Gazeteci Ruşen Çakır, Nizamettin Taş ile bir görüşme gerçekleştirdi. Bahçelinin başlattığı İmralı açılımı, Türkiye ve Kürdistan Bölgesinde yaşanan son gelişmelerin değerlendiren Taş'ın medyascope sitesinde yer alan röportajı şu şekilde;
Nizamettin Taş: Geçmişte, Kürt sorununun çözümü konusunda ordudan icazet alınmadan adım atmak mümkün değildi. Ordunun katı inkarcı yaklaşımı Özal döneminde aşılmaya başladı. Özal’ın “Ben orduyu ikna edebilirim, asıl zor olan kamuoyunun ikna edilmesidir” dediği rivayet edilmektedir. Türkiye’de Kürt sorununa olumsuz bakan kesimlerin oranı yüzde 70’leri geçmektedir. Bu tablonun içinde sadece sağ, muhafazakâr kesimler değil, aynı zamanda solcu geçinen geniş bir ulusalcı, Kemalist cenah bulunmaktadır. Kürt sorunu konusunda baştan itibaren bariyer oluşturan kamuoyunun zihniyet dünyasında o günden bu yana çok az değişim görülmektedir. Şayet Özal’a atfedilen bu tespit gerçekten onun tarafından söylenmişse, Türkiye gerçeğini çok iyi değerlendirdiği anlaşılmaktadır.
Özal’dan sonra iktidara gelen, istisnasız her parti lideri, Kürt sorununun çözümü konusunda bazı girişimlerde bulunmuştur. Fakat atılan her adım, daha başlamadan ya askerler tarafından veya muhalefet partilerinin sert direnişleri yüzünden sabote olmuştur.
Türkiye’de sadece ordu değil, aynı zamanda kurucu parti olarak CHP ve asıl engel teşkil eden sağ, muhafazakâr kesimler ikna edilmeden Kürt sorununun çözüme kavuşturulması mümkün değildir. En son Erdoğan liderliğinde başlatılan çözüm sürecinin akamete uğraması bunun açık göstergesidir. Hükümetin geçmiş deneyimlerden ders çıkararak başta MHP olmak üzere CHP, ordu ve diğer kesimleri sürece dahil etmesi sadece doğru yönde atılmış bir adım değil, aynı zamanda süreci sabote etmek isteyen güçlere karşı alınmış önemli bir tedbirdir.
Çözüm süreci, bir devlet politikası haline getirilmeden Erdoğan dahil hiçbir lider ve parti tarafından hayata geçirilme şansına sahip değildir.
Bu açıdan Devlet Bahçeli’nin sürece dahil edilmesi sürpriz değil, tersine zorunlu bir adımdır. Fakat Bahçeli’nin çıtayı çok yükseklere çıkararak ve kendisinden beklenmeyecek tarzda Öcalan’ı Meclis’e çağırarak konuşmaya davet etmesi herkes gibi benim açımdan da sürpriz, daha doğrusu akla en son gelecek şaşırtıcı bir çıkış olmuştur.
Bahçeli’nin, Öcalan çıkışı sembolik anlam taşımaktadır. Şüphesiz Bahçeli’yi konuşturan Erdoğan’dır; fakat, Erdoğan dahil, Devlet Bahçeli dışında Türkiye’de, Abdullah Öcalan’ı Meclis’te konuşmaya davet edecek kadar cüret gösterecek başka bir lider yoktur. Bunu bireysel cesaretle izah etmek doğru değildir. Devlet Bahçeli’nin konumu ve temsil ettiği, adına konuştuğu zümrenin kendisine kazandırdığı dokunulmazlık zırhına güvenerek bu konuşmayı yaptığı anlaşılmaktadır. Türkiye’de, Devlet Bahçeli dışında, bu tarzda kim konuşmaya yeltenseydi, geçmişte çokça yapıldığı gibi ipe çekilmekten asla kurtulmazdı. Bahçeli’nin yapılan hiçbir eleştiriye aldırış etmeden, büyük bir özgüven içerisinde yaptığı çıkışının arkasında durması ve gözünü daha da karartarak “DEM Parti gecikmeksizin Öcalan’la derhal konuşmalıdır” demesi onun sahip olduğu bu muktedir konumundan kaynaklanmaktadır.
