İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınarak yerine kayyum atanan, Mardin Belediyesi eski Eşbaşkanı Ahmet Türk, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş'a yaptığı barış çağrısına, Kurtulmuş'un "Geç kaldınız" yanıtı vermesine tepki gösterdi.
3 ay önce yerine kayyım atanan eski Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk, 7 Haziran seçimlerinden sonra biten barış süreci hakkında değerlendirmelerde bulundu. "Böyle bir ortamda bile birçok şeyin yapılabileceğine inanıyorum. Barış için geç kalınır mı? Barışı istemenin zamanı olmaz." diyen Türk, yaşanan sürecin diyalog yoluyla atlatılabileceğini söyledi.
Türk, Çözüm süreciyle birlikte girilen barışçıl süreci Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bitirdiğini ancak bunun yanı sıra Kürtlerin de hemen eylem sürecine geçmesinin hata olduğunu dile getirdi. Belediyelere atanan kayyumlara da değinen Türk, " Bu güvenlikçi politikalar nereye kadar gidecek? Bakıyorsunuz kayyumun atandığı belediyelere karakollardakinden daha yüksek duvarlar yapılmış. İnsanlar rahat gidip gelemiyor. Bu uygulamalarla bu halkı nasıl kazanırsınız?" dedi.
Ahmet Türk'ün Habertürk Gazetesine verdiği röportajdan önemli başlıklar şöyle:
- Tutuklanmanıza farklı kesimlerden tepki geldi ama en dikkat çekeni Devlet Bahçeli’nin sözleriydi. Şaşırdınız mı?
Doğrusunu isterseniz biraz şaşırdım! (Gülümsüyor) Gerçekten böyle bir şey beklemiyordum. Sayın Bahçeli ile uzun süredir parlamentodayız. Bir-iki sefer "Merhaba"mız olmuştur. Bir sefer de Anıtkabir’e gittiğimizde ikimiz arka tarafta kalmış, “Merhaba”laşmış, hal hatır sormuştuk. Bunun dışında bugüne kadar herhangi bir temasımız olmamıştı. Siyaseten de ayrı kulvarlardayız. Ama insani olarak böyle bir söylemde bulunduğu için memnun oldum. Kendisini telefonla aradım, bu duyarlılığından dolayı teşekkür ettim. Nezaketle karşıladı. "Geçmiş olsun, sağlığın nasıl?" dedi. Kısa bir görüşmeydi.
- Deniz Baykal’la da görüştünüz...
Evet. Gözaltına alındığımda Sayın Baykal Mardin’de aileme uğramıştı. Ben de teşekkür etmek için kendisini ziyaret ettim. Uzun yıllar aynı partide siyaset yaptık. Zaman zaman muhalif gruplarda bulunduk ama sonuçta bir geçmişimiz, dostluğumuz var. CHP Grubu’ndan başka arkadaşlar da Silivri’de ziyaretime geldi. Fikri Sağlar, Zeynep Altıok, Mehmet Tüm,Sezgin Tanrıkulu... Şafak Pavey, 2 kez geldi.
"Yeniden ortak akıl oluşturmalıyız"
- “Suriye’deki savaş Türkiye’deki barışa engel oldu mu?” sorusu da var akıllarda. “PYD’nin Suriye’de alan kazanması, PKK’nın Türkiye’de savaş stratejine dönmesine neden oldu” deniliyor, ne dersiniz?
Bugün bu sorunların ortaya çıkmasında, Kürtleri potansiyel bir tehlike olarak gören yanlış anlayışın payı var. Kürtleri kazanacak politikalar üretilseydi bugün Türkiye Ortadoğu’da en önemli aktör haline gelirdi. Suriye’de Kürtler hedef alınmış. El Nusra çeteleri Suriye’deki Kürtlerin toprağına saldırıyor, insanlarını katlediyor, affedersiniz namusuna göz dikiyor, ama siz Kürtlere sahip çıkmıyorsunuz. Türkiye büyüklüğünü orada gösterecekti. “Benim ülkemde yaşayan insanların akrabalarıdır” diyerek o insanlara sahip çıkacaktı. Ama ne oldu? Çıkıp “Kobani düştü düşecek” diye bir açıklama yaptılar. Bu yanlış politika, bin yıllık dostluğu zedeledi. Bugün iki tarafa da güvensizlik egemen oldu. Evet, Kürtlerin yanlış siyasetinden dolayı insanlar kırgın. Ama devlete de öfkeliler. Kürt hareketine kırgınlar çünkü bazı konularda halkın düşüncesini esas almadılar. Ancak devletin bugün yürüttüğü politika da öfkeyle karşılanıyor. Bu, suskun bir öfke. Belediyeler Kürtçe kreş açmış; onları kapatıyorsunuz. Kürtçe, Arapça, Süryanice levhaları söküp atıyorsunuz. Hani farklı dillere, kimliklere saygılı olunacaktı? Tekçi bir anlayış egemen olmaya başladı. Bu politikalardan sonuç almak mümkün değil. Bunları samimi olarak hükümeti uyarmak için söylüyorum. Yeniden ortak akıl oluşturalım, yeni bir sürecin kapısını aralayalım. Buna ihtiyacımız var.
