Taraf gazetesi yazarlarından İbrahim Sediyani bugün gazetesindeki köşesinde, Kürdistan’daki son dönem gelişmelerini değerlendirdiği \'Kürdistan’a tecavüz ederek Kürtlerin namusu savunulmaz\' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
İbrahim Sediyani Taraf gazetesindeki yazısına “Haklı olmanın, her tür kötülüğü ve gayr-ı ahlakî mücadele yöntemini meşru kılmayacağını; haklı olmanın haksız bir şiddet ve terör hakkı tanımayacağını, salt karşı tarafın “kötü” olmasının, sizi otomatikman “iyi” yapmayacağı\" belirlemeleriyle başlayan Sediyani, “zalim, haksız ve adaletsiz bir güce karşı mücadele ediliyorsa, verilen mücadelede haklı olan tarafın temsil edildiğine” vurguda bulunarak “Buna kimsenin bir itirazı olmaz. Ancak haklı olmak, size her tür kötülüğü ve gayr-ı ahlakî mücadele yöntemini meşru kılmaz; haklı olmak size haksız bir şiddet ve terör hakkı tanımaz.” şeklinde yazdı.
Haklı olmanın haksızlık yapma hakkını vermediğini dile getiren Sediyani, Kuzey Kürdistan\'da PKK\'nin, Devlet terörüne karşı YDG-H eliyle uyguladığı şiddeti ve hendek politikasını eleştirerek, \"Mademki “özerkliği” bütün Türkiye için talep ettiğini iddia ediyorsun, o hâlde o hendekleri gidip Ege’de, Marmara’da, Karadeniz’de de kazacaksın!\" şeklinde düşüncelerini dile getirdi.
Sediyani’nin yazısı şöyle devam ediyor.
Salt karşı tarafın “kötü” olması, sizi otomatikman “iyi” yapmaz. Herkes, kendi ameliyle “iyi” veya “kötü” olur, kendi davranışlarıyla ve ortaya koyduğu mücadele pratiğiyle bu sıfatlardan birini kazanır. Hiç kimse, başkasının davranışlarıyla “iyi” veya “kötü” olmaz.
“Zafere götüren her yöntem meşrudur” ya da “Kazanmak için her yol mubahtır” anlayışı, onurlu milletlerin kabul edebileceği bir ahlâk değildir. Bunlar “ideolojik hareketler”in ahlâkı olabilir, ancak “millî hareketler” böyle bir ahlâk(sızlık)tan uzaktır, uzak olmak zorundadır.
Haklı olmak, haksızlık yapma hakkı vermez
İnsanlara zulmederek zalim bir yönetime karşı mücadele edilmez. Bir zulüm sistemini, başka bir zulüm sistemi kurmak için ortadan kaldırmaya çalışmak da yanlıştır. Bosna’nın millî lideri Aliya İzzetbegoviç’in şu sözü, zulme karşı mücadele eden tüm siyasî hareketlerin ana ilkesi olmalıdır: “Biz de zalimlerden olursak, zulme karşı savaşmamızın bir anlamı kalmaz. Kitab’a uyacağız.”
Zira uğruna mücadele edilen davanın “hak” olması, tek başına yetmemektedir; bunun yanında, verilen mücadelenin de “pak” olması gerekir. “Kutlu” bir davanın “putlu” mücadelesi olmaz. Kirleterek temizlik yapılamaz!
Kürdistan’ı yakıp yıkarak Türkiye demokratikleştirilmez!
Kürt halkına faşizm uygulayarak Türkiye halklarına demokrasi getirilmez!
Kürt halkına normal yaşamını zehir ederek Kürt halkına “özgür yaşam” kazandırılmaz!
Kürdistan’a tecavüz ederek Kürtler’in namusu savunulmaz!
Kürdistan’da her tür muhalefeti susturup “ihanet” ile suçlayarak Türkiye siyasetinde “muhalefet partisi” olunmaz!
Kürt aydınlarının en küçük ve üstelik yapıcı eleştirilerini dahi “cehşlikle, tırşıkçılıkla” suçlayıp karalayarak sabah akşam Türk medyası eleştirilmez!
Mademki “özerkliği” bütün Türkiye için talep ettiğini iddia ediyorsun, o hâlde o hendekleri gidip Ege’de, Marmara’da, Karadeniz’de de kazacaksın!
“Haklı olmak” güzeldir ancak bu güzellik, ancak “ahlâklı olmak” koşuluyla korunabilir. Bunun yolu da,erdemli bir mücadele yöntemi ve temiz bir siyaset yürütmektir. Azad Kürdistan Devlet Başkanı Mesud Barzanî’nin şu sözü, Kürdistan’ın beş parçasında mücadele eden tüm Kürt hareketlerinin ana ilkesi olmalıdır: “Dünyanın tüm gücü bizde olsa, kimseye saldırmayız. Dünyanın tüm gücü bize saldırsa, teslim olmayız.”