Nizamettin Taş: Öcalan konusunda, Devlet Bahçeli’nin yaptığı çıkış adeta herkesi şoke ederek ne anlama geldiği konusunda geniş tartışmaların yapılmasına neden oldu. Bahçeli’nin bu çıkışı, bir taraftan herkesin ardına dek konuşmasına kapı aralarken, diğer taraftan Kürt sorununu çözüm bağlamından kopararak Öcalan’ın ev hapsine alınmasına karşılık PKK’nin kendisini lağvetmesine indirgenmiştir. Bahçeli’nin Öcalan konusundaki tutumunu küçümsemek doğru değildir, fakat sorunu eski güvenlikçi yaklaşımın farklı bir tonuna indirgemesi, geçmişte olduğu gibi süreci boşa çıkarma riski taşımaktadır.
Nizamettin Taş: Kürt problemi geçmişin tersine artık uluslararası ve bölgesel bir sorun durumuna gelmiştir. Sorun bir kez daha akamete uğrarsa, artık sadece bir iç sorun değil, Ortadoğu ve dünyada meydana gelen çelişki ve çatışmaların doğrudan bir parçası olarak yeniden gündeme girecektir. Bahçeli, Öcalan konusunda kendisinden beklenmeyen bir çıkış yapmasına rağmen Kürt sorunu konusunda hâlâ güvenlikçi bir yaklaşım göstermektedir. Oysa Kürt sorunu bu eşiği çoktan geçmiş bulunmaktadır. Şüphesiz güvenliği ilgilendiren konular henüz çözülmüş değildir, bu bağlamda PKK’nin ateşkes ilan etmesi, savaşı sonlandırarak siyasetin önünü açması, elbette çok büyük bir önem taşımaktadır. Ne var ki, Kürt sorunu bu kapsama hapsedilemeyecek kadar bir dizi siyasal ve anayasal talep içermektedir. PKK’nin kendisini lağvederek silah bırakması halinde bile sorunun çözüleceğine inanmak kadar saf, sığ bir düşünce olamaz. Türk devletinin bunca badireden sonra, artık evin içine giren yangından eski tedbirlerle kurtulması mümkün değildir.
Nizamettin Taş: Türkiye’de, Kürt sorununun çözümü konusunda, doğrusunu isterseniz, gerçek anlamda hiçbir zihniyet değişimi sağlanmış değildir. Bahçeli’nin, PKK’nin kendisini lağvetmesi karşılığında Öcalan’ın ev hapsine alınmasından başka bir içeriğe sahip olmayan çıkışına bile öfke duyan, bunu boşa çıkarmak isteyen yığınla çevre bulunmaktadır.
Türkiye’deki hakim zihniyete dayanarak Kürt sorununun çözülemeyeceğini, esasen bu temelde hiçbir niyetin olmadığını belirtmeye dahi gerek yoktur. Sorunu gündeme getiren zihniyet değişimi değil, tam tersine bölgedeki gelişmelerden dolayı zorunlu olarak bazı adımlar atılmaktadır.
Bin yıllık devlet geleneğine sahip olan Türk yönetiminin, Ortadoğu’da meydana gelen gelişmelere karşı kendisini kapatarak Kürt probleminin çözümünü başka güçlerin inisiyatifine bırakması halinde, tehlikenin bumerang gibi dönüp dolaşıp eninde sonunda kendisini vuracağını gördüğü anlaşılmaktadır. Devletin kendi inisiyatifi altında geliştirmek istediği yeni süreç, içteki tasarruflardan çok bölgesel koşulların dayatmasından kaynaklanmaktadır.
Bahçeli gibi tüm ömrünü Kürt karşıtlığı üzerinde şekillendiren bir figürün bile adeta herkesi şoke edecek tarzda bazı çıkışlarda bulunması, zihniyet değişiminden dolayı değil, bu zorunluluktan kaynaklanmaktadır. Bahçeli, bölgede meydana gelen gelişmelerin yol açtığı, açacağı tehdit unsurları gösterilerek ikna edilmiş bulunmaktadır. Bahçeli’nin sürece dahil edilerek kendisinden beklenmeyecek tarzda üst perdeden çıkış yapması, devletin bekası adına yapılan fedakarlık olarak gösterilmektedir. Bahçeli’nin ikna edilerek sürece dahil edilmesi, geçmişten farklı olarak devlet adına geliştirilmek istenen projenin sabote edilmeden sonuca götürülme şansını oldukça artırmış bulunmaktadır. Lakin, Bahçeli’nin Erdoğan’dan rol çalarak süreci kendi tasarrufunda götürmek istemesi, şimdi olmasa bile önümüzdeki dönemde yeni sorunların doğmasına zemin hazırlamaktadır. Bahçeli’nin, güvenlikçi politikaları bir tık aşan ve Öcalan’ın affedilmesi karşılığında PKK’nin lağvedilmesini öneren yaklaşımın önümüzdeki süreçte problem teşkil edeceğini, Kürt sorununun bunu çoktan geçtiğini hesaplamak için kahin olmaya gerek yoktur. Türk devleti Kürt sorunu konusunda, şayet inisiyatif kapmak istiyorsa, bundan öte bazı adımlar atmak zorundadır. Bahçeli bu konuda anlayış göstermez ve sorunu sadece Öcalan ile sınırlı tutmaya devam ederse önümüzdeki dönemde kaçınılmaz olarak çelişkiler boy gösterecektir. Fakat bu kadar riski göze alan Bahçeli’nin bundan sonra geri adım atarak kendisini dayatması çok daha zor görünmektedir. En zor eşik aşıldıktan sonra devletin bekası adına Bahçeli’nin ikna edilerek problem olmaktan çıkarılması daha olası görülmektedir.
