CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Kürt sorununu HDP ile çözebiliriz, HDP meşru bir organdır" açıklamasının ardından Cumhur İttifakı'ndan da gelen "Kürt sorunu yoktur" çıkışıyla birlikte siyasette Kürt sorunu ve muhataplık tartışması başladı.
Artı Gerçek, "Türkiye çıkış yolu arıyor: Kürt sorunu nasıl çözülecek?" başlıklı bir yazı dizisine başladı. Yazı dizisinin ilk bölümünde Prof. Baskın Oran, DEVA Partisi’nden Mehmet Emin Ekmen, HDP’li Meral Danış Beştaş, İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan ve Hakan Tahmaz Kürt sorununun çözüm yollarını anlattı:
"İlk sözü, Mülkiye emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Baskın Oran’a veriyoruz. Oran, Kürt meselesinin çözüm haritasını dört başlıkta sunuyor:
1) Derhal yapılacak: Lozan Md. 39/4 ve 5’in bugüne kadar uygulanmayan maddelerini uygulayarak, resmî kurumlar hariç fakat mahkemeler dahil olmak üzere, her zaman ve zeminde Kürtçe kullanılmasının önündeki bütün engelleri kaldırmak.
2) Çözüm yeri: HDP’nin başrolü oynayacağı müzakerelerle TBMM. Çünkü çözümün hem Türklere hem Kürtlere uygun gelmesi lazım.
3) Ana yöntem: Milliyetçi Türklerin tepkisini karşılamak için üniter devlet korunarak yerel yönetimlerin maksimum düzeyde güçlendirilmesi. Sadece Kürt-yoğun illerde değil, tüm ülkede. (Üniter devlet, yerel yetkilerin merkezden verildiği devlet türünün adıdır.) Ayrıca kayyım uygulanmasına son verilmesi.
4) Tamamlayıcı aşama: PKK’nin çözüme dahil edilmesi için Öcalan’ın devreye girmesi. 2023’te Cumhuriyetin 100. Yılı vesilesiyle çok geniş bir genel af çıkartılması ve aynı anda, silah bırakacakların ülke yaşamına suhuletle entegre edilebilmesi için gereken tüm tedbirlerin alınması.
DEVA Partisi’nden Av. Mehmet Emin Ekmen, Kürt sorununun çözümü için yeniden bir ortam oluşur mu sorumuza, şöyle yanıt veriyor:
“Türkiye’de siyasi bir iktidar değişikliği gerçekleşmeden herhangi bir alanda “yeni” bir politika ile karşılaşacağımızı düşünmüyorum. Buna tabii ki Kürt meselesi de dahil.”
Ekmen, Kürtlerin maruz kaldıkları ayrımcılıkların sonlanması, hak ve özgürlüklerinin tanınması ve garanti altına alınması veya çatışma çözümü anlamında yeni bir durumun ortaya çıkmasının söz konusu olmadığını söylüyor. Ekmen, ancak iktidar değişikliği ile birçok konu gibi bu meselenin de rahatlayacağını ve çözüm önerilerinin daha sağlıklı bir şekilde tartışılacağını dile getiriyor. Ekmen, muhalefetin, Kürt meselesi ve diğer sorun alanlarını dışlamayan ancak söylem odağına sistem değişikliğini koyan bir yaklaşımda olacağını sandığını söylüyor. Ekmen, çözüme ilişkin ise şunları söylüyor:
“Biz Kürt meselesinin varlığını programı ile tanımış bir partiyiz. Programımız, temel hak ve özgürlüklerin tanınması, anayasal vatandaşlık anlayışının egemen kılınması, anadile dair taleplerin karşılanması, kültürel zenginliğin desteklenmesi ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi konulara açıkça değinen, oldukça özgürlükçü, ileri ve demokrat bir duruşa sahiptir.”
