Çözüm sürecinin bitişi üzerinden beş yıl geçti. İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan ile devlet heyeti arasında oluşturulan masaya katılanlardan biri olan Kürt siyasetçi Hatip Dicle, sürecin bitmesiyle ilgili açıklamalarda bulundu.
Dicle, Erdoğan’ın Dolmabahçe Mutabakatını doğru bulmadığını ve mutabakattan haberdar olmadığıyla ilgili açıklamasına karşı bir açıklama yapmak istediklerini ancak dönemin Başbakanı Davutoğlu’nun danışmanı Hatem Ete ile yaptıkları görüşme sonrası kendilerinden Hükümetin açıklamasını beklemelerinin istendiğini hatırlattı.
Hatip Dicle, “Bize ‘eğer açıklamamızdan tatmin olmazlarsa yapsınlar’ denildi. Hükümet adına sayın Arınç açıklama yaptı, Sayın Erdoğan’ın haberi olduğunu, çözüm sürecini sürdürmekten yana olduklarını söyledi. Arınç, heyet adına açıklama yapmıştı biz de rahatladığımız için ikinci bir açıklama yapma gereği duymadık. Ama bir hafta sonra, onların da ağzı değişti” dedi.
Dicle, AK Parti’den ayrılarak Gelecek Partisi’ni kuran dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ile ilgili de tartışma yaratacak kimi değerlendirmelerde bulundu. Dicle “Sayın Davutoğlu bir karakutu gibi. Kendisi her şeyi biliyor. Başbakanlıktan istifa edene kadar tüm ayrıntıları çok iyi bildiğine inanıyorum. Ama konuşmuyor. Açık açık konuşmalı. Karakutu gibi o dönemin tüm devlet sırları ondadır” ifadelerini kullandı.
24 Temmuz 2015’te Kandil’e yönelik gerçekleştirilen hava operasyonlarıyla çözüm süreci resmen sonlandırılmıştı. O günden bugüne devlet ile PKK arasında zaman zaman çatışmalar yaşanırken, Kürt barışı da oldukça uzak görünüyor.
İmralı’da devlet heyeti ile Öcalan arasında oluşturulan masaya katılanlardan biri de Demokratik Toplum Kongresi (DTK) eski Eşbaşkanı Hatip Dicle’ydi. Kürt siyasetinin duayen ismi Dicle ile çözüm sürecinin bitirilerek yeniden savaş konseptinin devreye girmesinin nedenlerini, Türk devletini ve AKP/Erdoğan iktidarının hedeflerini konuştuk. Dicle ile yaptığımız podcastin ilk bölümü şöyle:
Dünyanın demokrasilerini gözlemleyen Almanya’nın çeşitli kuruluşlarının Türkiye’yi otokratik devlet olarak değerlendirdiklerine dikkat çeken Dicle, “Hatta diktatörlük diye değerlendirenler var. Türkiye’nin maalesef durumu budur. Yıllarca AB ile ilişkiler sürdürdü ama bugün AB Türkiye\'yi bölgede bir sorun olarak görüyor. Tamamen dünyaya bir anlamda Hitler gibi kafa tutan, barışı bozmaya çalışan, siyasal İslamla dünyayı tehdit etmeye çalışan, bir çete organizasyona dönüşmüş” ifadelerini kulladı.
Hatip Dicle, devletin çözüm süreci amacının olmadığını söyledi ve şöyle dedi:
“2.5 yıl sürdüğü çözüm sürecinde bizler de gerçekten umutlanmak istiyorduk. Ama beş yıl sonra dönüp geriye baktığımız o zamanki devletin tutumlarını, politikalarını birlikte değerlendirdiğimizde ortaya şu çıkıyor: Aslında çözüm süreci denilen süreç devlet tarafından hiçbir zaman barış, demokrasi, ya da Kürt sorununu çözüm amaçlı dönüşülmemiş.”
