Emperyalist etkilenmeler bir yana, Kürdler, son yüz yıldır, Sünni-Müslüman Türk Devleti’nin, Şii-Müslüman İran Devleti’nin ve Müslüman Arap Irak ve Suriye devletlerinin egemenliği altında sömürge bir ulus durumundadırlar. Bu devletler, genel olarak tarihi Kürdistan’ı kabul etmediler; Kürdlerin ulusal mücadelesini engellemek için, kendi aralarında ittifaklar yaptılar, paktlar kurdular. Kürdleri, sürgünlerle, hapislerle, darağaçlarıyla karşıladılar. Emperyalistlerden her türlü desteği alan bu güçler, Kürdlerin, emperyalistlerin işbirlikçisi olduğu gibi bir algı da yarattılar. Özellikle, kuzeyde Kemalistler bunu çok yaptı.
Oysa Kürdler, esas olarak emperyalistlerle işbirliği yaptıkları için değil, yapmadıkları/yapamadıkları için kaybettiler, parçalandılar. Kürdler, I. Dünya Savaşı sonrasında, 1918-1923 Mondros-Lozan sürecinde emperyalistlerle, özellikle Araplar gibi İngilizlerle işbirliği yapsalardı “Kürdistan” kurulmaz mıydı? İşbirliği yaptılarsa hani Kürdistan?..
Bu üç Müslüman ulusun, birleşik bir coğrafyada yaşayan Kürdleri, emperyalistlerin de yardımıyla, parçalara bölerek sömürge hâline getirmesi, Ortadoğu’daki bugünkü dramın baş nedenidir. Kürdlerin dünden bugüne verdikleri büyük mücadeleler bir yana, Kürdistan’ı, 1923’te Lozan’da parçalara ayırıp, üç ulus-dört Müslüman devlete teslim eden dünün emperyalist güçleri, bugünün uluslararası sistemi, en azından yaptıklarının bir kısmını düzeltir mi, düzeltebilir mi? Günümüzde, kiminin (!) umutla, kiminin (!) kaygıyla beklediği, herkesin merak ettiği konu bu…
Kürdlerin, üç Müslüman ulus (Araplar, Türkler, Farslar) ve bir Hristiyan ulus (Ermeniler) ile olan, çok çok kısa hikâyesi aşağıdadır.
A-) Güney Kürdlerinin (Başur’un) Kısa Hikâyesi
Kuzey Kürdlerinin yaşadığı coğrafyada doğup Basra Körfezi’ne dökülen Dicle ve Fırat nehirleri arası ve çevresindeki verimli vaha, tarihte genel olarak “Mezopotamya” olarak adlandırıldı. Kürdlerin ataları, uzun tarih süreçlerde hep bu bölgede yaşadılar. I. Dünya Savaşı sonrasında, Lozan Antlaşması sürecinde, İngilizlerin egemenliğine giren bu bölgede, başlangıçta Kürd ulusuna dayalı “Mezopotamya” adlı bir devlet kurulacağı söylendi. Ancak I. Dünya Savaşı devam ederken 1916 yılında, Araplar, İngilizlerin desteğiyle Osmanlıdan ayrıldı. Haşimi Ailesi’nden Şerif Hüseyin (1852-1931) Hicaz Kralı ilan edildi. 12 Mart 1921 tarihinde, bölgede görevli üst düzey 50 İngiliz yetkilinin katıldığı Kahire Konferansı sonunda yapay Irak Krallığı oluşturuldu, Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal Irak Kralı olarak ilan edildi ve o bölgedeki Kürdler bu krallığa bağlandı.
Bunun üzerine, 1920’lerden 1930’lara uzanan süreçte İngilizlere karşı Şeyh Mahmud Berzenci’nin direnişi başladı. Berzenci’den sonra Barzaniler (Şeyh Ahmed ve Mela Mustafa) öncülüğünde, burada verilen mücadele, çeşitli aşamalardan sonra, bugün bağımsızlığa yakın bir statüye yaklaştı. Kürdistan’ın bu parçası, “Güney Kürdistan”, “Irak Kürdistanı”, “Başur, “Büyük Güney”” gibi adlandırmalarla anılmaktadır.
