Gazeteci-Yazar ve bir dönem Başbakanlık görevi yürütmüş Ahmet Davutoğlu’nun Başdanışmanı ve Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Etyen Mahçupyan ile Türkiye siyaseti içerisinde kendine yeni yer açmaya çalışan Gelecek Partisini, partilerinin Kürt sorununa yaklaşımını ve çözüm yöntemlerini, kendisinin de aktif olarak rol aldığı barış sürecinin bitiş nedenlerini anlattı.
Etyen Mahçupyan çözüm sürecinin bitirilmesine yönelik şu noktalara dikkat çekti: “Çözüm süreci içerisinde çok şüpheci olanlar, bunun bir taktik olarak yürütülmesi gerektiğini düşünenler veya bunu çok samimiyetle sahiplenen ve savunanlar vardı. Ve bu ikisi arasında konjoktüre göre bazen bir taraf, bazen de diğer taraf daha güçlü hale geldi. Sonuç itibariyle çözüm sürecini samimiyetle savunanlar kaybetti. Bunu iktidarın içerisinde olan insanlar da kaybettiler. Devletin içerisinde olan unsurlar da kaybettiler.”
Sizce çözüm sürecinde herhangi bir samimiyet söz konusu muydu, yoksa bir taktik yaklaşım mı ağır basıyordu?
Şu şekilde bakabiliriz; Türkiye devleti, hükümeti ve iktidarı da hiçbir zaman monolitik olmadı o süreç boyunca. Şu an daha monolitik. Yani şu an baktığımız zaman iktidarın içinde ve iktidarın ortakları arasında görüş ayrılığı yokmuş gibi bir durum söz konusu. Ama çözüm sürecinde durum bu şekilde değildi. Çözüm süreci içerisinde çok şüpheci olanlar, bunun bir taktik olarak yürütülmesi gerektiğini düşünenler veya bunu çok samimiyetle sahiplenen ve savunanlar vardı. Ve bu ikisi arasında konjonktüre göre bazen bir taraf, bazen de diğer taraf daha güçlü hale geldi. Sonuç itibariyle çözüm sürecini samimiyetle savunanlar kaybetti. Bunu iktidarın içerisinde olan insanlar da kaybettiler. Devletin içerisinde olan unsurlar da kaybettiler. Hatırlarsanız MİT müsteşarlarına bir baktığımızda, bazıları epeyce açık şekilde Kürt meselesinin çözümcü bir sürece sokulmasını ve böyle çözülmesini savundular. Bunu devletin içerisinde de çok savundular. Ama onlara rağmen de olmadı. Çünkü başka insanlar da devredeydi ve konjonktür de bir parça aleyhe dönünce çözüm sürecinin imkanı kalmadı.
“Çözüm sürecine inanmayan ve karşı olanlar çok güçlendiler”
Çözüm sürecine inanmayan ve karşı olanlar çok güçlendiler. Yani ortada karar verilmiş, taktik ya da stratejik bir yaklaşım aslında hiçbir zaman olmadı. Bireysel görüşüm olarak şunu da belirtebilirim; Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümetleri zaten hiçbir zaman o kadar sağlam şekilde önceden tasarlanmış projelere stratejilere sahip olmadılar. Bugün bile işler o şekilde yürümüyor. Bugün ağırlıklı keyfi yürüyor. O zaman öyle değildi. İçyapı sanıldığından daha çok çoğulcuydu, ama bu dışarıdan gözükmüyordu. Bütün mesele bu. Şeffaflığın olmadığı bir ülke Türkiye. Dolayısıyla devletin ve hükümetin içerisindeki çoğulcu yapılar çoğu zaman dışarıdan gözükmüyorlar. Ve o çoğulcu yapılar gözükmedikleri için zayıf kalıyorlar. Konjonktür biraz kötüye gittiği ve biraz tedirginlik başladığı anda, Tayip Erdoğan’ın tavrı çok belirleyici oldu. Bahçeli ile iş birliğine geçtiği andan itibaren tamamen işler o yöne doğru kaydı ve diğer tarafın önünü kesti. Diğer taraf bu tavrı görünce geri çekilmek, ağızlarını kapamak zorunda kaldılar, cesaretlerini kaybettiler ve kamusal alanın da dışına çıktılar. Sonuç itibariyle şunu belirtebilirim; bu tarihsel bir fırsattı ve herhangi bir kişinin ya da gücün tek başına çözebileceği bir mesele değildi. Çoklu aktörlerin denk gelmesiyle ancak olabilecekti. Çok kırılgan bir durumdu zaten. Ama şansı vardı. Ne yazık ki bu şans heder edildi.
“Hendek siyasetinin’ başlaması, çözüm istemeyen adamların eline en büyük kozu verdi”
Böyle bir durumda, 7 Haziran 2015 seçimlerinden hemen sonra ‘hendek siyasetinin’ başlaması, bu adamların eline zaten en büyük kozu verdi. Çünkü zaten bu adamlar ‘Türk camiasına’ dönüp şunu söylediler; “Biz size söylemiştik, bakın işte haklı çıktık. Örgüt her eline geçen fırsatı, çıkarı temelinde kullanacaktır. Bunlarla iş olmaz.” Bu noktadan sonra hükümetin ve hele Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendine has bakışını da bildiğimize göre, zaten başka bir yöne gitmesini beklemek olamazdı. Buradaki olay şudur; Eğer Türkiye Cumhuriyeti’nin içerisinde bu sorun çözülecekse, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenlerin içerisinde partner bulmanız gerekli. Ve bu partnerlerin azınlıkta olduğunu bilerek davranmak ve dikkat etmek gerekiyor. O partnerleri kaybettiğiniz zaman zaten geriye karşıtlar kalıyor. Karşıtlar da zaten çoğunlukla kaba bir Türk milliyetçiliğinden yanalar. Ondan sonra da zaten bir çözüm falan olmaz yani.
Gelecek Partisi’nin Rojava Kürdistanı’na yönelik yaklaşımı nasıl olacak?
Partimizin genel anlamdaki tutumu, dediğim gibi şiddet var mı, yok mu sorusu ile çok basit olarak ilişkili. Yani şiddet kullanan siyasetlerle ve siyasetçilerle birlikte hareket etme ihtimalimiz kesinlikle yok. Şiddet kullanmayanlarla ise parça bazında ve anlaştığımız her konuda iş birliği yapma ihtimalimiz söz konusu. Biz bunlardan birincisinin, olabildiğince minimumda olmasını arzuluyoruz. Yani Kürtlerin de zaman içerisinde şiddetten tamamen uzaklaşarak siyaset yapmalarını ümit ediyoruz. Ve öyle olduğu zaman da kendi rolümüzün hem bölgede ve hem de Türkiye’de çok daha fazla olacağını düşünüyoruz.
Yazının tamamına burdan ulaşabilirsiniz