Kürtlerle Ruslar arasında en sistemli ilişkiler 19’uncu yüzyılda başlıyor. Bu dönemde Rus aydınlar, yazarlar, diplomatlar ve din adamları, seyahatname benzeri metinlerinde Kürtleri işliyor.
Kürt - Rus ilişkilerinin tarihsel öneminden söz eden araştırmacı-yazar Fırat Sözeri, bu ilişkilerin 19’uncu yüzyıldan itibaren siyasi, iktisadi ve kültürel olarak devam ettiğini belirterek, “Kürtler kendi ulusal hakları için aktif bir mücadele içindelerdi” dedi.
Kürtlerle Ruslar arasında en sistemli ilişkiler 19’uncu yüzyılda başlıyor. Bu dönemde Rus aydınlar, yazarlar, diplomatlar ve din adamları, seyahatname benzeri metinlerinde Kürtleri işliyor.
Bu dönemde Rus yayınlarında Kürtlerle ilgili metinler genellikle etnografik, dil ve tarih temelli çalışmalardan oluşuyor. Örneğin Puşkin’in döneme ilişkin mektupları ve makalelerinde, Grigori Gagarin’in tabloları da Kürtlere ilişkin veriler sunuyor.
20’nci yüzyılın başlarından itibaren Kürdistan’ın farklı bölgelerindeki aydın ve liderler Rusya’ya yönelik özel bir ilgi duymaya başlıyor. Abdurrezak Bedirxan ve Şeyh Abdusselam Barzani’nin çarlık temsilcileriyle çeşitli görüşme ve yazışmaları olduğu ve yine Mahmut Berzenci’nin 20 Ocak 1923 tarihinde Lenin’e hitaben bir mektup yazdığı biliniyor.
K24’ün sorularını yanıtlayan araştırmacı-yazar Fırat Sözeri, tüm bu gelişmelerden ve Mele Mustafa Barzani’nin Sovyetler Birliği’ndeki aktif mücadelesinden söz ediyor.
19’uncu yüzyıldan itibaren Rusya’nın Kürtlerle ilgili çalışmaları, ajandası söz konusuydu. Bu tarihlerde Rus diplomatlar Kürt aşiretleriyle temas kurmaya, Kürdistan’ı tanımaya başladı. Rusların Kürtlere bu kadar yakınlık göstermesinin o dönem için nedeni nedir?
Rusların 19’uncu yüzyılın başlarında Kürtlere ilişkin özel bir ajanda oluşturmasının sebebi aslında pratik nedenlerden kaynaklanıyordu. Bilindiği gibi 19’uncu yüzyılın başı Rusya’nın Kafkasya’da askeri ve siyasi varlığını etkinleştirdiği bir dönemdi. Dolayısıyla Kürtlerin yakın olduğu bir yerde etkinliklerini arttırdıkları için, Kürtleri anlama ve kendi menfaatleri doğrultusunda nasıl kullanacaklarını belirlemek için yakınlık göstermeye başladıklarını söyleyebiliriz. Örneğin 1800’lü yılların başında Gürcistan’ın yanı sıra Gence, Karabağ, Şekûr gibi hanlıkların da Rusya’ya katılması sonucunda hem bu bölgelerde yaşayan Kürtler hem de yeni sınırlar neticesinde oluşan komşuluk ilişkileri üzerinden bir muhataplık söz konusu oluyor. Örneğin Erivan ve Kars gibi bölgelerde Kürtlerle doğrudan ilişki söz konusuydu (Bu dönemde Erivan’da 8 bin Kürt hanesinin olduğu bilinmekte). Dolayısıyla Rus Çarlığı, Kürtlerin nüfus ve kültür yapısını; bölgedeki devletlerle olan münasebetini anlamak için bir çaba içine giriyor. Aynı dönemde Kürtlerin yaşamları, dinsel inançları, giyim ve kuşamlarını da barındıran ciddi akademik ve sanatsal çalışma süreçleri de başlıyor.
Peki, Rusya’daki Kürdoloji çalışmaları da bu dönemde mi gerçekleşti?