HDP Grup Başkan Vekili Meral Danış Beştaş, HDP’nin programıyla, fikriyatıyla ve ilkeleriyle, Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin bütün temel sorunlarının çözümü konusunda önemli bir aktör ve muhataplığın yanı sıra siyasal bir güç olduğunun altını çiziyor. Beştaş, izlenen inkâr ve imha siyaseti nedeniyle bir asırdır büyük yıkımlara yol açan, güvenlikçi politikalarla silah ve şiddet sarmalının içerisine hapsedilen Kürt sorununun tek çözüm yolunun demokratik siyaset olduğunu çünkü sorunun siyasal bir sorun olduğunu söylüyor. Beştaş sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Çözüm yöntemi; tüm dünyada deneyimlendiği üzere diyalog ve müzakeredir. Çözümün adresi ise halk iradesinin temsil edildiği parlamentodur. En nihayetinde sorunun çözümü için bir niyet ve irade ortaya konulacaksa, çözüm yasalarının çıkartılacağı, anayasa değişikliğinin yapılacağı yer parlamentodur. Meclis, aynı zamanda siyasal mutabakatın aranacağı ve müzakerenin yürütüleceği ana kurumsal zemindir. Eğer bir süreç başlatılırsa, bunun yönetileceği kurum tabi ki meclistir, meclis olacaktır. O yüzden meclis çözümde merkezi bir role sahiptir.”
Beştaş, Kürt sorununun çok katmanlı ve çok boyutlu, aktörleri/tarafları olan bir sorun olduğunun altını çiziyor. Beştaş, Kürt sorununun şiddet sarmalından çıkartılması, silahların devre dışı bırakılması için mutlaka oluşturulması gereken mekanizmalar olduğunu belirtiyor. Beştaş sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Son 40 yıldır süren çatışmalı süreç deneyimi ve bunun tarafları yok sayılarak, soruna esaslı, kalıcı bir çözüm üretilemez. Bu çok boyutlu sorunun bütün aktörlerinin dâhil edileceği bütünlüklü, kapsamlı bir çözüm politikasının, siyaset aklının devreye girmesi gerekir. Burada da yine tartışma zemini meclistir, siyasettir. 1993’ten, 1998’e, 2009’dan 2013-2015’e kadar yürüyen süreçlerde doğrudan ve dolaylı olarak taraflar arasında bir diyaloğun geliştiği bilinen bir gerçektir. Ancak bu değerli adımlar kalıcı ve sürdürülebilir hale dönüştürülemedi. 28 Şubat 2015’teki Dolmabahçe mutabakatının çerçevesi, içerdiği adımlar sürecin kalıcı bir çözüme doğru ilerletilmesi açısından tarihi önemdeydi. AKP iktidarı, inkâr siyasetine sarılarak, çözüm paradigmasını ve demokrasi perspektifini terk etti, güvenlikçi politikalara sarıldı.
Beştaş, geçmiş deneyimlerin başarısızlıkla sonuçlanması, bu tecrübelerin yanlışlığından değil, iktidar ve devlet aklının politika tercihinden kaynaklandığını söylüyor. Beştaş, demokratik adımlar ilerledikçe, silahsızlanma ve şiddeti sona erdirme süreci buna güçlü bir biçimde eşlik edeceğini de belirtiyor. Beştaş sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Tabii ki, yasallık, yasal güvence bu sürecin kilit taşıdır. Yani müzakere aşamalarını yasal çerçeveyle ilerletme ve yürütme hayati önemdedir. Elbette sorunun çözümü için öncelikli olarak izlenmesi gereken yol; özgür bir tartışma ortamının oluşturulması, yol temizliğinin sağlanması, bu konuda yasal güvencenin sağlanmasıdır.
