Ankara, ABD’ye rest çekip sonra nasıl biata hazır olduğunu beyan etmişse, Rusya’ya da aynısını yapacaktır. Elinde sağlam kart olmadan rest çekmenin dış politika olmadığını anlayana kadar...
Birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, Afrika dönüşünde uçakta yaptığı açıklamada, İdlib’teki son gelişmelerle ilgili olarak, "Bu konuda Rusya da eğer biz birbirimize sadık ortaklar isek, tavrını belli edecek. Ya Suriye ile olan süreci farklı yürütecek ya da Türkiye ile olan süreci farklı yürütecek, bunun başka yolu yok." dedi.
Bu sözler bana Erdoğan’ın, Suriye’de IŞİD’e karşı girişilen harekat sırasında ABD yönetimine söylediği, “Ya bizi tercih edeceksin ya da YPG’yi” çağrısını hatırlattı.
Bu çağrı o günlerde çok konuşulmuştu.
ABD yönetimi Erdoğan’ın israrlı uyarılarına rağmen kuzey Suriye’de IŞİD’in temizlenmesi sürecinde müttefik olarak TSK’yı (Türk Silahlı Kuvvetleri) değil, Kürt güçlerini, YPG’yi tercih etmişti.
Gerekçesini de açıkça dile getirmişlerdi. Türkiye’ye IŞİD’le olan karanlık ilişkileri ve bu örgüte verilen örtülü destek nedeniyle güvenmediklerini çeşitli vesilelerle belirtmişlerdi.
Erdoğan, “Ya ben ya YPG” dediği ile kalmıştı.
Washington açıkça, ‘YPG’yi tercih etti ama Erdoğan ABD ile, özellikle de Trump’la ilişkilere büyük önem vermeyi sürdürdü.
ABD ve Rusya’nın kapsamını çizdiği Barış Pınarı harekatına rağmen, biraz güneye çekilmiş olsalar bile Kürtler de yerlerinde duruyor.
Kürt Özerk Yönetimi geçen zaman içinde uluslararası meşruiyetini ve desteğini daha da arttırmış olarak varlığını sürdürüyor.
ABD Musul’un IŞİD’ten kurtarılması sürecinde de Ankara’nın operasyona katılma taleplerini geri çevirmiş, operasyonu Irak Ordusu, Şii milisler ve Peşmergelerle gerçekleştirmişti.
Gerekçe o zaman da aynıydı.
ERDOĞAN İLK DEFA RUSYA’YI AÇIKTAN SUÇLADI
Şimdi son günlerde, Şam yönetiminin Rusya’nın desteğinde El Kaide kökenli Heyet Tahrir-i Şam’ın (HTŞ) elinde olan İdlib’e yönelik operasyonlarının hız kazanması üzerine, Erdoğan’dan benzer açıklamalar işitiyoruz.
Önceleri Şam yönetimi suçlanıyor, Astana ve Soçi süreçlerinin ihlal edildiği ileri sürülerek operasyonların durdurulması isteniyordu. Rusya’dan söz etmekten itina ile kaçınılıyordu.
Sonunda harekat Ankara’nın itirazlarına rağmen kuzeye doğru ilerleyip stratejik kasaba Maarat el Numan da cihatçılardan temizlenince Erdoğan belki de ilk defa açıktan Rusya’yı hedef alan eleştirilerine başladı.
Rusya’nın Soçi ve Astana’da yapılan anlaşmalara sadık kalması halinde kendilerinin de aynı sadakatle yola devam edeceklerini söyleyerek:
“Şu an itibarıyla maalesef Rusya Astana’ya da Soçi’ye de sadık değil.” dedi. Arkasından da doğrudan Kremlin’e hitap ederek, “İdlib’de bu bombalamaları vesaire durdurdunuz durdurdunuz, durdurmadığınız takdirde bizim artık sabrımız tükeniyor. Bundan sonra ne gerekiyorsa biz de bunu yapacağız.” diye ekledi.
Son olarak da Moskova’ya, gerçekte Putin’e yönelik olarak, yazının başında belirttiğim uyarıyı yaptı:
“Eğer biz birbirimize sadık ortaklar isek, tavrını belli edecek. Ya Suriye ile olan süreci farklı yürütecek ya da Türkiye ile olan süreci farklı yürütecek, bunun başka yolu yok.“ dedi.
“Ya biz ya da Esad” demiş oldu.
Putin sözcüsü aracılığı ile Rusya’nın mutabakatlara uygun davrandığını belirterek asıl uymayan tarafın Ankara olduğunu belirtse de Erdoğan bu açıklamayı yaptı ve Kremlin’i suçladı.
Erdoğan’ı böylesine açıktan rest çekmeye yönelten etken nedir?
Üstelik de bu konuda Rusya’nın tercihinin tereddütsüz Şam yönetimi olacağı gayet iyi bilindiği halde böyle bir restleşmeye niçin başvurmuş olabilir?
Türkiye’nin İdlib’e ilişkin itirazı neye dayanıyor?