Nizamettin Taş: Erdoğan ile Bahçeli arasında her konuda görüş birliğinin olduğunu söylemek zordur. Önümüzdeki süreçte, devletin atmak istediği daha ileri hamlelerin kırpılarak aşağıya çekilmesi karşılığında Devlet Bahçeli’nin birçok konuda ikna edilerek kendisine rol biçilmeye devam edilecektir. Zor da olsa uzlaşma eğiliminin devam edeceği, sadece devletin bekası açısından değil, aynı zamanda kendi parti ve şahsi gelecekleri açısından birlikte yürümek zorunda kalacaklarını tahmin etmek için birden fazla neden bulunmaktadır.
Türkiye’de Kürt sorununu çözmek açısından, beklentilerin aksine, sanılandan çok öte, olumsuz öge bulunmaktadır. Bazı açılardan modern bir görüntü çizilmesine karşın genel tabloya bakıldığında kelimenin gerçek anlamında tam bir cahiliye döneminin yaşandığını görmekteyiz. Sadece maddi açıdan değil, siyasal, sosyal, kültürel her açıdan büyük bir çürüme ve yozlaşmanın yaşandığını, ülkenin her geçen gün daha da çoraklaşarak tüm değerleri alıp götürdüğünü dehşet içerisinde izleyen geniş bir çevre bulunmaktadır.
Nizamettin Taş: Gerçek anlamda hiçbir zihniyet değişiminin yaşanmadığı, tersine kof ve kendine güvensiz milliyetçi, şoven yapının egemen olduğu bir zeminde Kürt sorunu gibi kangren olmuş ve artık uluslararası, bölgesel bir boyut kazanan bir problemin çözüme kavuşturulması imkansız değilse bile içinden çıkılması hayli zor bir mahiyet kazanmıştır. Bu pencereden bakıldığında sorunun çözümü açısından iyimser olmayı gerektirecek pek az neden bulunmaktadır. Fakat Türkiye gerçekliğini sadece bu tabloya bakarak değerlendirmek, bizi yanıltıcı bir sonuca götürecektir. Türkiye’de toplumsal yapı, tarihin hiçbir döneminde karar alıcı bir pozisyonda olmamıştır. Yanlış veya doğru, irade beyanında bulunan ve karar alıcı konumda olan daima devletin yürütme mercileri olmuştur. Türk devletinin yönetim refleksine yön veren, bölünme korkusudur. Geçmişte olduğu gibi Türk devleti Kürt sorununun çözümü konusunda insani ve demokratik değerlerin sonucu olarak değil, inisiyatif dahilinde herhangi bir adım atılmazsa bölünme korkusunun gerçeğe dönüşeceğinden endişe ettiği için bu sürece yeşil ışık yakmaktadır.
Türk devleti iç nedenlerden çok bölgesel koşullardan kaynaklanan gelişmelere karşı tedbir almak amacıyla Kürt sorununa el atmaktadır. Mevcut durumda, devletin Kürt sorununu çözmek gibi henüz çok belirgin bir politikası yoktur. Aslında sorunun çözümünden çok Öcalan’ın ev hapsine alınmasına karşı PKK’nin ateşkes ilan ederek kendini feshetmesini içeren bir irade gösterilmektedir. Fakat sorun iç koşullardan dolayı değil, bölgesel faktörlerin zorlamasından mütevellit gündeme girdiği için, şimdilik lağvedilmeyi içeren güvenlikçi politikaların önümüzdeki dönemde hızla aşılarak başka gelişmelere yol açacağından en ufak bir şüphemiz yoktur.
