Türkiye’nin en az 37 yerde üslenerek yürüttüğü askeri operasyonlar Bağdat’la ilişkileri de etkiliyor. Kazımi yönetimi sert tepki verirken askerler arasında diyalog dikkat çekiyor.
Ankara’nın, Suriye’nin kuzeybatısındaki Afrin’den Irak’ın kuzeydoğusundaki Kandil dağ silsilesine kadar bütün sınır hattında “güvenlik koridoru” oluşturma ısrarı askeri ve siyasi alandaki bütün açmazlara rağmen sürüyor. Geçen yıl Suriye’de Barış Pınarı Operasyonu ile öngörülen Fırat ile Dicle nehirleri arasındaki koridor Tel Abyad(Gire Spi) ve Rasulayn(Sere Kaniye) cepleriyle sınırlı kaldı. Irak tarafında ise Pençe 1, Pençe 2 ve Pençe 3 adıyla düzenlenen operasyon serisinden sonra sınır ötesi harekât 15-17 Haziran’dan beri “Pençe-Kartal” ve “Pençe-Kaplan” adlarıyla devam ediyor.
Bu seferki operasyonların sahada yarattığı değişiklikler ve yol açtığı tepkiler bakımından öncekilerden farklı oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) üslenme noktalarını kısa sürede yüzde 50 artırırken hem Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) hem Irak hükümetiyle gerilimler tırmandı.
Kuzeyde PKK kamplarının bulunduğu Kandil, Zap, Avaşin-Basyan, Gara ve Hakurk’un yanı sıra Ezidi bölgesi Şengal ve Kerkük yakınlarında Türkiyeli Kürt sığınmacıların yaşadığı Mahmur Kampı’nı da kapsayan operasyon yeni üslenme alanlarıyla genişliyor. Kürt kaynaklara göre Türk ordusu belli yerlerde 50 kilometreyi bulan derinlikte Kürdistan topraklarına girerek 12 yeni üs ya da kontrol noktası oluşturdu. Hazirana kadar bölgede Türk ordusu 24 üslenme noktasında bulunuyordu.
Türkiye Cumhuriyeti İletişim Başkanlığı’nın 6 Temmuz’da yayınladığı haritada ise Türk askerinin bulunduğu noktaların sayısının 37 olduğu görüldü.
Operasyonlar sivil alanları da ciddi şekilde etkiliyor. Rudaw televizyonu son askeri operasyonlar nedeniyle boşaltılan köylerin sayısını 25 olarak veriyor. Peşmerge Bakanlığı Genel Sekreteri Cabbar Yaver ise “Sadece Zaho ve Amedi bölgesinde 100’e yakın köy boşaltıldı. Daha önce de sınır boyunca 450’e yakın köy boşaltılmıştı” ifadelerini kullanıyor.
Milli Savunma Bakanlığı’na göre operasyonun ilk 36 saatinde F-16, insansız hava araçları (İHA) ve obüs toplarıyla 500’ün üzerinde PKK hedefi vuruldu. Haziran sonunda vurulan hedef sayısı 700’ü geçti.
Köylerin boşalması ve sivil kayıplar yüzünden Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KYB) üzerinde baskılar artarken Kürtlerin ortak olduğu Irak hükümetinden de beklenenin ötesinde sert çıkışlar geliyor. Bağdat’taki Türk Büyükelçisi iki kez Irak Dışişleri Bakanlığı’na çağrılarak protesto notası verildi. Dahası Irak Dışişleri Bakanlığı, konuyu Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı ve BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine taşıyabileceklerini söylemekle kalmayıp Türkiye’ye ekonomik yaptırımlar uygulayabilecekleri uyarısında bulundu. Bakanlık Türkiye’nin Musul yakınlarındaki Başika üssü dâhil işgal ettiği tüm yerlerden çekilmesini de istedi.
Kürdistan yönetimi, PKK’nin artan gücünden rahatsızlık duysa da kamuoyunun baskısı karşısında bigâne kalamıyor. Kürdistan Parlamentosu sınır bölgelerinde incelemelerde bulunmak için dört ayrı komisyon kurdu.
Son üç yılda bombalanan alanlarda 27 sivil öldü.
Ankara’nın PKK ile savaşını Türkiye’nin egemenlik alanına bırakan geleneksel Arap tutumundaki değişim de son derece manidar.
Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin etkisiyle Türklerin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da artan etkinliğine karşı son zamanlarda sesini yükselten Arap Birliği, Türkiye’nin Irak’ın egemenliğini çiğnemek ve yayılmacı hırslarla hareket etmekle suçladı. Kürtler lehine gelişen Arap tutumu Irak’ta Türkiye’nin birkaç yıl öncesine kadar doğal nüfuz aracı olarak gördüğü Sünni aktörlerin de yönünü değiştiriyor. Suud-Emirlikler ekseniyle etkileşimi olan Sünni aktörler artık Türkiye ile çalışmaktan imtina ediyor.
Peki, Ankara-Bağdat hattındaki gerilimde taraflar daha ne kadar ileri gidebilir? Çiçeği burnunda Başbakan Mustafa Kazımi hükümetinin çıkışları yeni Arap hissiyatına denk düşse de bu tepkilerden otomatik olarak Bağdat’ın Ankara ile ilişkilerde bir çöküşü göze alabileceği sonucu çıkar mı? Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan operasyon başlamadan önce 11 Haziran’da Bağdat’a gidip Kazımi yönetimiyle görüşmeler yapmıştı.
Al-Monitor’un edindiği bilgilere göre, Kürtlerle arası iyi olan Kazımi, İran-ABD kapışmasının Irak’ı sarstığı bir dönemde ayrıca bir Türk operasyonuna yeşil ışık yakmak istemedi. Yine de operasyon başladı.
İran’ın etkisini sınırlamak Bağdat’ta kavgaların en büyüğü haline gelmişken Türkiye ile bozuşmak Irak’ta pek çok tarafın işine gelen bir durum değil. Ancak Kazımi gerek Iraklılar arasında ziyadesiyle örselenmiş egemenlik haklarına dair artan hassasiyet gerekse Kürtlerin kabaran öfkesini dikkate almak durumunda kalıyor.
Verilen tepkilerden bağımsız olarak Türk-Kürt geriliminin Bağdat’ın Kürdistan üzerinde elini güçlendiren bir yan etkisine de değinmek gerekiyor. Bağımsız Kürdistan projesi ya da PKK’nin bölgede yatay etkinlik kazanmasına karşı nükseden Türk öfkesi, dolaylı olarak Bağdat’ın kontrol edemediği Kürdistan Bölgesi’ne dönmesi için zemin hazırlıyor.
Pençe operasyonlarının yarattığı kırılganlık da merkeze bağlı güçlerin sınırlı ve sembolik de olsa Irak-Türkiye sınırlarına dönmesine imkân verdi. Bağdat’tan üst düzey bir askeri heyet Duhok’ta temaslarda bulunurken Irak hükümeti operasyonun yoğunlaştığı Zaho kentine bağlı Kela Şabanike, Siyar ve Kea Dere bölgelerine sınır muhafızlarını yerleştirdi. Sınır muhafızlarının komutanı Hamada Dizayi’ye göre Türkiye kendilerinden sınırın güvenliği için işbirliği önerdi.
“Anti-Kürt koridoru” kurgusunun bir parçası olarak Ovaköy’den Irak’a ikinci bir kapı açıp Tel Afer ve Musul’a kadar bir güzergâh oluşturma planı da bir bakıma Bağdat’ın egemenlik alanını geri kazanmasına imkân sunuyordu. Ancak Kürdistan’daki bağımsızlık referandumunun ardından geliştirilen bu plan, Bağdat’ta Kürtler olmadan hükümet kurulamadığı için sürüncemede kaldı. Ankara hala bu plandan vazgeçmiş değil. Her hâlükârda sınırlarda merkez güçleriyle işbirliği imkânlarının oluşması, Türkiye’nin kafasındaki koridor planına uygun bir konuşlanma sayılabilir. Ancak mevcut koşullarda merkezi güçlerin sınırlara dönüşünün fiili durumu etkileyecek bir boyut kazandığı söylenemez. Bu sınır birliklerinde Arap ve Türkmenler olsa da çoğunluğu Kürtlerden oluşuyor.
Genel olarak “güvenlik koridoru” tasarımının başarısı ve sürdürülebilirliği de tartışmaya açık bir konu. Türkiye’nin operasyonları ve kurduğu üsler PKK’nin hareket kabiliyetini kısıtlasa da coğrafyanın çok büyük, dağlık ve engebeli olması nedeniyle mutlak sonuçlar vermiyor. Bunun da ötesinde PKK yıllar içinde hem Irak Kürdistan’ı hem de Suriye tarafında şehirlerde örgütlenme kabiliyeti kazandı. Dağ geçitlerini tutmak, İHA’larla gözetlemek, nokta atışları yapmak, suikastlar düzenlemek ya da istihbarat operasyonlarına ağırlık vermek sorunu ortadan kaldırmıyor.