Musa Anter cinayetinin davası zaman aşımı nedeniyle düşürüldü. Kürt aydın, yazar ve entelektüeli olan Musa Anter’in katledilmesinin üzerinden 30 yılı aşkın bir süre geçti. 2011 deyaşma veda eden Anayasa Hukuku Profesör'ü Server Tanilli’nin, 1992 de Musa Anteri ‘Tanıklık’a anlatan yazısını sizinle paylaşıyoruz.
Yıl 1959, Demokrat Parti’nin son yılı.
Resmi bir raporda da geçen bir toplantıdan ve alınan karardan söz edeceğim: Celal Bayar, İkinci Kurmaybaşkanı Cevdet Sunay, Başbakan Adnan Menderes, Devlet Bakanı Tevfik İleri, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu toplananlar. O sıralarda Milli Emniyet’in Kürt sorunu şefi olan Ergun Gökdeniz’in hazırladığı rapor okunur. Raporun içeriği, genel çizgileriyle şöyledir: 1. Türkiye’de bin tane Kürt aydını yok edilirse, Kürt sorunu en aşağı otuz yıl geriler, 2. Operasyonda seçilecek Kürtlere komünist denmelidir, çünkü Kürtler komünistleri sevmez ve tutmazlar; 3. Bunların siyasal partilerde güçlü yakınları olmalıdır vb.
Celal Bayar ve Cevdet Sunay “tamam” derler. Tevfik İleri, “Arkadaşlar, siz beni bilirsiniz. Ben bir Kürt dostu değilim, ama böyle bir harekette bulunursak, Cezayir’i Kürdistan’a getirmiş olmayalım?” diye sorar. Çünkü o sıralarda, Cezayir’de Cezayirlilerle Fransızlar arasında şiddetli çarpışmalar olmaktadır. Fatin Rüştü Zorlu, “Böyle şey olmaz. Ben, şimdiden istifa ediyorum” der. “Zaten dışarıda kimsenin yüzüne bakacak halimiz kalmamış. Ermeni soykırımıdır, Rum soykırımıdır, Kürt soykırımıdır, tarih içinde bir parça kabuk bağlamışken, yeniden bu soykırımı kimseye kabul ettiremeyiz.” Son olarak Adnan Menderes söz alır ve şöyle der; “Peki arkadaşlar, zaten müfettiş beyin anlattığı suçlar idamlık suçlardır. Biz bunlardan elli tanesini tutuklar, mahkeme kararı ile idam ederiz. Böylece, ellişer ellişer tutuklar ve mahkeme kararı ile de idam edersek, bini tamamlarız.”
Bu söylediklerimi, Musa Anter, Hatıralarım adlı eserinde anlatır. Konuşmalar, tıpı tıpına böyle olmamış da olabilir; yalnız kesin olan bir şey varsa şu: Kürtler’e karşı bir uygulamaya geçilir. Ankara Kara Kuvvetleri Mahkemesi’nden elli tane adsız tutuklama müzakeresi çıkarılıp Milli Emniyet’e verilir; Milli Emniyet de kimin adını koyarsa, o tutuklama kararı onun olur.
Elli Kürt aydını tutuklanır; Harbiye binasının arkasında özel olarak hazırlanan hücrelere konulurlar. Aralarından biri, dayanamayıp ölecektir. Geriye kalan kırk dokuz kişi, “49’lar” diye anılacaktır. İçlerinde Musa Anter de vardır. Hücresinin numarası 38’dir ve orasıyla ilgili olarak anlattıklarını izin verin tekrarlamayayım. İlk okuduğumda, karabasana uğramıştım ve bir Türk olarak yerin dibine geçmiştim.
Böyle baktık Kürtler’e, şimdi de döktüklerimizi topluyoruz.
*
Tanıdınız mı Musa Anter’i?
Suadiye’deki evini ve meraklarını anlatırlardı: Ciddi bir terziden giyinen, ayakkabılarını ölçü verip ısmarlayan; nadide eşyaya düşkün ve öyle olduğu için de Bedesten’in önce gelen alıcıları arasında yer alan; değerli koleksiyonlara sahip; Safiye Ayla ve klasik Türk musikisi tutkunu; kapısı ve sofrası açık bir bey, bir beyefendi. Bütün bunlar, incelmiş zevklerin ve bir düzeyin işaretidir; bir görgünün belirtisi olduğu gibi, bir nadir yaradılışa da tanıklık ederler. Musa Anter, gerçekten bir görgü adamıydı ve ruh kumaşı ince zevklerle dokunmuştu.
Ama bu adamın, pek haklı olarak isyan ettiği bir şey vardı.