Bu dönem de yoğunlaşmaya başladığını söylemek daha doğru olur. İkinci Yekaterina himayesinde hazırlanan ve iki kısım halinde 1787 ve 1789 yıllarında yayımlanan Bütün Dünya Dilleri ve Lehçeleri Sözlüğü’nün bu konuda bir milat olduğunu söyleyebiliriz. Bu sözlüğün içerisinde Kürtçe de yer alıyor. Rusya bağlamında da genel anlamda da Kürdoloji alanında yapılan ilk ciddi çalışma bu sözlüktür. 1809 yılında Noveyşih Puteşestviy dergisinde yayımlanmış olan “1796 Yılında İran ve Küçük Asya’ya Yolculuk” adlı metinde Rus yazınında Kürtlerin ele alınması bakımından ilkler arasında yer alır. Bu süreçten sonra Rusya’da Kürtler üzerine yoğun bir yazınsal ve sanatsal üretim olduğunu görüyoruz. Rusya’da yaşayan halklar adıyla belirli aralıklarla hazırlanan ansiklopedilerde, bölgeye gelen aydınların yazışmalarında ve eserlerinde sık sık Kürtlerden söz edildiğini görmekteyiz. Bu metinlerin çoğu çevrilmeyi bekliyor. Aleksandr Puşkin’in “Erzurum Yolculuğu” adlıyla bilinen eseri de bu konu da ilgi çeken metinler arasındadır. Puşkin o dönemde askeri misyonla bölgede bulunuyor hatta yaveri de Kürt’tür. O dönem Kürtlere ilişkin gözlemlerini uzun uzun yazıyor. Ancak İş Bankası tarafından basılan ve söz konusu eserin de içinde olduğu “Bütün Öyküler Bütün Romanlar” adlı kitapta ve kitabın diğer yayınevleri tarafından yapılan baskılarında Kürtlere ilişkin ifadelerin sansüre uğradığını görüyoruz. Burada iki türlü sansür var. Birincisi metindeki Kürt ifadesinin çıkarılması söz konusu. Puşkin’in orijinal eserinde “Elinde esnek bir Kürt kargısı” olarak geçen ifade Türkçe baskıda “Elinde esnek bir kargı” olarak kullanılıyor. İkincisi ise Puşkin’in Ezidi Kürtlerle ilgili kendi gözlemlerini yazdığı beş sayfalık bölüm kitaba eklenmemiştir. Prens Gagarin’in 19’uncu yüzyılın ortalarında yayımlanan Kafkas Kostümleri ve Pitoresk Kafkasya adlı albümlerinde de Kürtleri konu edinen birçok çizim bulunmakta.
19’uncu yüzyıl Rusya’nın Kafkasya’da askeri olarak çok etkin olduğu ve hakimiyetini perçinlediği dönemdi. İran ve Osmanlı İmparatorluğu’yla toplamda 6 savaş yapıldığı biliniyor. Kürtler bu savaşların tamamında bir şekilde yer alıyor. 93 Harbi’nden sonra Rus devleti Kürdistan’da elçilik ve konsolosluklarını yoğunlaştırıyor. Van, Diyarbakır ve Musul’da yeni konsolosluklar ve elçilikler açıyor. Bu elçilikler üzerinden Kürtlerle ilişkisini farklı bir düzene sokmaya çalışırken, bir taraftan da askeri istihbarat çalışmalarını sürdürdüklerini görüyoruz.
Sözünü ettiğiniz askeri raporlarda Kürtlerle ilgili ne tür ifadeler yer alıyor?
Çok yoğun askeri ve siyasi gelişmelerin yaşandığı yaklaşık 80 yıllık bir dönemden söz ediyoruz. Periyodik olarak Kürdistan’ın politik durumu, söz konusu savaşlarda Kürtlerin tutumu, askeri güçlerinin durumu, Kürt aşiretlerinin yapısı ve sayıları, Ezidiler, Kızılbaşlar ve Sünniler gibi farklı inançların durumu ve yaşam alanları, Hamidiye alayları, Kürdistan’daki ayaklanmaların niteliği gibi bir çok konuda detaylı bir dokümantasyon çalışması var. Dolayısıyla konuya ilişkin tatmin edici bir cevap olarak Türkçe’ye de çevrilmiş olan Averyanov’un “Osmanlı Rus Savaşlarında Kürtler” adlı kitabını işaret etmek gerekiyor. Fakat çok genel olarak Kürtlerin Rus kaynaklarında dini inançları (özellikle Ezidilik) ve savaşçılıklarıyla anıldıklarını söyleyebilirim. Mesela konuya ilişkin edebi ve sanatsal eserlere baktığımızda; atsız, mızraksız, hançersiz ve tüfeksiz bir Kürt imgesi yok gibidir.