B-) Kuzey Kürdlerinin (Bakur’un) Kısa Hikâyesi
Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki 1918-1923 Mondros-Lozan sürecinden sonra, imzalanan Lozan Antlaşması ve Türkiye Devleti’nin kuruluşu ile Kürdler yok sayıdı, ulusal varlıkları kabul edilmedi. Türkiye Devleti’nin kurucu anlayışına ve Türk Resmî İdeolojisi ’ne göre, Kürd diye bir ulus yoktu; varsa da bir statüye sahip olmayacaktı. Bu ideolojinin temelinde Kürd inkârı olmasına karşın bazı zamanlarda, şartların gereği, Kürdlerin varlığı inkâr edilemediği durumlarda, Kürdler vardır ulusal hakları olmamalıdır politikası izlendi. Böyle durumlarda, Türk-Kürd(t) kardeşliği veya Müslüman kardeşliği söylemleri kullanıldı.
Türkiye Devleti’nin kuruluşundan sonra, varlıklarının inkâr edildiğini, aldandıklarını, aldatıldıklarını anlayan Kuzey Kürdleri, Erken Cumhuriyet Döneminde (1923-1938), sonuç alınamayan direnişler (1925, Ağrı, Dersim, …) gösterdiler. 1918-1923 yılları arasında çıkan fırsat değerlendirilmemiş, geç kalınmıştı; atı alan Üsküdar’ı, tapuyu alan Lozan’ı geçmişti! Sürgün, ölüm ve asimilasyon politikalarının sonucu, bu parçadaki Kürdlerin hâli pür melâli ortadadır... Türkiye Devleti’nin egemenliği altındaki Kürdistan’ın bu parçası, Kürdler arasında “Kuzey Kürdistan”, “Türkiye Kürdistanı”, “Bakur” gibi adlandırmalarla anılmaktadır.
C) Doğu Kürdlerinin (Rojhilat’ın) Kısa Hikâyesi
Mezopotamya ve Anadolu Yarımadası’nın doğusu gibi, İran coğrafyasının bir kısmı da Kürdlerin atalarının üzerinde yaşadıkları bir coğrafyadır. Bugünkü İran Devleti, Şii İslam inancında olan Fars ulusunun egemenliğindedir. Farslar ve Kürdler, tarihi olarak aynı kökenden gelen iki Aryan halktır. Başta dilleri olmak üzere benzerlikleri çoktur. O bakımdan genel olarak, Fars Resmî İdeolojisi, Kürdlerin, hatta Kürdistan’ın varlığını inkâr etmemekte ama İran Devleti egemenliğinde kalmalarını savunmaktadır.
Bu bölgede, 1946 yılında Mahabad merkezli olarak kurulan Kürdistan Cumhuriyeti ancak bir yıl yaşayabildi. Günümüzdeki İran Molla rejimi, en küçük Kürd ulusal taleplerini darağaçlarıyla karşılamaktadır. Bu parçadaki Kürdistan için, “Doğu Kürdistan”, “İran Kürdistanı”, “Rojhilat” gibi adlandırmalar kullanılmaktadır.
D) Güney-Batı Kürdlerinin (Rojava’nın) Kısa Hikâyesi
Birinci Dünya Savaşı sonrasında, galip İtilaf devletlerinin iki büyük gücü İngiltere ve Fransa, zaman zaman Ortadoğu coğrafyasının paylaşımında çelişkiler yaşadılar. Kürdleri, güneyden boydan boya, Türkiye ve Fransa (Suriye) arasında bölen 900 kilometreye yakın sınır, Lozan Antlaşması’ndan yaklaşık iki yıl önce, 20 Ekim 1921 tarihinde, Fransa ile TBMM Hükûmeti arasında imzalanan Ankara Antlaşması ile çizildi; Lozan’da onaylandı.