- Peki cezaevinde nasıl muamele gördünüz? 2 askerin kolunuza girdiği görüntü, tartışmalara neden olmuştu...
Burada insan dürüst olmalı... Mahkemeye, Adli Tıp’a ya da hastaneye götürülürken hiçbir sıkıntı yaşamadım. Güvenlik için koluma girmişlerdi. Yerde kar vardı, ben de kaymamak için önüme bakıyordum. O sırada kötü bir fotoğraf çıkmış. Görünce ben de etkilendim. Ama gerçekten nezaketle davranmışlardı. Aksini söylemek ahlaki olmaz.
Başbakan Yardımcısı'na: Barış için geç kalınır mı
"Bugün şiddet sarmalının egemen olduğu bir ortamı yaşadığımız doğru. Böyle bir ortamda bile birçok şeyin yapılabileceğine inanıyorum. Barışta hiçbir zaman geç kalınmaz. Başbakan Yardımcısı çıktı; ‘Ahmet Türk’ün söyledikleri çok geç kaldı’ dedi. Barış için geç kalınır mı? Barışı istemenin zamanı olmaz. Bütün olumsuzluklara rağmen, şiddet sarmalının beynimize, ruhumuza hâkim olduğu bir süreçte, biz yine barışa inanarak, diyaloğu oluşturarak bu süreci atlatabiliriz."
"7 Haziran’da istenen sonuç ortaya çıkmayınca tam tersi bir politika izlenmeye başladı"
- Bu kaçıncı tutuklanmanız siyasi hayatınızda?
4’üncü. İlk 1980’de tutuklandım. 1986’da seçimlere bir müddet kala yine cezaevine girdim. 1994’te de partimiz Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı ve milletvekilliğimiz düşürüldü. Aslında ilk tutuklanmamdan bu yana değişen fazla bir şey yok. Ortak akıl bulunmadan, demokratik zeminde çözüm arayışı olmadan bir şey değişmez. Kürtleri potansiyel tehlike olarak gören bir anlayış var. Kürtleri kazanmaya, taleplerini dinlemeye yönelik bir anlayış olmadığından, her nedense zaman zaman bu sorunun çözümü için adım atılıyor, sonra bu olmayınca sindirme, susturma politikaları esas alınıyor. Rahmetli Özal döneminde silahların susması konusunda ciddi gelişmeler oldu ama vefatından sonra birdenbire tüm diyalog kesildi. Geçen dönemde de buna benzer şeyler oldu. Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile görüştük. Bu sorunun çözümü konusunda gerçekten samimi umutlar besledik. Ama 7 Haziran’da istenen sonuç ortaya çıkmayınca tam tersi bir politika izlenmeye başlandı ve bugün maalesef daha sıkıntılı bir sürece girdik. 80’lerde ve 90’larda büyük bir baskı oluştu, köyler boşaltıldı, faili meçhul cinayetler işlendi ama sorun ortadan kalkmadı. Güvenlikçi politikalarla sorunların çözülmeyeceği ortadayken yeniden buna dönülmesi, parlamenterlerin ve belediye eşbaşkanlarımızın tutuklanması, yerlerine kayyum atanması... Bu güvenlikçi politikalar nereye kadar gidecek? Bakıyorsunuz kayyumun atandığı belediyelere karakollardakinden daha yüksek duvarlar yapılmış. İnsanlar rahat gidip gelemiyor. Bu uygulamalarla bu halkı nasıl kazanırsınız?
"7 Haziran sonrasında eyleme geçmek bence hataydı, sabırla beklenilmeliydi"
- 7 Haziran’da HDP yüzde 13 oy aldı ve Meclis’e 80 milletvekiliyle girdi. Ama ardından PKK çatışma ortamını başlattı. Kürt siyasetçiler, bu eylemlere yeterince yüksek sesle karşı çıkmadıkları için eleştiriliyor...