Ekim Devrimi’nden sonraki süreçte Kürtlere ilişkin değerlendirmeler nasıldı?
Bu konuda öncelikle bir hususu vurgulamak isterim. Son dönemlerde Rus-Kürt ilişkilerine dair üretilen metinlerin birçoğunda sıkıntılı bir dil var. Gerek Çarlık dönemi gerek Ekim Devrimi gerek de Kızıl Kürdistan ve Erivan Radyosu’nun kurulması gibi süreçler olsun; Kürtler tamamen nesneleştirilmiş bir şekilde ifade ediliyor. Yani “Kürtler orada duruyor, ya birileri gelip onlara bir şey verip alıyor” gibi bir üslup var. Bu yanlış. Kürtler Çarlık Dönemi’nde olduğu gibi Ekim Devrimi sürecinde de siyasi ve askeri olarak aktif rol oynuyor. Erebê Şemo, Cengiz Yıldırım ve Ferit Polatbegov gibi birçok Kürt devrim sürecine aktif katılım gösterdikleri gibi, sonrasında da üst düzey görevlerde bulundular.
Ekim Devrimi’nden sonraki süreçte Kürtlere ilişkin yayınlar nasıldı?
Bu konuda detaylı bir çalışma yapmamış olmakla birlikte birkaç örnek verebilirim. 10 Temmuz 1920 yılındaki Sovyet liderlerin yazışmalarından Kürtlerin Zangezur gibi bölgelerde kendilerini askeri olarak örgütledikleri ve iç savaşta devrim tarafında yer aldıklarını bildiriden yazışmalar var. Yine Bolşevik Liderlerin arasındaki yazışmalar da Ermeni Taşnak gruplarının saldırıları karşısında Kürt birliklerinin caydırıcı gücünden söz edilmekte. 22 Temmuz 1921 de “Bakinski Raboçi” adlı gazetede Kürtlerin temsilcilerinin gönderdikleri bir telgrafla ilgili yayımlanan makalede Kürtlerin devrimi coşkuyla karşıladıkları ve Kızıl Kürdistan’ın kurulması için çeşitli mitingler yaptıklarından söz ediliyor. Kürt temsilciliklerinden gelen telgrafta Kürdistan için Kızıl Kürdistan ifadesi kullanılırken, aynı gazetede konuyla ilgili makalede ise Özgür Kürdistan ifadesinin kullanıldığını görüyoruz.
O dönem Bolşevik Parti’nin Azerbaycan’daki yöneticilerinden biri olan ve kurulan hükümete de başkanlık eden Neriman Nerimanov’un, Vladimir Lenin’e gönderdiği bir telgraf var. Söz konusu telgrafta iç savaştan kaynaklı olarak yaşanan kıtlıkta Kürdistan Bölgesi’nde büyük bir açlık yaşandığını ve yardım yapılması gerektiğini belirtiliyor. Bu yazışma sonrasında Kürdistan Bölgesi’ne ciddi ekonomik yardım yapılıyor. Söz konusu yazışmanın devrim sonrasında Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde Asker ve Donanma Halk Komiseri olan Cengiz Yıldırım’ın etkisiyle yazıldığını düşünüyorum. Ayrıca Vekil Mustafayev bir çalışmasında Erebê Şemo başkanlığındaki bir Kürt heyetinin de doğrudan Lenin’le görüştüğünü belirtiyor.
Kürtler diğer parçalarda da askeri olarak güçlüydü. Bu nedenle Rusya sadece Kızıl Kürdistan'la değil, Kürdistan'ın diğer parçaları ile de ilgileniyordu
Aslında Rusya’nın çarlık döneminden günümüze değin Kürt politikasında bir istikrar olduğunu söylemek mümkün. Ne dost ne düşman. Dolayısıyla dönemsel politikalarına bağlı olarak farklı tutumlar sergilediklerini söyleyebiliriz. Bu bağı hiçbir zaman koparmadı; ama buna rağmen kendi çıkarları söz konusu olduğu zaman da Kürtlerin aleyhinde de faaliyetlerinin olduğunu da biliyoruz. Rusların Kürt politikasına ilişkin genel bir değerlendirme yapacak olursak etkin olduğu alanlarda Kürtlerin politik ve askeri bir gücü söz konusuysa, bu gücün nicelik ve niteliğine bağlı bir tutum alıyor.
