Dünya yaşamı ne kadar da değişik.
Biraz zaman geçiyor, köye IŞİD teröründen kaçan Ezidilerin sınıra geldiği haberi yayılıyor. Babalar temkinli ve sakin, anneler ise telaşlı, bakışlar değişiyor, yürek burukları haberlerin ötesine geçip yüzleri sarıyor. Koşar adımlar başlıyor sınıra doğru, üç grup halinde 107 kişi sığınıyor tek gecede köye.
İrfan semerini giymiş insanları görmenin sevincini ilk çocuklar yaşıyor ardından anneleri. “Ne olacak, nereye gidecekler?” sorusu akıllara bile gelmiyor kardeşlik sevgisi ve kucaklaşması yaşanırken. Yorgunlar, aç ve yıkıklar...
Ezidi inancına göre günün üç öğünü güneşe dönüp dua edilir ya, o gecenin sabahında yeni umutlar filizleniyor ilki yaşamak olan. Fakat biraz resmiyet eksik bundan dolayı köy karakoluna götürülüyorlar.
Şaşkın bir bekleyiş sürerken yeniden bize haber geliyor yiyecek ve su ihtiyacının olduğunu söylüyorlar. Siz ne kadimsiniz cennet suyunu en güzel hak eden insanlar... Su dağıtıyoruz çoğu çocuk bütün insanlara.
Bir genç hızlı adımlarla yaklaşıp Kürtçe “Telefonunuzu kullanabilir miyim” diyor. Hepimiz deniyoruz ama yurt dışı servisi nedeniyle hatlarımız çıkış yapamıyor. Telaşlı duruyor genç, kavurucu sıcakta karakol duvarına yaslanan ellerindeki bebekleriyle anneler ve çocukları için kimse gölgelik yer bulamıyor ve karakolun biraz aşağısında oturuyoruz. “Kimi arayacaktın” diye sorduğumda başlıyor öyküsü.
“Irak’ta iki ağabeyim kaldı onlara ulaşamıyorum” diyor. Tesadüf bu ya gözüm amcama takılıyor ve telefonuyla ağabeylerine ulaşıyoruz. İyi olduklarını öğrenince derin bir nefes alıp köyü karşıdan gören karakoldan köye dalmaya başlıyoruz ikimiz.
Nereden geldiğini sorduğumda Musul’a bağlı Başika’dan” geldiklerini söylüyor. 24 yaşında, fizik öğretmenliğini Zaxo Üniversitesinde bitirdiğini fakat inancından dolayı geçen sene işe alınmadığını söylüyor.
Bu sene ailesinin yanına döndüğünü ve Musul’da da sınava hazırlandığını, savaştan dolayı bunun gerçekleşmediğini gözlerinde yaşlarla anlatıyor. Ama dik duruyor. “Sen ne okuyorsun” dediğinde kendimi anlatıyorum, ona güven veriyor yanında olmam, korkuyu biraz olsun atlatıyor.
Her konuşmasında gözlerini benden kaçırıyor, kendini anlatmayı hem ister hem istemezcesine. “Ya ailen?” dediğimde sözcükler dökülüyor ve “En büyük teselli ailemizden kimsenin ölmemesi” diye başlıyor. 5 kardeş olduklarını, kız ve erkek kardeşiyle beraber annesinin de burada olduğunu, evli iki ağabeyinin Irak’ta olduğunu, babasının 20 gün önce Ankara’ya gittiğini, 3 amcasının ailesiyle Almanya’ya gittiğini söylüyor.
“Savaş hepimizi dağıttı” kelimeleri Roboski’nin dağlarını inletiyor. Savaş bitse de eve dönmeyeceklerini, İsviçre’ye gideceklerini memleketinden uzak olma hasretini yaşamanın zorluğu ses tellerine yansıyor. 10 gündür yolda her türlü perişanlığı yaşadıklarını söylerken şimdiden Başika’yı özlediğini hissettiğini belirtiyor. Gülümseyerek bir an bana dönüp “Müslüman mısın?” diye sorduğunda başlıyor Ezidi inancı anlatımı. Biraz beynimi yokluyorum bu kelimeye, “Müslüman...” Adı IŞİD’le anılmasıyla kan kokan Müslüman, baş kesen Müslüman, kız kaçırıp ülkeyi yıkan Müslüman... “İki şeyhimiz var çarşamba ve perşembe geceleri bir araya geliyoruz bir şeyler anlatıyorlar. Ne dediğini bile bilmiyorum” diyor ama ekliyor eski zamanlardan Ezidi inancını anlatan kitabın Almanya’da olduğunu. Bu sırada isimler okunmaya başlıyor. Sağ elini omzuma koyup her şey için teşekkür ettiğinde, “Ailemin yanına döneyim isimleri kaçırmayalım” dediğinde ancak öğrenebiliyorum adının Beşir Xayri Cindi olduğunu.
*Roboskî
(Evrensel)