Bundan hareketle önümüzdeki süreçte Türkiye’nin bölüneceği gibi abartılı sonuçlar çıkarmak gerçekçi değildir. Türkiye gibi stratejik bir konumda bulunan büyük bir devletin, bölünme paranoyasına rağmen, sınırlarının değişimine onay verecek hiçbir devlet yoktur. Buna kendi çıkarları gereği, başta ABD ve Avrupa olmak üzere hiçbir gücün onay vermesi mümkün değildir. Fakat aynı güçlerin zaten Türkiye bölünmesin diye devletin şimdiye kadar izlediği güvenlikçi politikaları bundan sonra desteklemesi oldukça zordur. Kürtlerin kimliğinin tanınması, eğitim hakkının verilmesi, kültürel, sosyal, siyasal alanda demokratik reformların yapılmasına ilişkin taleplerin dayatılmasına devletlerin itiraz etmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Zaten dış dayatma olmasa bile Kürtlerin kendi gücü tüm bu talepleri gerçekleştirmeye rahatlıkla yeterli olmaktadır. Bahçeli’nin çizdiği çerçevede ısrar edilmesi sadece Kürtler nezdinde sorun yaratmaz, aynı zamanda Türk devletine operasyon çekmek isteyen güçlerin eline bulunmaz bir fırsat sunmaktadır. Kapısına gelen tehlikenin farkına varan Türk devletinin mevcut pozisyonunun ötesine vararak kaçınılmaz olarak bazı adımlar atması gerekmektedir.
Ortadoğu’nun içinden geçtiği koşullar, Kürt sorununun çözümü konusunda PKK’nin kendisini feshetmesinin ötesinde bazı adımlar atmasını zorunlu kılmaktadır. Fakat bin yılık devlet aklı bu gerçeği kavramaz ve bir tür basiret tutulması yaşanırsa, geçmişten çok daha ve artık telafisi mümkün olmayan yıkıcı bir sürecin derinleşerek kontrolden çıkacağını tahmin etmek için pek çok neden bulunmaktadır.
Nizamettin Taş: Geçmişi saymasak bile Kürt sorunu en az iki yüz yıllık bir geçmişe sahiptir. Kürtler bu süre zarfında her zaman güç mücadelesinin bir parçası olmuştur. Şimdiye kadar sadece kurbanlık İsmail olarak rol oynayan Kürtlerin mevcut durumda pozisyonu giderek değişmektedir. Türk devletinin son aylarda Devlet Bahçeli öncülüğünde başlattığı yeni süreç, Kürtlerin, Ortadoğu’da giderek artan rolü ve konumunun önem kazanmasından ileri gelmektedir.
İsrail ve ABD’nin bundan böyle tüm güçleriyle İran’ı çevrelemek ve dayandığı güçleri etkisiz kılmak için çok daha agresif bir politika izleyeceğinden hiç kimsenin kuşkusu yoktur. Olası herhangi bir değişimden en çok Kürdistan’ın etkileneceği ve etkileyeceğini görmek için sadece haritaya bakmak yeterli olmaktadır.
Hamas saldırısından sonra İsrail devletinin sanılanın aksine çok zayıf bir konumda olduğu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış bulunmaktadır. Batı’nın ne pahasına olursa olsun İsrail’in varlığından vazgeçmesi mümkün değildir. İlanihaye dış destek verilerek İsrail’in savunulması giderek sorun teşkil etmektedir. Düşman ulus ve devletler tarafından kuşatılan İsrail’in korunması için ya bu devletlerin tehdit unsuru olmaktan çıkartılması veya denge sağlayacak başka güçlerin devreye sokulmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Ortadoğu’da meydana gelecek muhtemel her değişimden Kürtlerin istifade ederek yeni mevziler kazandığını, kazanacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yoktur. Güney Kürdistan ve Rojava gerçekliği bunun en açık kanıtıdır. Türkiye’de Kürt güçleri nedense başkalarının basit birer piyonu olarak görülmektedir. Ortadoğu’daki güç dengelerini bu tarzda okumak doğru değildir. Karşılıklı çıkarlar olmadan en sıradan örgütün bile bahsedildiği gibi kullanılması mümkün değildir. Türkiye’de kimi çevrelerin iddia ettiği gibi şayet PYD şu veya bu gücün basit bir piyonu olarak rol oynuyorsa, o zaman neden Türkiye büyük bir panik içerisinde bazı girişimlerde bulunmaktadır. Türk devletinin Öcalan vasıtasıyla başlatmak istediği yeni sürecin esas amacı Rojava’nın bölgede meydana gelen değişimden istifade ederek statü kazanmasını önlemektir. Demek ki basit bir piyon gözüyle bakılan PYD’nin ABD ile geliştirdiği ilişkiler, sanıldığı gibi tek yanlı ve sadece Batı’nın çıkarlarını gözeten bir muhtevaya sahip değildir. Şüphesiz ilişkilerde gücü elinde bulunduran kesimin daha kazançlı çıktığını söylemek bile gereksizdir. Fakat Rojava’nın IŞİD savaşından sonra Batı ile içine girdiği ilişkilerden azami derecede yararlandığını tüm kesimler kabul etmektedir.