Riya Teze gibi ilk Kürtçe gazetenin basılması, Erivan Radyosu’ndaki Kürtçe yayınlar, Kürdoloji çalışmaları Sovyet Rusya’sında gerçekleşmişti. Bu çalışmalar Sovyetlerdeki Kürtler için neyi ifade ediyordu?
Riya Teze’nin ve Erivan Radyosu’nun kurulması gibi çalışmalar Kürtlerin aktif mücadelelerinin bir sonucudur. Kürtler gazete ve radyo yayını sayesinde önemli bir kültürel sıçrama yaşadılar. Örneğin Erivan Radyosu’nun etkisi sadece Kızıl Kürdistan’la sınırlı kalmadı. Kürdistan’ın diğer parçalarında da dilsel birliğin sağlanması ve ulusal ruhun gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Riya Teze ve Erivan Radyosu yayın faaliyetleri kadar önemli olan başka bir rol daha oynuyor. Kürtler için bir okul görevi görüyorlar, çevresinde bir Kürt entelijansiyası oluşuyor. Dönemin hemen bütün edebiyatçı ve sanatçılarının yolu bir şekilde radyo ve gazete ile kesişiyor.
Tüm bu çalışmaların ve faaliyetlerin sürdürülebilirliği hakkında neler diyebilirsiniz?
Maalesef Sovyetler Birliği’nde Kürtlerin kültürel ve siyasal hayatı çok istikrarlı değildi. 1930’lara kadar yaşanan önemli gelişmelere rağmen önce bir durağanlık ardından ise kelimenin gerçek anlamında bir yıkım yaşanıyor. Kızıl Kürdistan’ın ilga edilmesi meselesi çokça tartışılan bir konu, ancak 1937 yılından İkinci Dünya savaşının sonuna kadar olan dönemin Kürtler açısından çok daha yıkıcı olduğunu düşünüyorum. 37-38 sürgünü toplumsal bir dram olduğu kadar Kürt entelijansiyası ve siyasi kadrolarının kırıma uğratılması bakımından da büyük bir yıkımdı. Erebê Şemo Sibirya’ya uzun yıllar dönemediği bir sürgüne gönderildi, Heciyê Cindî, Ahmet Mirazi tutuklandı, Cengiz Yıldırım idam edildi ve daha niceleri benzer kaderi paylaştılar. Geride kalan birçok aydın ise bu ağır koşullardan dolayı sindiler. Bu süreç ve İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkım, Kürt siyasal ve kültürel hayatını durma noktasına getirdi. Bu durgunluk Mele Mustafa Barzani’nin bölgeye gidişine kadar devam etti diyebiliriz. Mele Mustafa, yerel idarecileri aşıp doğrudan Moskova ile ilişki içine girince bölgede bulunan Kürtlerin durumunda da bir yumuşama olduğu görülüyor. Erivan Radyosu’nun kurulmasında da Mele Mustafa’nın etkisi olabilir. Zira Hruşçov’la görüşmelerinde ve yazışmalarında Kürtlere yönelik bir radyo meselesinin de gündeme geldiğini biliyoruz.
Mele Mustafa Barzani ve Sovyetler Birliği ilişkilerini ele aldığınız makalenizde, Kürt aydınlarının ve liderlerinin 20’nci yüzyılın başlarından itibaren Rusya’ya özel bir ilgi duymaya başladığını ifade ediyorsunuz. Bu özel ilginin sebebi nedir?
Bunu genel olarak Rusya’nın önemli bir bölgesel güç olmasına bağlayabiliriz. Biraz geriye gidersek, Rusya’nın 19’uncu yüzyılda Kafkasya’da ilhak ettiği bölgelerin dışında ve Ortadoğu’da faaliyetlerini sürdürmesinin nedenlerinden biri şuydu: Hasım devletlerin genişlemesine bir ket vurmak. 20’nci yüzyıla geldiğimizde Kürtler ve Ruslar arasındaki ilişkilenmede İngiltere’nin varlığı etkili oluyor. Bu dönemde Abdusselam Barzani’nin ya da Şeyh Mehmud Berzenci’nin Sovyetlere yönelmesinin temel sebeplerinden biri o dönem İngiltere’nin Kürtlere karşı bir siyaset içinde olması, Araplarla daha yakın ilişkiler kurmasıdır.
