Kürtler ve Türkler, yüzyıldır derealizasyonun zihinlerini nasıl dumura uğrattığını anlatıp duruyoruz. Şu an bu çarpık zihniyetin çok kötü tezahürünü yaşıyor iki toplum. Türküyle, Kürdüyle. Çağın, ülkenin ve hayatın gerçeklerinden bu kadar kopuk yaşamaya mecbur bırakılan iki toplum, aynı zamanda Kürtleri de bu konuda Türklerle yarıştırıcı bir duruma getirmiş. Sanırım neyi kastettiğimizi makalenin başlığında okumuşsunuz. Bu nefret dili ve ve çarpık zihniyet, MHP genel başkanı Devlet Bahçeli'nin çıkışıyla ateşlenerek alevlendi. Bu çıkış, hemen her kesimi çok şaşırttı hem de adeta dumura uğrattı. Bahçeli; "Terör örgütü başı gelsin mecliste DEM parti grubunda konuşsun. Terör örgütünün silah bırakıp kendisini lağvettiğini ilan etsin" der demez, daha önce onun önünde el-pençe duranlar, "2. başbuğ" "Türk milliyetçilerinin babası" diyenler, birden onu tu kaka ederek saldırmaya başladılar. Aşağılayıcı karikatürler hazırlayarak sosyal medyada yayınladılar "Mumya" dediler. Oysa Devlet Bahçeli, bütün benliğiyle bağlı olduğu devletinin ideolojik paradigması olan ırkçılık ve şovenizm den milim şaşmamıştı. O, devletinin var olma çıkarı adına yeni şartlara kendi devleti için bir çıkış arıyordu. Son birkaç yıldır, devletin derini ve görüneni tıkanmaya başlayan eski paradigmalarına bir nefes aldırmak için üzerinden tartışılıp sonra adım adım kamuoyunu bu yeni duruma hazırlamak için adımlar belirlenmişti. Bu tıpkı, afyon bağımlısı bir kişinin tedavisi gibiydi. Bu illetten kurtulmak için afyonun birden kesilmeyerek, alıştıra alıştıra tedavi durumuna getirilmeye benzer. Devlet şu an bu hazırlığı hayata geçiriyor. Peki tekçi ve inkarca devleti bu mecburiyete iten gerçeklik neydi?
Genel olarak dünyada, özel olarakta Ortadoğu'da oluşmaya başlayan yeniden şekillenme ve haritaların mutlak değişiminin kaçınılmaz olarak günde gelmesiydi. Kuşbaşı mevcut Türkiye'nin haritasına bir bakın. Kara sınırlarının yüzde 95 inde statü sahibi olmuş ve oluşmaya başlayan Kürtlerle artık komşu olarak yaşamak zorundalar. Onun için her siyasi ve uluslararası toplantılarda "Kürt annesini görmesin" çılgınlığı ve zalimliği ile hareket eden Türk devleti, bütün uluslararası dost ve destekçilerini şu an kaybetmiş durumda. Bunun en bariz örneği "Bir millet iki devlet" dedikleri Azerbaycan, şu an İsrail'in açık ve resmi müttefiki. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Kıbrıs adasının Rum Cumhuriyetini meşru ve tek devlet olarak tanıdığını, AB ile yapılan protokolde kabul ettiler. Kuzey Kıbrıs'ı da işgal altında korsan bir devlet olarak açıkça ilan ettiler. Daha bitmedi. Arka bahçe olarak gördükleri Suriye, Otokrat rejim trollerinin propaganda bombardımanlarına rağmen Suriye'nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmed El Şara, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Rum bakanını kabul ederek o da adanın tek meşru devletinin Kıbrıs Cumhuriyeti (Rum) olduğunu resmen tanımış oldu. İşte Türk derin devletinin yeni bir çıkış paradigmasına neden ihtiyaç duyduğunun birkaç somut kanıtları. Çünkü yüz yıldır yalanlarla, kandırmacalarla vatandaşlarını hep uyutmuştu. Gelinen nokta bu. Eski inkârcı ve tekçi paradigmanın yalanlarıyla uyutulmuş bilumum ulusalcı, milliyetçi ve solcularının şok ve şaşkınlıkları bundan ötürüdür. Türk kamuoyu, Bahçeli'nin "bunadığını" "davayı sattığı" endişelerine kapıldılar. Oysa Bahçeli bunamamış ve davayı da satmamıştı. Realite bunu gerektiriyordu. Dolayısıyla geçirmiş olduğu hastalıktan dolayı ölüm dileğinde bulunarak, beddua ve hakaretleri sıralamaya başladılar.
