Yiğit Doğan - Kürdistanlılar Devlet Kuramaz
Derler ki; “Kurdistanlılar devlet kuramaz!”.
Derler ki; “Kurdistanlılar devlet kuramaz!”. Daha açık bir ifadeyle, “Kurdistanlılar kendi kendilerini yönetemez!”. Hatta “onlar” bunları demekle kalmaz, biz Kurdistanlılara da kabullendirirler. Durum öyle midir?
Biz “Kurdistanlıların” devletleşmekten anladığı işgalcilerin tüm varlığıyla “topraklarımızı” terk etmesidir. Cümledeki Kurdistanlı ve toprak kelimlerine vurguya dikkat! İlki nüfus, ikincisi coğrafyamızı ifade ediyor.
Devletleşmemizin önündeki engel nedir? İşgalciler ve işgalcilerin işbirlikçileri mi? İşgalci nasıl gider?
Kurdistan’ı yönetmeme üzerine dayanan ve işgalcinin gölgesine bile kışt demeyen PKK girişimleri teorik olarak elbette iyidir, ancak pratik olarak sadece zaman kaybı olmakla kalmıyor; daha kötüsü Kurdistanlıların jenosidini hızlandırıcı etkilerde bulunuyor. Toprak ve devlet istemeyen taşeron PKK/KCK hiyerarşisi ve sözleşmesi acziyetin, iğdiş edilmişliğin yazıya dökülmüş halidir, elimizdeki kanıtıdır. Kuzey Kurdistan’da TC yaşamı sayesinde taşeronluğun ne kadar acımasız, dar, dayanaksız, sömürücü olduğunu öğrendik.
İdeolojik örgütlenme olan PKK/KCK’nin cezaevindeki üyeleri ya da hiyerarşideki yöneticileri de KCK’lidir. Bu onun kendisi açısından en güçlü tarafıyken, Kurdistan esaretinin uzamasının da gerçeğidir. Ulusalcılığı gericilik bilen KCK’nin kitabında sadece KCK’liler yönetime gelebilir, işe alınabilir, sadece KCK’liler karar verici unsurlardır. İdeolojik bakan, yaşayan, direten her yapı yıkıcıdır, asıl gericilik de budur. Bu “baraj yapılar” ulusal kurtuluş mücadelesi nehri karşısında zamanı geldiğinde tutunamaz.
Aynı durun güneybatı için de geçerlidir. Aşağıdaki tanım modernitecilere karşı savaşta radikal demokrasi zırhını kuşanan KCK’nin neolitik sözleşmesini garip duruma düşürür.
Tanıma göre devlet: “Ülke adı verilen belirli bir toprak üzerinde yaşayan insan topluluklarının bir egemenlik anlayışı ve hukuku içinde bir siyasi iktidar altında örgütlenmesidir.”
Yani yeryüzünün belli bir parçasında sayısı önemsiz bir nüfusa sahipseniz ve düzenli, istikrarlı bağımsız bir teşkilatınız da varsa, BM’ce ister tanınsın ister tanınmasın, devlet sahibisiniz demektir. Egemenlik ülke içinde biricik yasal güç kaynağıdır, ülke dışında ise bağımsızlığı ifade eder. Siyasi iktidar unsur yani egemenlik “esas kurucu unsurdur”. Siyasal iktidar unsurunuz yoksa siz devlet değilsinizdir.
O halde “elde var” olanları sıralayalım; sınırları belirli bir toprağımız ve onun üzerinde yaşayan nüfusumuz. Eksik olansa egemenliğimiz!
Kimi arkadaşlar kurtarıcı, kimi arkadaşlar ise kurucu olmak gerektiğini öne sürüyorlar. Kurtarıcı, işgalcileri ülke dışına sürmekle; kurucu ise işgalciyi ülke dışına sürmeyi ve/veya ülkeyi yönetecek kadroları yetiştirmeyi amaçlıyor. Belki ikisi de doğrudur, belki değil! Belki bunlar bizim yöntemimizi cisimleştirmekte eksik kalan kavramladır!
Kuruculuk ya da kurtarıcılığın ortak amacı ise devletleşmektir. Aramızda daha önce bir coğrafyanın işgalciden temizlenerek devlet inşası sürecine katılanlar var mı? Örneğin daha yeni devletleşmiş veya şimdilerde devletlerini ilan etmekte olan ülkelere gözlemci olarak gidersek bu “işi” öğrenmemiz mümkün mü? Böylece, “devlet kurabilir” belgesini ve hakkını edinir miyiz?
