Dünyada 40’tan fazla ülkede savaş karşıtı örgütlerin bir araya gelerek oluşturduğu Uluslararası Savaş Karşıtları (WRI - War Resisters’ International) örgütü, gözlemlerde bulunmak üzere Diyarbakır ve Cizre’deydi. 1921’de Hollanda’da kurulan örgütün başkanı Dr. Christine Schweitzer, bölgedeki gözlemlerinin ve demokratik kitle örgütleriyle görüşmelerinin ardından dün bir açıklama yaparak Türkiye’deki savaşın vahametine dikkat çekti. “Savaş nedeniyle Kürt bölgelerinde inanılmaz boyutlarda acı ve tramva yaşandı” diyen Scweitzer bölgede “Avrupa bizi yalnız bıraktı” düşüncesinin hakim olduğunu, insanların artık Avrupa’nın insan hakları ve barışı savunan bir yer olmadığına inandığını söyledi.
Schweitzer şu ifadeleri kullandı: “Gördüğümüz bazı kentler, Suriye’den gelen fotoğrafları andırıyordu. Örneğin yaşlı bir kadın evinin yıkıntısında eşyalarını ararken diğer yanda bir buldozer evin ayakta kalan az kısmını yıkıyordu. Diyarbakır’da ise kentin tarihi Sur ilçesinde polis bazı bölgeleri tamamen halka kapattı ve içeride neler olduğunu kimse bilmiyor.”
ABD’de Direniş Çalışmaları alanında profesörlük yapan İsveçli Stellan Vinthagen ise daha önce pek çok savaş bölgesine gittiğini, fakat Türkiye’de yaşananların hem çok kötü olduğunu hem de resmen savaş bile sayılmadığını söyledi: “Oysa burada da dominant, saldırgan ve gaddar bir taraf var ve eylemlerini ‘terörizme karşı savaş’ diye tanımlayarak uluslararası hukuku çiğneyen eylemlerini meşrulaştırmaya çalışıyor. Karşısında ise şiddet kullanan bir grup var. Bu grubun da sivilleri ve evlerini canlı kalkan olarak kullandığına ve onların evlerini terk etmelerine izin vermediğine dair şikâyetler aldık.”
Bölgeyi incelemeye giden heyette olan ve 20 yıldır üzerine çalışan Alman sivil toplum örgütü Connection e.V.’den Rudi Friedrich ise Türk ve Kürt sivil toplum kuruluşlarıyla görüştükten sonra bulgularını şöyle açıkladı: “Türk ordusu ve Özel Kuvvetler hem insan hakları ihlalleri hem de savaş suçları işledi. Keskin nişancılar sokaklarda sivilleri hedef alırken hastanelerin karargaha çevirilmesi nedeniyle halkın sağlık hakkına erişimi engellendi. Öte yandan PKK’nin stratejisi de sivil halkı tehlikeye itti.”
Bölgeye Avusturya’daki Uzlaştırma Derneği’nden gelen ve yıllarca Guatemala ve Kolombiya’daki insan hakları aktivistleri için şiddetsiz koruyuculuk yapan Michaela Söllinger ise dünyadaki tüm hükümetlerin sivilleri koruma yükümlülüğünün olduğunu, buna uymayan hükümetlerin cezasızlık ortamı yarattığını ve buna tahammül edilemeyeceğini anlattı. Söllinger, bunun yalnızca devletler için değil, tüm siyasi hareketler için geçerli olduğuna dikkat çekerken “Eğer ‘halkımız için savaşıyoruz’ diyorsanız önce halkınızı korumanız lazım” ifadelerini kullandı. İspanya’daki Endülüs Antimilitarist ve Savak Karşıtları Ağı’ndan gelen ve 20 yıldır Türkiye’deki anti-militarist gruplarla çalışan Andreas Speck ise 2015’te çöken çözüm sürecine dair önceden de şüphelerinin bulunduğunu, fakat bu meselenin yalnızca tüm tarafların müzakeresiyle çözülebileceğini anlattı. Şu anda en acil şeyin hakiki bir barış süreci olduğunu, bunun da iki tarafın karşılıklı güven verici adımlarıyla gerçekleşebileceğini belirten Speck, şunları söyledi: “Böyle bir girişimin önüne çeşitli engeller koymanın hiçbir faydası yoktur. Hükümetin ‘Önce PKK silah bıraksın’ dayatması veya PKK’nin ‘Önce özerklik tanınsın’ talebini bir kenara bırakıp barış süreci önündeki engelleri kaldırması gerekmektedir. Gerçek bir barış süreci iki tarafın da açık fikirli olmasını, sivil toplumun taleplerini dikkate almasını ve dünyadaki tecrübelerden ders çıkarmasını gerektirir. Kürt halkının toplumsal ve kültürel haklarını garantiye alacak bir çözüm ancak böyle üretilebilir”.