Suriye’de 2011 yılında yaşanan iç savaştan bir yıl sonra Kürtlerin Rojava devrimi gerçekleştirdiğini hatırlatan Dicle, şöyle devam etti:
“Kürtler devrimlerini gerçekleştirdi, kantonlarını ilan etti. Konu İmralı’daki görüşmelerde de gündeme geliyordu. Türkiye, Öcalan’ın başmüzakerici olduğu Kürtlere üç şey dayattı: Birincisi ÖSO’nun parçası olacaksınız.
Bugünkü Müslaman kardeşlerin örgütü olan, bugün HTŞ şu bu ne değişirse değişsin en son Suriye Milli Ordusu oldu, onların parçası olmasını istediler. İlişki de demiyorum. Onun bir parçası olacaksın diyorlardı.
İkincisi ‘Bu otonomiyi, özerkliği asla kabul etmiyoruz, bunları derhal feshedin” Bunu 2014’te bunu dayatıyorlardı. Rojava kanton sistemi iki yaşındaydı.
Üçüncüsü de ‘ÖSO bünyesinde Suriye devletine karşı savaş başlatın.’
Bu Kürtlerin stratejisine tamamen aykırıydı. Çünkü Kürler ilk başladıklarında sayın Öcalan’ın başmüzakereciliğinde üçüncü çizgiyi savundular. Neydi bu? Kürtler, kendi topraklarını, hakların savunacaklar, diğer halklarla kardeşlik içinde olacaklar. Ne sömürgeci devletlerin ne de hegemon güçlerin uzantıları olacaklar. Ama onlar bir anlamda Türkiye cumhuriyetinin o zaman egemenliğinde olan Özgür Suriye Ordusuna katarak, bir anlamda yedeklemek istiyorlardı. Bu kabul edilmezdi tabi…
Biz barış ve çözüm için kendimize güveniyorduk ama devletin amacı çözüm değildi. Amaç Rojava Kürtlerini sayın Öcalan da şahsında acaba yedekleyebilir miyim?
Bunun farkındaydık, sayın Öcalan da söylüyordu, ‘Biz asla bu masayı terkeden olmayacağız. Bu masayı devirmeyeceğiz.’ Dayatmalar her zaman yapılıyordu.”
Kürtlerin ABD’nin desteğiyle Kobani’de IŞİD’e karşı özellikle 5-6-7 ekim 2014’te verdiği mücadeleyi hatırlatan Kürt siyasetçi şöyle devam etti:
“6-7 Kobani olayları sonrası İmralı’da yapılan ilk görüşmede sayın Öcalan çok öfkeliydi. Devlet heyetiyle süreç konuşulmaya başlandığı çok tarihi bir söz söyledi. Dedi ki, ‘Kobani savaşı başladığında Türk devleti olarak sizin tanklarınız oradaydı. Kobani sınırlarında bekliyordu. Eğer o sen gece 5 ekimi 6 ekime bağlayan gece Amerika yerine siz müdahale etseydiniz, şimdi tüm Kürtlerin empatisisi size yönelikti.’
Amerika Kobani’nin düşmesine müsade etmedi. Evet, Kürtlerin mücadelesi son derece önemliydi ama Amerika ilk defa o gece gerçek anlamda bombardıman yaptı. ‘Bugün eğer Kürtlerin sempatisi Amerika’ya yönelirse bunun sorumlusu sizsiniz. Siz bunu yapabilirdiniz.’ Devlet heyeti suspus, hiç kimse cevap vermedi. Çünkü cevap verecek her hangi bir şeyleri yoktu. O gece kader gecesiydi. Ki Erdoğan birkaç gün öncesinde ‘Kobani düştü, düşecek’ ama Kobani düşmedi… Ondan sonra Kürtlerle Amerika arasında bir taktik ilişki başladı, stratejik değil tabi ama taktiksel müttefiklik devam ediyor.”