Fransa’nın Suriye’de egemenliğinin olduğu 1946 yılına kadar, özellikle kuzeyden kaçan Kürd aydınları için, Suriye, bir sığınma, bir mücadele alanı oldu. Birçok öncü Kürd aydını ve büyük Kürd aileleri, burada mücadele verdi. Nüfus olarak da coğrafya olarak da diğer Kürdistan parçalarına göre çok daha küçük olan Suriye Kürdleri, zaman zaman inkâr edilseler de günümüze kadar uzanan mücadeleleri sonunda, günümüzde, varlıklarının ötesinde, bazı ulusal hakları söz konusudur. Suriye Kürdleri için bugün söz konusu olan ulusal haklar, burada Hristiyan Fransa değil Müslüman Türkiye egemenliği olsaydı büyük ihtimalle elde edilmeyecekti! Bu parçadaki Kürdistan için, Kürdler arasında, “Güney-Batı Kürdistan”, “Suriye Kürdistanı, “Küçük Güney”, “Rojava” gibi adlandırmalar kullanılmaktadır.
E)Kafkas Kürdlerinin Kısa Hikâyesi
Kürdistan’ın yukarıda sıraladığımız dört parçası dışında, bir de Kafkas Kürdleri gerçeği vardır. Tarihte Rus egemenliğindeki bir azınlık olan Kafkas Kürdlerinin durumu apayrı bir hikâyedir. Rusya’dan sonra, üç Kafkas cumhuriyeti (Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan) arasında dağıtılan bu bölgedeki Kürdlerin, tamamıyla bir yok oluşla yüz yüze olduğu gerçeği ayrı bir dramdır. Tarihsel olarak Rewan (Erivan) bölgesindeki Kürdler eritilirken son dönemlerde Laçin ve Karadağ bölgesindeki Kürdler, Azerbaycan-Ermenistan çekişmesinin kurbanı oldular. Sovyet döneminde, bu bölgede, “Kızıl Kürdistan” adıyla bir cumhuriyet kurulsa da fazla yaşayamadı/yaşatılmadı…
Kürdlerle Ermenilerin Ol Hikâyesi
Kürdler, çeşitli tarihi süreçlerde, bugün siyasal egemenlikleri altında bulundukları üç Müslüman ulus, Farslar, Araplar ve Türklerden başka, daha uzun süre Hristiyan Ermenilerle, aynı veya komşu coğrafyayı paylaştılar. Tabii ki, Ermeniler 4. yüzyıldan önce Hristiyan, Kürdler de 7. yüzyıldan önce Müslüman değillerdi. İki ulus da zaman zaman küçük egemenlikler kursalar da yaşadıkları topraklar,16. yüzyıl ve sonrasında Osmanlı ve Safevi İmparatorlukları arasında paylaşıldı. Birer parçaları Çarlık Rusya’sının sınırları içinde kaldı.
Osmanlının son dönemlerinden itibaren, II. Abdülhamid ve İttihat-Terakki dönemlerinde, özellikle 1878 Berlin Antlaşması sonrasında, Ermeni ulusunun mücadelesi daha üst boyutlara çıktı ve bilinen gelişmeler oldu. Osmanlı, Ermenilerle bir mücadele içine girerken Müslüman Kürdlerden yararlanmak istedi ama kalabalık olan Kürdlerin varlığı, Türk yöneticileri için hep endişe kaynağı oldu. Osmanlı, Ermenilerle açık, Kürdlerle gizli bir mücadele yöntemini uyguladı.
Abdülhamid ve İttihat-Terakki dönemlerinde, doğrudan Kürd inkârı olmasa da politikalar Kürd ulus varlığını görmezden gelinerek uygulandı. İşin ilginç yanı, Ermeniler, tıpkı Türkler gibi, Kürdlerin ulusal varlığını hiçbir zaman kabul etmediler; başlarının belâsı vahşi bir halk olarak gördüler.