Nizamettin Taş: Türkiye’nin Rojava’ya girmeye kalkışması, Ortadoğu’da öngörülen tüm gelişmeleri tersine çevirme anlamı taşımaktadır. Zaten savaş içerisinde olan güçlerin buna rıza göstermesi bölge gerçekliğiyle çelişmektedir. Türkiye birçok güç ile sürtüşmeyi göze almadan, sadece gözünü karartarak bu tür girişimlerde bulunursa sonu kestirilemeyen tehlikelere kapıyı ardına dek açmış olacaktır. Benzer şekilde Türkiye’de Kürt sorununun çözümsüz bırakılması sadece devletin enerjisini tüketmekle kalmayacak aynı zamanda dış güçlerin üzerinde her zaman tasarrufta bulunacağı yumuşak bir karın olmaya devam edecektir.
Türk devletinin Rojava’yı işgal etme tehlikesi her zaman vardır. Fakat bundan zaferle çıkması sanıldığı gibi kolay değildir. Bugün değilse bile yarın sorun değişik boyutlar kazanarak yeniden gündeme girecektir. Türkiye’nin Rojava’yı işgal etmesine razı olacak dünyada tek bir devlet yoktur. Türkiye sadece Kürtlerle değil, başta Arap devletleri, İran olmak üzere ABD, Avrupa ve Rusya ile yeni bir sürtüşme içerisinde bulacak ve kendisine dönük birçok cephe açılacaktır.
Nizamettin Taş: Trump yönetiminin varlık gerekçesi, İsrail devletinin savunulmasını gerektirmektedir. Yönetim için belirlenen adayların geçmiş pratikleri, İsrail açısından hayati önem taşıyan ABD’nin Rojava’daki varlığını sonlandırmayı değil, tersine daha fazla destek vermesini zorunlu kılmaktadır. Trump gibi nasıl karar alacağı belli olmayan bir liderin Rojava konusunda nasıl bir tutum alacağı tartışmalı bir konudur. Fakat her halükarda yönetim için belirlenen adayların Kürtlerin lehine davranacağı, bunun için dayatmada bulunacaklarına dair güçlü emareler bulunmaktadır. Terör listesinde bulunduğu halde bu koşullarda dahi manevra sahası bulan PKK’nin Rojava’nın işgal edilmesi durumunda çok daha uygun zemin ve dış destek temin edeceğinden en ufak bir şüphemiz yoktur.
Türkiye’de başlatılan süreç tüm bu olasılıkların görüldüğü ve çok daha riske girilmeden bir an evvel çözüm temelinde bazı tedbirlerin alınmak istendiğini açığa vurmaktadır. Şayet başarılırsa bundan sadece Türkler ve Kürtler kazançlı çıkacaktır. Başarısızlığı halinde sadece Kürtler değil, Türkiye’nin bölgesel güç olma avantajını kaybederek kendisini sürekli çelişki ve çatışma içerisinde debelendiği tüketici bir zeminde bulacaktır.