Erdoğan’ın Gülen cemaatiyle kavgası sonrası birden bire kendisinin yalnızlaştığını gördüğünü söyleyen Hatip Dicle, “MHP ve Ergenekon çevreleriyle yakın ilişkiler kuruldu, beş yıldır devam eden bu ittifakın tohumları 2014 yılında atıldı. İçteki iktidar dengeleri anlamında zordaydı. AKP-MHP-Ergenekon ittifakı sağlayarak çözdüler. dışarıda ise DAİŞ ile daha çok yakın ilişkiye girdiler. Bugün de Suriye\'de, Libya’da o çetelerle işbirliği içindeler. Gerici, faşist karanlık güçleri en çok destekleyen Türkiye oldu. Dolasıyıyla hem içte hem dışta ittifaklarını yenilediler. Böylece Kürtlerle artık müttefikliklerini sürdüremezlerdi. Kürtler adına İmralı’da kurulan masa da onların dayatmalarını kabul etmedi\" ifadelerini kullandı.
Türk devletinin Rojava konusundaki dayatmalarını sadece Öcalan’ın değil, DTK Eşbaşkanı olarak kendisinin, Kandil’in de kabul etmediğini söyleyen Hatip Dicle, şunları söyledi:
“Kandil o süreçte Sayın Öcalan’a rapor veriyordu. Kalekollar yapıldığını, Kandil’in İHA’larla her zaman denetlendiğini aktarıp, ‘Bunların çözüm mözüm niyetleri yok’ diyorlardı. Sayın Öcalan onların bu raporlarına hiçbir zaman ‘Tamam biz işimize bakalım’ diyordu. Kandil baştan beri Türkiye\'nin orada bir çözüm amacıyla masaya oturmadığını, özellikle bu üç maddede somutlaşan dayatma amacıyla oturduğu konusunda net görüşleri vardı.
24 Temmuz 2015’te savaş başlarken, masada hiçbir sorun yoktu aslında. Türkiye ile ilgili hiçbir tartışma konusunda çözümsüzlük olmadı. Sayın Öcalan’ın demokratikleşme için önerdikleri gayet mantıklı, Türkiye lehine olan, kazan kazan politikasıydı. Esas iplerin koptuğu yer Rojava’ydı. Üç konuda Türkiye cumhuriyetinin dayatması sonucu masa devrildi, onu da Erdoğan devrildi. Bu tartışma ve dayatma Dolmabahçe Mutabakatı öncesiydi.\"
Rojava konusundaki dayatmaların 2014 yılından sonra gerek dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan ve devlet heyeti tarafından masaya dayatma amaçlı getirildiğini dile getiren Dicle, “Müzakere amaçlı değildi, ‘bu böyle olacak’ şeklindeydi. Kabul edilmedi, ittifaklarını yenilemişlerdi. AKP-MHP-Ergenekon ittifakı yenilemişlerdi. 2015 Dolmabahçe Mutabakatı sayın Öcalan’ın barış için son hamlesiydi. Erdoğan ilk tepkisi çok olumluydu ama bundan bir hafta 10 gün sonra değişti. Demek ki kendi müttefikleri MHP ve Ergenekon kanadı buna karşı çıktı” diye konuştu.
28 Şubat 2015’te Hükümet ile İmralı heyeti arasında İstanbul’da Dolmabahçe’de kamuoyunu canlı yayında duyulan adeta Kürt barışında gelinen en önemli olan Dolmabahçe Mutabakatı sonrası yaşanan gelişmeler hala tartışma konusu.
Erdoğan 22 Mart 2015’te Ukrayna dönüşü uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada Mutabakat ile ilgili “Bir metin okunmadı, iki metin okundu. Onların okuduğu metin ile Yalçın (Akdoğan) Bey\'in okuduğu metin birbirinden tamamen ayrı. Ben oradaki toplantıyı da doğru bulmuyorum. Başbakan Yardımcısı\'yla şu an parlamento içinde olan bir grubun yan yana o resmi vermesini şahsen doğru bulmuyorum” dedi. Sonrasında hızlı gelişmeler yaşandı.