İdeolojik hareketlerin sıklıkla başvurduğu ve alışkanlık, hattâ “mücadele stratejisi” hâline getirdiği pek çok gayr-ı ahlakî davranış ve eylemler (terör, amaçsız şiddet, halkın zarar göreceği şekilde ve yerleşim yerleri dâhilinde silahlı çatışmalara girme, “düşman”a karşı savaşırken en büyük zararı kendi halkına ve topraklarına verme, kurtuluşu için savaştığını iddia ettiği kendi halkına baskı uygulama, bizzat kendi halkına yönelik şiddet ve dikta, her tür eleştiriye kapalı olma ve en ufak bir eleştiriye dahi kaba kuvvetle mukabele etme, hitap ettiği tabanın değer yargılarına taban tabana zıt olan ideolojik fikir ve söylemlerini propaganda ederek bizzat kendi halkını bölme ve böylece halkın temel ve hayatî ihtiyacı olan “millî birlik”i baltalama, “millî birlik” umudunu ideolojik fantezilere kurban etme, kendisine bağlı medya organlarını birer yalan, iftira ve çamur aygıtlarına çevirerek bizzat düşmanına benzemeye çalışma), asla ve asla millî hareketlerin ahlakında yoktur, olmaması gerekir.
Millî bir hareketin nasıl bir ahlâka sahip olması gerektiğini, dünyadaki tüm “kimliksiz halklar” içinde en çok Kürtlerin, Kürtler arasında da en çok Kuzey (Türkiye) Kürtlerinin bilmesi gerekir. Çünkü en fazla onlar bu “millî ahlâk ve erdem” çizgisinden uzaklaştırıldığı için, en başta ve ivedi olarak onların bilmesi gerekir.
Öncelikle bilinmesi gereken şey, hangi şart altında olunursa olunsun, ister zayıf durumda olunsun isterse tamamen yok olma tehlikesi geçirilsin, yine de “güzel ahlâk” ve “erdem” çizgisinden sapılmaması gerektiği ilkesinin, Peygamberî ve Nebevî bir duruş olduğudur. Allâh-û Teâlâ’nın insanlara ve toplumlara doğru ve erdemli yolu göstermek amacıyla gönderdiği peygamberler ve pâk Ehl-i Beyt imamları (Allâh’ın selamı hepsinin üzerine olsun), hem zalim ve baskıcı yönetimlere (devletlere, rejimlere) ve zalim yönetime tabi olan cahiliye toplumlarına karşı tevhîd, adalet ve özgürlük mücadelesi vermişler, hem de bu mücadeleyi verirken, her tür zulme, baskıya, işkenceye ve sürgüne uğramalarına rağmen yine de “güzel ahlâk”ı elden bırakmamışlar, “erdem” çizgisinden sapmamışlardır.
Zira bir zulme karşı, onu ortadan kaldırmak için mücadele edilir, “o zulmü biz onlara yapalım” duygusuyla değil. Bu, intikam güdüsüyle yapılan bir mücadele olur. İntikam güdüsüyle yapılan mücadele ise asla zulmü ortadan kaldırmaz, zalimin ismini değiştirir sadece.
İslam ahlâkından yoksun bir İslamcılık, sadece Müslümanlara zarardır. Kürt ahlâkından yoksun bir Kürtçülük, sadece Kürdistan’a zarardır.
Bu felâkete mahal vermemenin yolu, erdemli bir mücadele yöntemi ve temiz bir siyaset yürütmektir. Zira erdemli bir çizgiden uzak, ideolojik slogan ve fantezilerle kirletilip zehirlenmiş bir mücadele yönteminin ve içinde bin bir türlü soru işaretleri barındıran kirli ve karanlık bir siyasetin, en büyük ve yıkıcı zararı, bizatihi kitlesel tabanını teşkil eden topluma olacaktır. “İşgalci” devletlerin yaptığı tahribat ve yıkım –çıplak gözle daha rahat görüldüğü için– sağlam bir mücadele ve azimli bir direniş neticesinde bertaraf edilebilir. Ancak “kimliksiz halklar”ın içinden ve onlar adına ortaya çıkan ideolojik hareketlerin yol açtığı zihinsel ve ahlakî tahribat, bir toplumun madden ve manen tümden mahvına sebep olmakta, nesilden nesile sürecek olan bu tahribatın bertaraf edilmesi yüzyıllar boyunca bile mümkün olamamaktadır.
Karşınızdaki “düşman” (devlet veya başka herhangi bir zalim güç) ne kadar zalim ve gaddar olursa olsun, hiçbir ahlakî ve insanî kural tanımıyor olursa olsun, sivilleri, masum insanları öldürmekten, esirlere işkence etmekten, her türlü cinayete, katliama imza atıp bunları örtmeye çalışan yalan, iftira, hile yollarına başvurursa başvursun, siz yine de “temiz ahlâk” ve “erdem” çizgisinden sapmamalısınız. Çünkü sapar ve onların yaptığı bu kötülüklerin benzerini siz de yaparsanız, o zaman siz de düşmanınıza benzemiş olursunuz.
“Erdem” ve “temiz ahlâk” çizgisinden, “zafere ulaşmak için” sapmaya hakkımız yoktur. Yoktur, çünkü biz zaten bu mücadeleyi bunlar için veriyoruz. Uğruna mücadele ettiğimiz güzellikleri, savaşın galibi olabilmek için atamayız.
Zira bizatihi onlar için mücadele ettiğimizden dolayı, onları atarsak, baştan kaybetmiş oluruz.