Nizamettin Taş: PKK’nin Öcalan’a bağlılığı özde değil, ağırlıklı olarak sözdedir. Kelimenin gerçek anlamında tam bir oportünist tavır takınılmaktadır. Her cümlenin içerisinde birden fazla “önderlik, Reber Apo” lafları serpiştirilerek bağlılık seremonisi düzenlenmesine rağmen PKK verilen talimatların hiçbirisini hayata geçirmiş değildir. PKK’nin mevcut duruşu geçmişten farklı değildir. Bağlı gibi görünmesine rağmen yirmi beş yıldır sürgit devam eden boşa çıkarıcı yaklaşımdan, vazgeçme gibi bir niyet görülmemektedir. Bundan sadece PKK değil, aynı zamanda Öcalan da sorumludur. Kandil her açıklamasında İmralı’yı irade merkezi olarak kabul etmektedir. Öcalan baştan itibaren yumruğunu masaya vurma anlamında kesin tavır takınmış olsaydı, Kandil yönetiminin adeta alay edercesine bunca pervasız davranması mümkün değildi. Kandil; Öcalan’ın muğlak, istismara açık ve her anlama gelen görüşme notlarından istifade ederek kendisine geniş bir manevra alanı bulmaktadır. Aynı tutumun devam etmesi halinde, geçmişte olduğu gibi PKK’nin bağlılık yeminleri altında süreci sulandırarak boşa çıkarması zor değildir. Zaten daha şimdiden verilen tüm demeçler aynı oportünist tavrın devam ettiğini göstermektedir. Bundan sonra her şey Öcalan’ın nasıl tavır takınacağına bağlı olarak şekillenecektir. Şayet geçmişte olduğu gibi yine muğlak belirlemeler yapılıp Kandil yönetimine kendini konuşturma fırsatı verilirse aynı boşa çıkarıcı tavrın sergilenmeye devam edileceğini tekrarlamak bile gereksizdir.
Öcalan’a son bir şans verilmektedir. Bu fırsatın bir kez daha kaçırılması, bundan sonra asla muhatap alınmayacağı anlamına gelmektedir. Öcalan; PKK’nin kendisine verilen hiçbir talimatı yerine getirme niyetinde olmadığını bilerek tavır almak zorundadır. Bu konuda henüz tüm şansını yitirmiş değildir. PKK; istismar etmesine rağmen, Öcalan’ın gücünden yararlanmak amacıyla hâlâ her gün bağlılık yeminleri etmektedir. PKK’nin kendi iradesine ipotek koyması, aynı zamanda verilen talimatlara uymalarını zorunlu kılmaktadır. Burada belirleyici olan Öcalan’ın PKK’nin bu zayıf noktasından yararlanarak gerekli dirayeti gösterip göstermeyeceği önemli olmaktadır. Kendisini diri diri mezara gömmek istemiyorsa, PKK yönetimine hiçbir manevra sahası bırakmadan derhal ve zamana yaymadan uygulanmak üzere kesin talimat vermek zorundadır.
Nizamettin Taş: PKK’nin verilecek talimatlara rağmen buna uyup uymayacağı tartışmalı bir konudur. Fakat kararlı duruşu PKK yönetimi talimatları reddetse bile yönetim, kadro ve savaşçılar arasında geniş destek bulacak ve zamanla Öcalan’dan yana tavır takınanların hakimiyetiyle son bulacaktır. Bu konuda özellikle DEM Parti ve diğer legal kurumların tavrı belirleyici olacak, şayet bu konuda olumlu bir sonuç alınırsa Avrupa ve dağ kadrosu üzerinde daha müspet bir etkide bulunacaktır.
PKK’nin Öcalan karşısında eli geçmişten daha zayıftır. Türkiye’de ve Medya Savunma Alanları’nda artık kayda değer hiçbir askeri gücü bulunmamaktadır. Yeni katılım akını durduğu gibi artık sınırları geçerek yeniden iç kesimlerde üslenmenin koşulları kalmamıştır. Dünyadan tecrit, yeni teknolojik silahlar karşısında tünellerde saklanmak dışında hiçbir manevra kabiliyetinin kalmadığı bu zeminde daha fazla ısrar etmenin örgütü tüketmekten başka sonuç vermediğini pratik durum açıkça göstermektedir. Fırsat buldukça Öcalan’ın talimatlarını boşa çıkarmada kararlı görünen PKK yönetiminin bu zayıf durumu, bütün manevra sahaları kapatılıp istismar edeceği yeni bahaneler sunulmazsa, netice itibariyle süreci istemeden kabul etmek zorunda bırakabilir.
Türkiye’de başlatılan süreç Kürt sorununu çözmek gibi bir içeriğe sahip değildir. Şu aşamada Öcalan’ın bırakılması karşılığında PKK’nin kendisini lağvetmesi dışında herhangi bir amaç taşımamaktadır.
Fakat PKK’nin yarattığı tahribat ve tüm kazanımların yok edilme tehlikesine karşı Öcalan faktörüne dayanılarak yapılacak en kötü anlaşma bile mevcut durumun sürmesinden çok daha hayırlıdır.