KCK sözleşmesini, Hizbullah’ın manifestosunu, diğer hareketlerin belgelerini incelediğinizde ideolojik belirlemelerle karşılaşırsınız. Bu ideolojik yaklaşım hemen tüm parti, hareket ve inisiyatiflerde mevcuttur. Bu grupların tümü “kadro” yetiştirmeye koşullanmıştır. Kadro, kabaca, partinin programını ve tüzüğünü benimseyip, genel ve özel olgulara yaklaşımı kavramakta netleşmiş, verilen görevleri ve sorumluluklarını titizlikle ve zamanında yerine getiren kişidir. Bu kadrolar “sınıf intiharı” yapıp kendini partiye “adayarak” çalışan bireylerdir. “Partileşmiş kişiler” her yerde partinin anlayışını savunur, çıkarını gözetir. Bu kadrolar Kurdistan’ı özgürleştirecektir. Bu kadrolar yoksa Kurdistan devletleşemez!
Kurdistan’ı özgürleştirmek! için, partisine göre; ya iyi bir radikal demokrat, ya iyi bir demokrat, ya iyi bir sosyalist, ya iyi bir komünist ya da iyi bir mü’min/mü’mine olmanız gerekir. Bunu başarmanız yetmez. Çevredeki kişi ya da kişileri, her meslek grubunu da örgütlemeniz gerekir. Böylece öğrenci derneklerinde, sendikalarda, mahallelerde varlığınızı göstermeniz, partinizi her alanda inşa etmeniz gerekir.
Partinin inşası elbette Kurdistan’ı devletleştirmek isteyen diğer grupların ideolojilerine karşı konumlanmanızı, donanımlı olmanızı da getirir. İşbirlikçiler, alçaklar, hainler, ajanlar sınıflaması ister istemez belirginleşir. Siz ulusal birliği sağlama hedefinde çeşitli “engel” kişi, grup ve anlayışlarla karşılaşırsınız. Halkınızı ve partinizi bunlara karşı korumanız da gerekir.
Kurdistan’da durum budur!
Bu yanlış bir yaşamdır. Kurdistan’ın sorunu kadro sorunu değildir. Kurdistan’da her bir birey Marksist ya da mü’min, mü’mine olunca bize devlet mi verilecek? Öyleyse hepimiz yoldaş ya da heval ya da hacı olalım bitsin bu işgalci vahşeti!
Oysa, Kurdistan bireyleri cahil değildir; kimsesizdir, çaresizdir, ancak cahil değildir. Türklerin resmi ideolojisi, askerliği, okulu, iş imkanları, saldırıları, linçleri, küçümseyici ve alaycı bakışları Kurdistanlı için en iyi ayraçtır, bilinçtir, doğru anda kararını yönlendirendir.
İşgalcilerin üzerimizdeki psikolojik üstünlüğünü kırmaya çalışmadan, çağın üretim araçlarının bugünselliğinden ya da gelecekteki evriminin öngörüselliğinin farklı yorumlanmasından kaynaklı düşünsel bloklarıyla Kurdistanlıları birbirine karşı cepheleştirmek, üstelik bunu Kurdistan adına yapmak nasıl bir acımasızlıktır?
Nüfus, toprak ve egemenlik.
Kuzey Kurdistan’ın 24 şehri vardır. Bu şehirlerde bankalar, devlet daireleri, özel ve resmi okullar, hastaneler, lokantalar, dernekler, sürücü kursları, halk eğitim merkezleri, kuaförler, berberler, oto tamircileri, fabrikalar, odalar, sendikalar, siyasi partiler, dernekler, belediyeler, barolar, kültür merkezleri, AVM’ler, kahvehaneler, kafeler, toplu taşımacılık, vs mevcut mu? Tum bu kurum, kuruluş ve işletmelerin yöneticileri ve çalışanlarına kadar tümü Kurdistanlı mı? Evet mi dediniz!
Bu “evet” gerçekte Kurdistan’ı biz Kurdistanlıların yönettiğini; üstelik bunu yıllardır ve aksatmadan yaptığımızı; düzenli, istikrarlı bağımsız siyasi bir teşkilatı yürütüp yönetebildiğimizi gösteriyor. Bizler hergün Türkiye’yi değil Kurdistan’ı yönetiyoruz, işlerin devamlılığını sağlıyoruz, sorunları çözebiliyoruz. Bunu yaparken kavga etmiyoruz. Aynı iş yerinde her görüşten ve kökenden insanımızla çalışabiliyoruz.
Bu “evet”imizin gerçek olduğunun şimdi farkındayız, ancak ne anlama geldiğini hala bilmiyoruz! Öğrencisinden öğretmenine, müdüründen rektörüne, manavından emlakçısına, hırdavatçıdan inşaat işçisine, memurundan iş adamına, pazarcısından muhtarına ülkemizi, gerçekte coğrafyamızdaki devlet aygıtlarını, “Kurdistanlıların” yani bizim yönettiğimizin farkında değiliz!