Aynı hastalık Kürt cephesinde de kendisini gösterdi. İmralı heyetinde yer alan ve devletin derininin bakışında yerleri banko olarak görülen, adeta gizli dokunulmazlıkları olan, milletvekillikleri ve devletin karar verici üst düzey makamlarda konumları itina ile korunan Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder ikilisinden bahsediyoruz. Önder'in geçirmiş olduğu kalp rahatsızlığı nedeniyle ameliyata alınması, sosyal medya üzerinde ona karşı ağır hakaret ve çirkin söylemlerde bulunan kişiler, ahlak ve vicdandan yoksun kişilerdir. Herkesin başına gelebilecek böylesi durumlara (hastalık yada ölüm) sevinerek bunu siyasi bir kurtuluş ve zafer sananlar çok zavallıdırlar. "İnşallah masadan kalkmaz" gibi dilek ve beddualar da o kişileri siyasi amaçlarına kavuşturmaz. Sırrı Süreyya Önder, her platformda Kemalist olduğunu ve Mustafa Kemal'e olan hayranlığını hep dile getirmiş bir siyasetçidir. Bununla da övünür. Bu satırların yazarı, böylesi kişileri Kürtlerin sırtına bildirerek meclise taşımanın garabetini defalarca eleştirmiştir. Sırrı Süreyya Önder, etnik olarak aynı zamanda bir Türkmen. Milyonlarca Türk/Türkmen Mustafa Kemal Atatürk'e ilahi bir kutsiyetle tapıyorlar. Önder'in neden Kemalist olduğu sorunsalıyla kafayı meşgul eden Kürtler abesle iştigal ediyorlar. Yüz yıl boyunca yüzbinlerce insanın ölümüne, milyonlarda insanın yaşadıkları yerlerini ve yurtlarını terk etmesinin birinci derecedeki müsebbibi Kemalist ideolojinin hayranı birisinin Kürtlerin ulusal haklarının öncüsü adına ona bu yetkileri ve güveni verenlerden hesap sorulmalıdır.
Azımsanmayan bir Kürt kitlesinin her şart altında ölümüne arkasında durduğu Abdullah Öcalan'ın Mustafa Kemal'e sevgi ve bağlılığı Sırrı Süreyya Önder'in duruşundan çok daha önemli ve ciddidir. Sırrı Süreyya Önder, inanmış olduğu Kemalist paradigmanın gereğini yapıyor. Onu defalarca meclise taşıyanlar kim? PKK/DEM İşin en ilginç ve bir o kadarda şaşırtıcı olan yönü, Kürtler için son derece hayati olan bir süreçte kendilerine "Kürdistani" parti ve örgüt süsü veren kesimlerin yetersizlikleri, ilgisizlikleri ve suskunluklarıdır. Suskun olmayanların da kalemşörlüğe soyunarak, hayatında ilk defa Kürtlerin yararına olacak temel bir adım atmış Öcalan'a hakaret ve küfürleri savuruyor olmalarıdır. Kürtlerin bu totaliter örgüt vesayetinden kurtulmalarını herhalde istemiyorlar. Oysa, takke düşmüş kel görünmüştür. Halbuki bu süreç vicdanlı ve ahlaklı her Kürt tarafından desteklenmelidir. 40 yıla yakın bir zaman diliminde, Kürt ulusal hakları adına yola çıktıklarını iddia ederek, Kürt toplum yapısında ve coğrafyasında sayısız tahribatlar yapmış bir örgüt ve liderinin silah bırakıp kendini feshetmesini derin devletin bir kısmı gibi karşı çıkmak akıl ve izanla açıklanacak bir durum değildir. Öcalan'ın Kürtler adına hiç bir şey talep etmedikleri doğru. Zaten sorun Kürtlerin ulusal sorunu değildir. Örgüt ve lideri kendilerinin "şeytana uyarak" içine girmiş oldukları bu üzücü durumdan pişmanlık duyduklarını, devletin kendilerini affedip bağrına basması gerektiği yönünde şimdilik devam eden bir süreç işliyor. Buna karşı çıkmak nasıl bir mantıktır?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.