Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) Yürütme Kurulu Üyesi Aldar Xelîl, Kuzey ve Doğu Suriye sınır hattı için varılan “güvenlik” anlaşmasını, Türkiye’nin tutumunu, Birleşmiş Milletleri’nin gündeme getirdiği “Suriye Anayasa Komitesi”ni değerlendirdi. Xelil, Türkiye'nin bölgeye olası bir müdahalesiyle ilgili olarak "Başta ABD olmak üzere, dünya kamuoyu ve BM görevlerini yerine getirmelidir. Çünkü IŞİD’e karşı biz savaştık. Türkiye’nin bölgelerimize saldırmasına izin vermemeliler" dedi.
ANHA'nın sorularını yanıtlayan Aldar Xelil, ABD’nin arabuluculuk yaptığı “güvenli bölge” anlaşmasına ve son günlerde sert çıkışlar yapan Türkiye’nin tutumuna dair şunları söyledi:
“Herkesin bildiği gibi Türk devletinin başlıca niyeti işgaldir. Misak-ı Milli’ye göre hareket eden Türk devleti, Halep kırsalından Suriye’nin kuzeyine, oradan Musul’a kadar olan bölgeyi Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde görüyor. Ancak Türkiye’nin Misak-ı Milli’yi uygulamasının önündeki engel, 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması oldu. Çünkü Lozan’a göre, Türkiye, mevcut sınırlarını geçemezdi. Şimdi de Lozan Antlaşması’nın sonuna doğru ilerlerken, Erdoğan da planlarını gerçekleştirmek istiyor.
Unutulmamalıdır ki Türkiye, 1998’de Suriye rejimiyle Adana Mutabakatı’nı imzalamıştı. Bu anlaşma Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini meşrulaştıran bir anlaşmaydı. Afrîn’in işgali de Rusya, Türkiye ve Suriye rejimi arasındaki anlaşmayla oldu. Bu anlaşmanın içeriğinde ise Türkiye ile Suriye rejiminin ilişkilerini eskiye döndürme ve Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’de, Adana anlaşmasına göre hareket etmesini sağlama bulunuyordu.
"Tehlike Bitmiş Değil"
DSG ile Türkiye arasında ABD’nin arabuluculuğunda varılan anlaşma, Erdoğan’ın bölgeye yönelik planları önünde engel oldu. Zaten son açıklamaları bunu en açık kanıtı. Sınır güvenliği anlaşması, onun gözünde bir tuzak gibi duruyor. Bununla birlikte anlaşmanın yürürlüğe girmesi, Kuzey ve Doğu Suriye üzerinde tehlikenin kalktığı anlamına da gelmiyor.
Ankara'daki Üçlü Zirve
16 Eylül’de Ankara’da gerçekleşen Rusya, İran ve Türkiye toplantısının başlıca konusu Kuzey ve Doğu Suriye’ye ve Kürtlere karşı pazarlıkta bir anlaşmaya varmaktı. Bununla birlikte Türkiye, bölgeye saldırmak için Rusya ve İran’ın sessiz kalmasını amaçlıyordu. Peyderpey Suriye rejimi ve İran Cumhurbaşkanı Ruhani, DSG karşıtı bir açıklama yaptı ve terör suçlaması yöneltti. Tüm bunların yanında Erdoğan’ın amacı, İran ve Rusya’nın Kuzey ve Doğu Suriye üzerinde etkisi olmadığını bilmesine rağmen bölgeye saldırmak için ABD üzerinde baskı oluşturmaktı. Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye üzerindeki tehlikesi sona ermiş değil. ‘Tehditler ortadan kalktı’ diyerek kendimizi kandırmayalım.”
Güvenli Bölge Anlaşması
Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik olası operasyonu için “Çok hassas bir konu” diyen Aldar Xelîl, şunları söyledi:
“Türk ordusu sınır hattında halen bulunuyor ve güç sayısını arttırıyor. Erdoğan halen tehditlerini sürdürüyor. Türkiye’ye ait uçaklar bölge üzerinde uçuş yapıyor. Hiç unutmamamız gerekir ki Türkiye, mevcut anlaşmanın sonuçsuz kaldığını açıklayabilir ve Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırabilir.
