemde siyasi bir malzeme olarak kullanılmasıdır. Hatta ondan da öte Nurculuğun devletleşmesi gibi bir sorunun ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Gülen Cemaati’nin, kendi dışındakilerin itiraz ve kaygılarını dikkate almayan ve gücün kibriyle yaptığı Risale-i Nur’u sadeleştirme yanlışının son dönemde siyasi kutuplaşmada araç olarak kullanımına şahit olduk. Cemaat’in hem Nurcu gelenekle bağının kopartılması hem de başka sebeplerle kendisine yöneltilen şeytanlaştırıcı suçlamaların, Nurcu cenahtan tasdiki için Cemaat’in bu yanlışı fazlasıyla abartıldı. İki kitabını say dense sayamayacak isimler Said Nursi sevenler derneği başkanı edasıyla konuşurken, Bediüzzaman’ın ismini anmasalar da onun iman hizmetini (ister buna yararlanma deyin, ister ikinci dereceden tebaiyet deyin farketmez) uygulamaya çalışan Gülenciler neredeyse Nur’lara düşman şerirler gibi sunuldu. Cemaat sadeleştirme kibrine bu kadar kapılmasaydı, Nurcuları da mobilize ederek Cemaat’i bu kadar şeytanlaştırmak belki de mümkün olmazdı. Yine de konumuz Cemaat’in yediği tokattan ziyade, Cemaat öfkesiyle veya onu bahane ederek siyasi rüzgârlara kendini yaprak eden Nurculardır.

Bugüne kadar Bediüzzaman’ın eserlerini, yani Risale-i Nur Külliyatı’nı basan onlarca yayınevi var. Bunlara son dönemde İşaratü’l-İ’caz eserini basmakla Diyanet İşleri Başkanlığı ile devlet de katıldı. Buna Nurcular haklı olarak sevindiler. Ancak şimdi devletin Risalelerin basımını tekelleştirme yolunda çalışmalar yürüttüğü ve bir süredir çeşitli yayınevlerine bandrol vermediği yolunda haberler geliyor. Risalelerin telif hakkının (Bediüzzaman’ın akrabaları bile olsalar) bazı şahıslara veya devletin örgütlediği, onun denetimindeki bir komisyona verileceği söyleniyor. Eğer bu haberler doğruysa ortada çok ciddi bir hata var.

Risaleleri devlet basmak isterse basabilir. Çünkü devlet Risalelere ihtiyaç hissedebilir ama Risaleler devlete muhtaç değildir. Risaleler sivildir ve hep sivil kalmalıdır. Risale-i Nur’lar umumun malıdır. Risalelerin hukuki olarak telif hakkı kendisinde olan bir özel veya tüzel kişilik de bildiğim kadarıyla yoktur. Zaten Kur’ani hakikatleri anlatan bu kitaplar evrenselleşmiş eserlerdir. Basım-yayımından para kazanan Nurcu yayınevlerinin veya bazı cemaatlerin kazançları da kendilerine helal olsun. Ama Risale yayınını devletin veya devletin seçtiği birilerinin iznine/denetimine bağlamak tek kelimeyle körlüktür. Yarın öbür gün bu devlet senin sevmediğin birilerinin eline geçerse ne yapacaksın?

İhtiyaç duyulan şey şudur: Sivil bir uzmanlar heyeti oluşturup Risale-i Nur’ların orijinallerini ortaya çıkarmak, çeşitli yayınevleri arasındaki basım farklarının köken ve tarihçelerini ortaya koymaktır. Böyle bir heyetin amacı Risalelerin tarihinin bir parçası olan “ekleme, çıkarma, değiştirme” şüphe ve ihtimallerinden herhangi birisinin araştırılabilir bulgularını objektif ve saygın bir ilmi heyetin tetkikiyle kayda geçirmektir. Değişik nur cemaatlerinin önereceği uzman isimlerden teşekkül edebilir böyle bir komisyonun kesinlikle sivil olması gerekir.

Başka bir sebep olmasaydı bile sadece Kürt veKürdistan kelimelerinin kimi yerlerde Bediüzzaman’ın kendi tasarrufu dışında müdahaleye uğradığı yönünde uzun zamandır sözkonusu olan şüphelerin tatminkâr bir şekilde cevaplandırılabilmesi için böyle bir komisyona ihtiyaç vardı.

Risale yayımını bir tekelin denetimine vermek, Nurcu geleneğin resmî söyleminin dışında kalan ve Türk milliyetçiliğinin etkisinde uzun süre kalmış hâkim grupların aksine olarak Bediüzzaman’ın Kürdistani boyutunu vurgulamaktan çekinmeyen Zehra Yayıncılık gibi yayınevlerini de susturmak anlamına gelecektir.

Eğer sadeleştirme hatasını durdurmanın yolu, Risale neşriyatını devletin denetimine sokmak ise herkes şahit olsun ki ben buna karşıyım. Bazı Nurcuların sivil olarak gösterdikleri kimi milliyetçi hassasiyetleri, devletin resmî hâliyle ziyadesiyle taşımayacağının garantisi var mıdır? Son dönemde siyasete vagon olmaktan rahatsız olmayan kimi nurcular umulur ki bu sorunun boyutlarını görürler ve Nurculuğu devletleştirme teşebbüsünden vazgeçerler.

NOT: Mısır’da siyasi esirlerini idama hazırlanan darbe rejimini tel’in ediyorum.

Nerina Azad
Bu haber toplam: 20010 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:17:26:51
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x