Erdoğan’ın bu açıklaması esnasında İmralı heyeti olarak bir arada olduklarını dile getiren Hatip Dicle o günlerde yaşanan çok önemli bir gelişmeyi şöyle aktardı:
“Erdoğan’ın bu tavrının doğru olmadığı gerçeği ifade etmediği yönünde bir açıklama hazırlanıyorduk. Arkadaşlardan biri ‘Başbakana da danışıp bir açıklama yapsak daha iyi olmaz mı?’ önerisini yaptı. Davutoğlu’nun danışmanı Hatem Ete arandı. Hatem Ete yaşıyor, buna tanıklık edebilir. ‘Biz Cumhurbaşkanının bu açıklamasına karşı bir açıklamaya hazırlanıyoruz ama sayın başbakanın da bu tavrını öğrenmek istiyoruz. Sayın Başbakan bu konuda ne düşünüyor’ diye soruldu.
İmralı heyeti olarak beşimiz bir aradaydık. Hatem Ete, 10 dakika sonra aradı, ‘sayın başbakanın selamı var, diyor ki, herhangi bir açıklama yapmasınlar, biz şu an ‘MİT, Genelkurmay Başkanı, içişleri bakanı ve hepsiyle toplantı halindeyiz, biz açıklama yapacağız, eğer açıklamalarımız kendilerini tatmin etmezse açıklama yapsınlar’ dedi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bize danışmanı Hatem Ete aracılığıyla mesajını söylüyorum…
Sayın Bülent Arınç Başbakan Yardımcısı sıfatıyla heyet ve hükümet adına açıklama yaptı. O açıklama bizi tatmin etti, biz de onun için herhangi bir açıklama yapmadık. Sayın Bülent Arınç, Hükümet adına şunu söylüyordu: ‘Biz çözüm sürecini devam ettirmekten yanayız, Sayın Cumhurbaşkanın Dolmabahçe Mutabakatından bilgisi vardı, başladığımız işi bitirmek zorundayız.’
Arınç, heyet adına açıklama yapmıştı biz de rahatladığımız için ikinci bir açıklama yapma gereği duymadık.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın bu açıklamasından bir hafta sonra, o bir haftada ne olduğunu bilmiyoruz, Nisan ayının ortalarıydı galiba, bir açıklama geldi, artık onların da ağzı değişmişti. O zaman şöyle yorumladık: Demek ki bu bir devlet kararı, sadece Erdoğan sadece cumhurbaşkanı olarak açıklamadı…
Hükümet tamamen çözümden yanaydı, cumhurbaşkanı bozdu diyemiyoruz. Çünkü hükümet de bir hafta sonra cumhurbaşkanına uydu.
Sayın Davutoğlu bir karakutu gibi. Kendisi her şeyi biliyor. Başbakanlıktan istifa edene kadar tüm ayrıntıları çok iyi bildiğine inanıyorum. Ama konuşmuyor. Konuşmayıncaya kadar da Kürtlerin kendisine güveni oluşmayacak. Mümkün değil. Konuşmalı. Açık açık konuşmalı. Karakutu gibi o dönemin tüm devlet sırları ondadır. Konuşmadıkları, Erdoğan’dan çekindikleri çok açık.”
Çözüm sürecindeki devlet heyetinin de tasfiye edildiğine dikkat çeken Dicle, “MİT Müsteşarı Hakan Fidan dışında o dönem görüşmelere katılan, devlet içinde göre alan hepsi heyeti de tasfiye edildi. Kamu Güvenliğ Müsteşarı’nın kendisi tasfiye edildi. Ki, bu devlet heyetine Kamu Güvenliği Müsteşarı Muhammet Dervişoğlu başkanlık yapıyordu. MİT Müsteşar yardımcısı vardı, bir de hiç konuşmayan ama bizim Genelkurmay’dan olduğunu tahmin ettiğimiz üçüncü insan vardı. Devlet heyeti üç kişiden oluşuyordu ama sözcüleri Kamu Müsteşarıydı. O ne oldu, emekliye mi ayrıltıldı, bilemiyorum. Kamu Müsteşarlığı tamamen tasfiye edildi…” ifadelerini kullandı.
AKP ile Gülen cemaati kavgasının başladığı 2013 yıla da dikkat çeken Hatip Dicle, “Fethullah Gülen cemaati de asla Kürt sorununun çözümünden yana değildi. Erdoğan kürtlerle sürdüğüdüğü bu görüşmelere de karşıydılar” dedi.