İkinci önemli nokta, inkâr siyasetinin terk edilmesi, sorunun varlığının devlet ve siyaset aklı tarafından kabul edilmesi, sorunun siyasetle, diyalog ve müzakereyle çözümüne inanılması, bu meseleyle bir yüzleşme iradesi ve niyetinin ortaya konulmasıdır. Böyle bir irade oluşursa yüz yıldır uğraşılan bu meseleyi ortak akılla, uzlaşıyla, kalıcı, adil bir barışla, demokratik çözüme kavuşturmak açısından tarihi bir fırsat yaratılmış olur.”
İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, insan hakları savunucuları olarak yıllardır Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi sorunu olduğunu, bunun en önemli nedenlerinden birisinin de Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollarla çözülememesi olduğunu belirttiklerini söylüyor. Türkdoğan sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Kürt sorunu nedir? Kürtler şahsında diğer etnik toplulukların kimlik ve kültür haklarının tanınmaması, bulundukları yerde yönetime katılmalarının engellenmesidir. Peki niçin böyle oluyor? Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmî ideolojisi olduğu için. Nedir bu ideoloji? Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş ilkelerini inkâr eden (23 Nisan 1920 TBMM’nin açılışı sırasındaki toplumsal gerçeklikler ve bu grupların temsiliyeti, 1921 Anayasası) ve Lozan Anlaşması ile kurulan ulus devletin ideolojisi!
Bu ulus devlet Türk etnisitesine dayanır ve Müslümanlığın Sünni yorumunun Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığı ile devletleşmiş halini benimser. Mevcut anayasanın başlangıç kısmında yazılıdır. Yıllardır Türkiye’deki siyasi iktidarlar ile siyasi ve toplumsal muhalefetin önemli bir kısmı bu ideoloji ile yüzleşmekten kaçınır ve maalesef çoğunluğu bu ideolojiden beslenir. Bu ideolojinin terk edilerek insan hakları ve demokrasi ilkeleri ile sorunlar çözülebilir. İnsan hakları ilkeleri uyarınca tüm etnik ve inanç gruplarının kimlik ve kültür hakları tanınır. Demokrasinin çoğulculuk, açıklık ve katılımcılık ilkeleri ile de yönetime katılma hakları yerine getirilmiş olur.”
Türkdoğan, İspanya’nın Franko diktatörlüğünden sonra 1978 yılında oldukça ileri demokratik değerlere sahip bir anayasayı kabul ettiğini, bu anayasanın verdiği yetkiler ile 1979 yılında Bask ve Katalan bölgelerinin kısmi özerkliğe sahip olduklarını ve böylece İspanya’nın çatışma çözümü konusunda oldukça önemli adımlar gerçekleştirdiğini belirtiyor. Türkdoğan sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Güneşin batmadığı imparatorluğun devamı ve İngiliz Uluslar topluluğunun merkez ülkesi olan Birleşik Krallık ise Kuzey İrlanda sorununu 1998 yılında içerisinde İrlanda Kurtuluş Ordusunun da (İRA) olduğu sorunun tarafları ve garantörleri ile yaptığı “Hayırlı Cuma Anlaşması” ile çözmek için tarihsel bir adım attı. Fransa ise Korsika sorununu 1982 yılında âdemi merkeziyetçi çözümler üreterek çözmeye başladı ve 1991 yılında çıkardığı bir özel yasa ile özerkliği kabul etti.”
Türkdoğan, Türkiye’de, önce Kürt sorununun varlığının kabul edilmesinin ardından da bu sorunu çözmek için diyalog ve müzakere yöntemlerine başvurulması gerektiğini söylüyor. Türkdoğan, önemli olanın sorunu çözmek için güçlü ve kararlı bir siyasi iradenin oluşması olduğunu, bu irade ortaya çıktığında sorunun taraflarının gerekli çoklu muhataplık ilişkisini kurarak yol ve yöntemi belirleyeceğini ifade ediyor.