En temel bireysel ve ulusal hakları yadsınıp çiğnenen bir halkın çocuğu olduğunun bilincindeydi; öyle olduğu için de çoğu Kürt aydını gibi o da yine pek haklı olarak, en başta halkını ve kendini saydırmanın mücadelesine girmişti; girmek ne kelime, adamıştı. Bir kavgaya girmek başka, kendini adamak başkadır. Bu “kendini adamak” Kürt aydınları arasında, sanıyorum en önce onun için doğrudur.
İnatçı bir kişilik, hatta pervasızlık; hapishane içinde ya da dışında, toplumda ya da yargıç önünde, nerede olursa olsun, sözünü ve düşüncesini esirgemeyip dobrador konuşan, tek kelimeyle korku nedir bilmeyen bir insan: Musa Anter’in ruh kumaşı, bu üstün niteliklerle de dokunmuştu.
Özetle, günlük yaşamında olduğu gibi, kavgasında da bir “olağanüstülük” vardı; bir “başka” insandı.
*
1990 yılında yayımladığı Hatıralarım adlı eseri, uzun ve çileli bir ömrün ustaca bir özetlenmesidir.
Yalnız bu da değil!
Kitap, Türkiye’nin ve onun yanı sıra Kürdistan’ın bir yarım-yüzyıllık sosyal tarihidir de. Yazar, çocukluğunun geçtiği Mardin’in Zivinge köyünden alır sizi, ortaokul ve lise öğrenimini yaptığı Adana’ya götürür; anlattıklarına bakıp, çoğu kez hüzünlenerek tanırsınız oraları: Örfleri, inançları, ilişkileriyle, doğasıyla ve insanlarıyla, elbette Kürt’ü ve Türk’üyle.
1941 yılından başlayarak da, İstanbul’dasınızdır Musa Anter’le. Savaş yıllarının İstanbul’unu, sonraki yılları, üniversitesi, öğrencileri, yurtları, düşünce yaşamı, aydın-halk ilişkileriyle koca bir kenti okursunuz kaleminden. Büyük Kürt aydınlarıyla tanıştırır sizi. Çoğu, bilmediğiniz şeylerdir anlattığı.
Ve çok partili yaşama da geçildikten sonra onu kâh İstanbul’da görürsünüz, kâh başka bir yerde. 1950’li yıllar, 60’lı, 70’li, 80’li yıllar! Ama her gittiği yerde, attığı her adımda, soluğu zorla tıkanmış bir halkın, Kürt halkının bir parça nefes alabilmesi, kendine gelmesi, giderek kimliğini duyumsaması için çabalar, çırpınır.
Kolay mı sanıyorsunuz bir Kürt aydını için bunları?
Hayır!
Adım başında tehlikesi vardır işin ve belalar gelip bulur onu: Tutuklamalar, hapishaneler, işkenceler, çok partili bir yaşamdır girilen; demokrasi vardır denilir; ama görürsünüz ki bir Kürt söz konusu oldukta, yine de bir farklılık yoktur tabloda. O kavgada Türk aydını çile çeker, doğru; ama Kürt aydınının çilesi, daha katmerlidir.
Hapishane koşullarında bile boş durmaz; tutar, halka reva görülen acı bir olayı konu edinip, Kara Yara’yı yazar. Eser, daha sonra kimi Batı dillerine çevrilecek, tiyatrolarında oynanacaktır. Hapishanelerde manevi destek olur arkadaşlarına. Acıları o da çeker, ama “bal” eyleyerek. Niçin? Çünkü, ruh kumaşının dokularına bir “derviş” ahlâkının sabır ve direnci de sindirmiştir. Ünlüdür: Her hapishaneye girişinde, ilk aldığı eşya bir satranç takımı olurmuş.
“Uzun Yürüyüş”e çıktığının bilincinde!
Ve bu “Uzun Yürüyüş”ün içinden öldü.
*
Ölüm, yazgımız, er ya da geç; bir diyeceğim yok. Ama Musa Anter’in arkasından, böylesi koşullarda yazacağım aklıma gelmezdi. Yaşam ne garip rastlantılarla dolu!
Hey gidi Musa Anter, hey!
Başını hiçbir zaman eğmemiş yiğit kişi: Arkanda bıraktığın en büyük miras, hangi koşullarda olursa olsun dimdik ayakta kalışındır. Olsa olsa, kalleş bir kurşun seni düşürebilirdi ki, o oldu. Dört dörtlük bir Kürt olarak yaşadın; ama iki kardeş halkın, Kürtler’in de Türkler’in de ortaklaşa sahip çıktığı bir değer olarak öldün.
Arkandan yananlardan anlamalısın bunu.
Nur içinde yat sevgili kirvem!