Çalıştığımız yerde, yaşadığımız çevrede herkes “kendi anlayışımızda” değil ve biz bu durumu kabullenip gül gibi yaşayıp giderken, neden Kurdistan denince aklımıza bir kalıba girmişlik geliyor? Biz çalışanlar tüm farklılıklarımızla bir alanda yaşayabiliyorsak, akrabalarımızı arkadaşlarımızı oldukları gibi kabullenebiliyorsak, neden Kurdistan’ı “olduğu gibi” kabullenemiyoruz?
Bu tartışma; “Kuzey Kürdistan\'daki sömürgeci T.C. devletinin ordu-kolordu, valilik-kaymakamlık, milli eğitim, milli savunma ve maliye-vergi daireleri, resmi-özel bankaların velhasılı kelam işgalci bir devlete dair tüm tabelaların yanında ve üzerinde Kürdistan\'a giden patika yolunun tabelası gibi gelme”melidir. Bu tartışma, Türk devlet tabelasının hiç asılamamışlığı üzerinedir, asıl patika yollarda TC’nin kaybolmuşluğunadır.
Bizi Türk, Arap ve Farslar değil Kurdistanlılar yönetsin ve yönetimlerinin olumsuz sonuçlarından sorumlu olsun.
“Sizi kimin yönettiği değil, nasıl yönettiği önemlidir” işgalci söylemine karşı, “İşgal altındaki Kurdistan’da bizi özellikle ‘kimin’ ve hem de ‘nasıl’ yönettiği hayati önemdedir!” söylemini yaygınlaştırmak ve “iktidarı” istemek gerekiyor. Kurdistanlıların iktidar hırsını törpüleyen, aşağılayan, unutturan her anlayış, tutum ve bariyer paramparça edilmelidir.
Eğer kendi kendimizi yönetebildiğimizi kabul ettiysek, ki durum bundan ibarettir; ve ayrıca Türklerin, Farsların ve Arapların da işgalci, barbar ve gerici doğalarından dolayı asla demokratikleşemeyeceklerinden eminsek, olsalar da bunu umursamıyorsak; neden kendimizi yönettiğimizi kabullenip resmileştirmeyelim, neden Kurdistan’ın artı değerlerinin işgalcilerden arta kalanıyla yetinelim, neden güneydeki petrol gelirinin daha çoğunu almayıp yüzde 17’siyle yetinelim, neden Kurdistan’daki dili, dini, kültürü farklı tüm birey, grup ya da halkların özgür birlikteliğini garanti edici ve gelişmeye, geliştirmeye açık sözleşmesini yapmayalım? Neden devletleşme gerekliliğini dayatan milyonlarca “neden” ile başlayan soru sormaya ve yanıt aramaya başlamayalım. Bunları “nasıl” yapacağımızı tartışmıyoruz?
Türklerin, Arapların ve Farsların siyasal örgütlenmesinden kaynaklanan aşağılayıcı, onur kırıcı, yorucu, rüşvetçi, kayırmacı, kaytarmacı, zaman kaybettirici ve bireyi önemsemeyici, değişmez küstah yönetim kalıbının dışına çıkmayı istemek; özgür, verimli ve huzurlu bir Kurdistani özyönetimi ortaklaşmak için yeter koşuldur. Muhtaç olduğumuz kudret insanlığımızda, acılarımızda gizlidir.
Dil, din, mezhep, kültürel farklılıklardan dolayı federal bir anayasayla yönetilmek zorunda olan Kurdistan’da neden bu gerçekliğimizi “bir siyasi federal partide” şimdiden şekillendirmeye başlamayalım?
Tıpkı “Sovyet” kelimesinin İlk kez Rus çarının kullanmasına karşın sonradan başına bela olan “Sovyet” kelimesine benzer şekilde, işgalci de sonradan toprak yitimine mal olacak kavramları öngöremeden iştahla kullanıyor; “Paralel Devlet” gibi… Bizim paralel devletimiz zaten var, peki ya “Paralel Hükümet”!
Bu gerçeği saptayıp, buna uygun siyasal anlayış önerdiğim ve hepimizin içini biraz olsun ferahlattığım, geleceğe daha güvenle baktırmayı başardığım için izninizle ve kimse de talip olmadığı için kendimi birleşik Kurdistan’ın ilk başkanı ilan ediyor ve ilk kabinemizi oluşturmak için görüşmelere başlıyorum. Lütfen özgeçmişinizi ve projelerinizi hazırlayın.
Hem Kurdistanlılara, hem de dünyaya ilan edelim; “Kurdistanlılar ‘kendi topraklarında’, ‘kendi kendilerini’ zaten ‘yönetiyor’!”
Yalan mı?
18.02.2014
Nerina Azad
Bu haber toplam: 1203 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:12:24:09