Barış Vakfı Genel Başkanı Hakan Tahmaz, Türkiye’nin Kürt meselesinde sürdürdüğü sert güvenlikçi siyasetin sonuna gelindiğini söylüyor. Tahmaz, beş yıl içinde yargı, siyaset ve güvenlik güçleri eliyle yürütülen tasfiye ve bastırma operasyonuyla elde edebilecek çok fazla bir şey kalmadığı gibi sürdürülebilir de olmadığını söylüyor. Tahmaz şöyle devam ediyor:
“Muhtemel bölgesel gelişmeler, Suriye savaşının hızla sonuna yaklaşılıyor olmasıyla birlikte Türkiye’nin Kürt sorununda yeni bir yola girmesi her geçen gün daha mecburi bir hal alıyor. Bu anlamda önümüzdeki bir yıl kritik bir süreç olacak. Barışın kapısının açılma ihtimali belirgin hale gelebilir. Merkez siyasetin geleneksel ana yaklaşımı olan Kürt sorununu araçsallaştırmanın tekrar edilmesi olasılığı mevcudiyetini koruyor. Bu sürecin yönünü HDP'nin izleyeceği siyasi tutum ve Millet İttifakının gelecek ufuklarında Kürt meselesine açtıkları yer ve kararlı sistematik tutum belirleyici olacak. Yani seçim siyaseti belirleyecek.”
Tahmaz, yeni sürecin, bugüne kadar yaşanan barış arayışlarının tecrübe ve birikimi ile beslenerek ilerleyebileceğini, aynı zamanda Kürt meselesinin aldığı yeni hali, siyasi aktörlerin ve dinamiklerinin durumunu dikkate alarak, hazırlığının iyi yapılmasını ifade ediyor. Tahmaz, herkesin ezberini bozacak pratikler geliştirilmesi gerektiğini söyleyerek sözlerine şöyle devam ediyor:
“Barış/çözüm çabası içinde olanların en hassas olmaları gereken noktalardan biri beliren fırsatları yaşanan tecrübelerin süzgecinden geçirerek cesaretle davranmaktır. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun son anlamlı çıkışı gibi barışa aralanan kapıların önüne barikat kurma veya işi yokuşa sürme tutumları yerine, fırsat kapısını bütün gücümüzle zorlamak ve sonuç almaya çalışmak gerek. Bunların yanı sıra meşru, gayri meşru muhatap tanımı yapmak gibi dünyayı yeniden keşfe çıkmak da oyalanmaktan başka bir sonuç üretmez. Bütün dünyada çatışma çözümü çalışması sürecinde, elinde silahı bulunanlarla er veya geç doğrudan veya dolaylı bir ilişki kurulmuştur.”
Tahmaz, hukuki zeminin güçlü ve açık olmasının zorunlu olduğunu, bunun için parlamentonun etkili ve merkezi bir konumda olması gerektiğini söylüyor. Tahmaz, kimseyi düşmanlaştırmadan ve ötekileştirmeden konuşma zeminlerinin çoğaltılmasını, benzer sorunları çözmüş farklı ülke deneyimlerinden yararlanılması gerektiğini ifade ediyor. Tahmaz son sözlerini şöyle bitiriyor:
“Hiç kuşkusuz İmralı, Kandil, Kürt siyasal hareketi ve siyasal yapıların da konularına ve işlevlerine uygun sürecin bir parçası, unsuru olmak zorundalar. Ne çözüm sürecinde olduğu gibi keyfiyet içinde liderler merkezli bir çözüm süreci ne de Kemal Kılıçdaroğlu'nun ifade ettiği gibi meşru, gayrimeşru ayrımı yaparak, Abdullah Öcalan'ı ve Kandil'i yok sayarak barış gerçekleşemez. Her şeyi bir kenara bırakma lüksümüzü kullansak bile parmakların tetikten çekilmesi için elinde silah olanlarla veya onlar adına söz kuranlarla konuşmaktan ve müzakere etmekten başka sağlıklı ve kalıcı sonuca ulaşılabilecek başka yol yok.”