DSG’nin sınırdan çekilme ve noktalarını taşıma adına attığı adımlar, Türkiye üzerinde herhangi bir tehlike oluşturmadığını tüm dünyaya gösterdi. Bazı noktalardan geri çekilme yapıldığı, mevzilerin kaldırıldığı doğrudur. Ancak bu sınır savunma sistemini bırakma anlamına gelmez. Tüm dünya iyi bilmelidir ki Demokratik Suriye Güçleri ve Özerk Yönetim, ciddi adımlar atmıştır ve üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmiştir. Başta ABD olmak üzere, dünya kamuoyu ve BM görevlerini yerine getirmelidir. Çünkü IŞİD’e karşı biz savaştık. Türkiye’nin bölgelerimize saldırmasına izin vermemeliler.”
Dünya İçin Tehlike
“Kuzey ve Doğu Suriye bölgelerine yönelik her bir saldırı, insan haklarının ve BM sözleşmelerinin çiğnenmesi anlamına gelir” diyen TEV-DEM Yürütme Kurulu Üyesi Aldar Xelîl, değerlendirmesini şöyle sürdürdü:
“Saldırıların amacı bölgeyi işgal etmektir ve bu, uluslararası hukuka ve sözleşmelere aykırıdır. Bununla birlikte Suriye topraklarını parçalamak ve başka bir ülkenin sınırları içine dahil etmek olur. Ayrıca Suriye’nin en güvenli bölgelerinde toplumsal yaşam parçalanır; Kürt, Arap ve Süryani halkları başta olmak üzere tüm halkların güven ve huzur ortamını tehlikeye atar. Tüm bunlarla yanında çok yüksek sayıda IŞİD çetesi ve ailesi, Özerk Yönetim’in bünyesinde tutuklu. Bölgeye yönelik her saldırı, bütün olumsuz ihtimallerin önünü açar. Eğer çeteler olası bir saldırıda kaçarsa bu da tüm dünya için tehlike oluşturur.”
Suriye Anayasa Komitesi
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres’in “Suriye Anayasası Komitesi oluşturuldu” açıklamasına değinen Aldar Xelîl, bölge temsilcilerinin komiteye dahil edilmemesine tepki göstererek, iki nedeni şöyle açıkladı:
“Birincisi; şimdiye kadar Suriye krizinin çözümü için bir karar alınmadı. Krize müdahil olan ve bölge üzerinde çıkarları bulunan büyük güçler, krizin çözümüne dair bir karar almış değil. Çünkü onların çıkarları, krizin derinleşmesiyle gerçekleşir. Şimdi Cenevre ölmüş, bitmiş durumdadır. Suriye anayasa komitesinin kurulduğunu ve yakın bir zamanda çalışmalara başlayacağını söylüyorlar. Fakat bunların gerçekleşmesi uzun yıllar sürecek.
İkinci ve başlıca neden ise Suriye krizine müdahil olan güçler, demokratik projelere sahip çevrelerin çözüm için gerçekleşen toplantılara katılmasını istemiyor. Çünkü Kuzey ve Doğu Suriye’nin tüm bileşenlerini temsil eden demokratik güçlerin katılımıyla çözüm gelişeceği için, mevcut süreçte krize çözüm bulmak bu güçlerin çıkarına hizmet etmeyecektir. Zaten Türkiye, Kuzey ve Doğu Suriye halklarının, özellikle Kürtlerin anayasa yapım sürecine katılımına asla razı değil. Anayasa komitesine ilişkin şunu belirtebilirim; tüm bileşenleri kapsamayan bir anayasa, Suriye halklarını temsil etmez."
"Halklar Ne Yapacak?"
Aldar Xelîl, Kuzey ve Doğu Suriye halkları için de şunları kaydetti:
“Kürt, Arap, Süryani, Keldani, tüm halklar saflarını güçlendirmeli; büyük bedeller ödenerek, oluşturulan demokratik sistemlerini korumak için Özerk Yönetim’in ve askeri sistemlerinin etrafında kenetlenmelidir. Bununla birlikte toplumsal, askeri, siyasi tüm alanlarda hazırlıklı olmalıdır. Her bir saldırıya karşı bir canlı hücre gibi çalışmalıdır. Dış güçlerden medet ummamalıdır. Kendi savunma ve özsavunma sistemlerine dayanmalıdır.”