Kürdler ve Ermeniler, birbirlerinin üzerinde siyasal egemenlik (devlet egemenliği) kurmasalar da çok iç içe yaşamalarının etkisiyle, toprak meselesi, aralarında hep büyük sorun oldu; birbirlerini ulusal mücadelelerini engellemek durumunda kaldılar. Kürdlerin “Kürdistan” dediği yerlere Ermeniler “Ermenistan”; Ermenilerin “Ermenistan” dediği yerlere de Kürdler “Kürdistan” dedi; aralarında uzlaşmaz çelişkiler girdi.
Tarihsel olarak Ermeniler, Hristiyan Batı ve Rusya’ya yakın olurken Kürdler zorunlu olarak Müslüman Osmanlının müttefiki oldular. Kürdlerin üç Müslüman halk, Araplar, Türkler ve Farslarla olan ilişkisi ayrı, topraklarından sökülen ve büyük acılar yaşayan Ermenilerle ilişkisi ayrı bir hikâyedir. (Kürd-Ermeni ilişkileri, sonraki iki yazımızın konusu olacaktır.)
SONUÇ
1916 yılından itibaren İngilizlerin yardımıyla Arap ulusu, Osmanlıdan koparken Kürdler bu yapının içinde kaldı. Şerif Hüseyin’in iki oğlunun krallığında yapay Irak ve Suriye devletleri oluşturulup Kürdistan’ın iki parçası bunlara bağlanmadan önce ne Arap coğrafyası bu kadar büyüktü ne Arap nüfusu 20 devlet olacak kadar çoktu. Arapların, kuzeyde Halep’e, Musul’a kadar, batıda Mısır üzerinden Cezayir’e kadar yayılması, Muhammed’din dini İslam sayesinde oldu.
Önce Kürd coğrafyasının güney toprakları İngiltere ve Fransa arasında paylaşıldı. Kürdler üzerindeki İngiliz egemenliği bitince Arap-Irak, Fransa’nın egemenliği bitince Arap-Suriye devletlerinin egemenliği başladı. Ve bu iki Kürdistan parçasında, başlangıçta, egemenlik Batılı-Hristiyan güçlerde olunca genel olarak Kürd varlığı inkâr edilmedi ve oralardaki mücadele, günümüzdeki aşamalara gelebildi.
Araplar, İslam sayesinde büyük bir yayılma gösterip ekonomik olarak gelişirken Osmanlı-Türk kesimi hilafet avantajıyla Sünni İslam’dan yararlandı, Müslüman Kürdleri kendine bağlı tutabildi. Farslar ise Şii İslam’ın da avantajıyla İran coğrafyasının tamamına sahip oldular. Kürdlere de Selahattin Eyyubi döneminden bu yana, İslam’ın kılıcı olma, İslam’ın hamallığı kaldı! O yüzden, bu dört Müslüman ulus içinde, Kürdler “İslamÜmmetin Yetimleri” olarak adlandırıldılar.
KÜÇÜK BİR NOT:Son dönemde Kürdler arasında ilginç bir durum var. Çeşitli Kürd kesimleri, tüm umudunu, Rojava’daki gelişmelere bağlamış, uluslararası sistemin de yardımıyla, bu bölgede Kürdlere sağlanacak bir ulusal statünün beklentisi ve heyecanı içindedir. Ancak hem coğrafya hem nüfus olarak, en az Rojava’nın on katı olan Bakur (Kuzey) Kürdlerinin, her gün darağaçlarıyla karşılanan Rojhilat (Doğu) Kürdlerinin ulusal statüsünden söz eden yok. Bakur’daki açılımdan söz edilirken (ki bir açılım da yok) bile, sonuçlarının Rojava’ya etkisinin ne olacağı değerlendirmesi yapılıyor sadece. Kürdlerin içinde bulunduğu bu açmazı, meydana gelen bu ilginç durumu (aslında yanlış-yanıltıcı algıyı), güncel olduğu için bu yazı içinde not etmek istedik…
/CT/
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.