7 Haziran seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı’nın süreci bitirdiği biliniyor. Ama bana kalsaydı buna dair ipuçları tamamen ortaya çıkıncaya kadar sabırla beklerdim. 7 Haziran sonrasında hemen bir eylem dönemine geçilmesi, bence Kürtler açısından bir hataydı. Çok açık konuşayım, ben böyle değerlendiriyorum. Diplomasi eksik yürütüldü. Ben olsam 'Biz hâlâ eski yerimizde duruyoruz. Barış için sonuna kadar direneceğiz, inat edeceğiz, süreci bozmayız' gibi mesajlarla çıkardım ortaya. Ama tabii bu ne benim kontrolümde ne de gücümün alabildiği bir şey. Bu tamamen örgütün ortaya koyduğu bir karardır. Bu kararı siyasilerin değiştirme şansı yok. Dünyaya baktığımız zaman birçok ülkede bu gibi hareketlerde önce parti kurulmuş. Irak Kürdistanı’nda da önce KDP kurulmuş sonra peşmerge güçleri oluşturulmuş. Ama Türkiye’deki Kürt hareketinin demokratik siyaset zemini yokken, silahlı mücadele ortaya çıkmış. Bu nedenle silahlı mücadele her zaman süreçler üzerinde etkili olmuş. Siyasileri suçlamanın bir anlamı yok. Ne HDP Genel Başkanı’nın ne de sivil kurumların bu savaşı durdurmaya ya da kararlar almaya yönelik bir gücü, yetkisi ya da iradesi yok.
"Öcalan'ın barışçıl mesajları Kandil'de ne kadar yerini buldu?"
- Siyasilerin gücü ve iradesi nasıl olmaz? Masum insanların ölümüne neden olan saldırılardan sonra HDP’nin dönüp gür bir sesle "Biz 80 milletvekiliyle Meclis’teyiz, barıştan yanayız” diyerek eylemleri durdurması gerekmez miydi?
Bu konuda siyasiler her zaman mesaj verdi. Artık sorunların demokratik zeminde çözülmesi gerektiğini söylediler. Ama bu mesajlar ne kadar yerini buldu? Belki bunu tartışabiliriz. Ben İmralı’ya gidip görüşme yaptığım dönemde Sayın Öcalan da "Artık sorunların demokratik zeminde çözümü ve diyaloğun oluşturulması konusunda bütün gücümüzle çaba göstereceğiz. Ben görüşmeler yapıyorum" diyordu. Nevroz’da gönderdiği mektupta da demokratik yöntemlerle çözüm noktasında yeni bir dönemin mesajını vermişti. Bilmiyorum bu mesajlar çok iyi okunmadı mı? Belki bunun üzerinde tartışmak, düşünmek lazım.
"Kuşkularım var"
- Yani PKK, siyasi kanadın güçlenmesini ve sorunun demokratik yollarla çözülmesini istemedi mi?
Zaman içinde bunların hepsi ortaya çıkacak. Bu konuda endişelerim var. Geçmişte devletin bilgisi dahilinde Kandil’e de gittik, Sayın Öcalan’ın mesajlarını ilettik. Kandil’dekiler de bu sürecin barışçıl bir sürece evrilmesi için Başkan’ın aldığı kararlara tamamen uyacaklarını ifade ettiler. Ama sonuçta bir şiddet sarmalına yakalandık. Kuşkularım var. Bu kararlar neden alındı? Veyahut aktörler kimlerdir? Belki bunlar ortaya çıkar...
"Cizre'de ambulansı sokmayan komutan FETÖ'den zindanda"
- Hendek politikasına da karşı çıkmıştınız...
Evet, bunu açıkça ifade etmiştim. Ama bakıyorsunuz bir yerde hendekler kazılıyor. Diğer tarafta 200 metre ötede polisler oturmuş, bu hendeklerin kazılmasını seyrediyor. Bunu Nusaybin’de, Cizre’de gördük. Hiçbir müdahale olmuyordu. Burada farklı bir soru geliyor akla. Acaba barış sürecinin sona ermesi için birileri tuzak mı kurdu? Cizre’de ambulansları göndermek için İçişleri Bakanı samimi olarak çaba sarf etti. Buna rağmen o ambulansların o sokağa girmesine izin verilmedi. Bakıyoruz, o işin başında olan ordu komutanı FETÖ’den dolayı bugün zindanda.
- “Hükümete karşı operasyon yürütülmüş olabilir” mi demek istiyorsunuz?
Evet olabilir. Bütün bunları düşündüğümüzde, birilerinin bu süreçlerin barışa evrilmesini engelleyecek roller oynadığını görüyoruz.
- Referanduma nasıl bakıyorsunuz?
Çoğulcu ve katılımcı demokrasiden yana bir insanım. Yıllarca bunun mücadelesini verdim. Her şeyden önce halkın özgür iradesinin sandığa yansıması benim için önemlidir. Özgürce gidecek ve neye inanıyorsa o şekilde davranacak. “Evet” diyen vatansever, “Hayır” diyen vatan haini gibi bir politika yürütülmemeli. Ayrıca bu referandum, partilerin meselesi değil. AK Partili olup da bu referandumda “Hayır” diyecek insanlar olmalı. Veyahut benim partimden “Evet, ben bunu beğeniyorum” diyebilecek insanlar olmalı. Ayrıca tekçi bir anlayış Türkiye’ye yarar sağlamaz. Yıllardan beri CHP’yi eleştiren, tekçilikle suçlayanlar, şimdi tekçi bir anlayışa sahip çıkıyor. Buna halkı nasıl inandıracaksınız?