Abdurrezak Bedirxan’ın Rusya ile olan münasebeti ise farklı nedenlere dayanıyor. Bilindiği üzere Osmanlı’nın Petersburg konsolosluğunda diplomat olarak görevlidir. Bu dönemde Rus bürokratlarla sıkı ilişkiler kuruyor, Kürtlerin sorunlarını gündeme getiriyor. Abdurrezak Bedirxan görev değişikliği sebebiyle Petersburg’daki görevinden alınıyor. Burada mesele görev değişikliğinden ziyade Bedirxan’ın İstanbul’a getirtilip idam edilmesi. Bunu fark eden Bedirxan Rusya’dan sığınma talep ederek açık bir şekilde Kürtlerin ulusal hakları için destek talebinde bulunuyor.
Mehmud Berzenci, Sovyetler Birliği’nin, ulusların kendi kaderini tayin hakkına politikasından faydalanmak istemiştir. 20 Ocak 1923’te Lenin’e bir mektup yazıyor; fakat Lenin bu mektuba cevap vermiyor. Bu konuda iki görüş var: Sovyetler Birliği, Kemalistlerle yakın ilişkiler içindeydi, bu nedenle herhangi bir şekilde Kürtlerle ilişkilenmek istemiyordu, İkincisi ise Lenin’in sağlık durumu yerinde olmadığı için pratik olarak devlet yönetiminde değildi. Sonuç olarak Mehmud Berzenci mektubundan bir sonuç alamıyor.
Mele Mustafa Barzani’nin Joseph Stalin’e ve diğer Rus kurmaylara yazdığı mektuplarda, Kürdistan-Rusya ilişkilerine değinilmektedir. Öte yandan Mele Mustafa Barzani ile 500’ü aşkın Kürt savaşçının Sovyetler Birliği’nde sürdürdüğü diplomasi mücadelesinin Kürdistan tarihi için öneminden söz edebilir misiniz?
Gerek Çarlık döneminde gerek Sovyetler döneminde Kürtler bir şekilde Rusların gündemindeler. Şu ana kadar sözünü ettiğimiz isimlerin çabaları muhataplık seviyeleri ve ilişkilerin sürekliliği bakımından sonuç alıcı ya da diplomatik bir niteliğe bürünmüyor. Mustafa Barzani söz konusu olduğunda ise bu durum değişiyor. Sovyetler Birliği’ne girdiği andan itibaren muhataplık seviyesi en üst seviyede oluyor; Bağırov, Yusupov, Hruşçov vb. üst düzey yetkililerle görüşüyor. Oradaki varlığı hem Sovyet Kürtleri hem de diğer parçadaki Kürtler önemli neticelerle sonuçlanıyor. İki sebeple çok önemli: Birincisi Kürt-Rus ilişkilerinin diplomatik ilişkilerinden söz edeceksek bu iş Mele Mustafa’yla başlıyor. İkincisi dönemin süper güçlerinden biri olan Sovyet Birliği, Kürtlerin sorunlarını merkezi düzeyde ele alıyor.
Sözüm ona kimi tarihçiler Mele Mustafa’nın Sovyetlerle ilişkilerini çarpıtarak, kimi özel operasyonlarda kullanılacak çetevari bir güç gibi yansıtıyorlar. Özellikle Bağırov gibi kimi yerel idarecilerin Kürtlerin askeri gücünden ve Peşmergelerin savaş yeteneklerinden yararlanmak istedikleri doğrudur. Ancak Mele Mustafa hiçbir zaman böyle bir ilişkiyi kabul etmiyor. Mele Mustafa her zaman şunu söylüyordu: “Ben ulusal bir liderim ve sizinle ilişkilerimizi ulusal çıkarlarımız doğrultusunda resmi antlaşmalar üzerinden yürütürüz.” Yani, Kürtlerin ulusal haklarının tanınması ya da desteklenmesi meselesinde Sovyetler Birliği’nin resmi bir metin imzalanmasını istiyordu. Mele Mustafa oradayken bir Kürt Konferansı düzenliyor. Bu konferansta tüm Kürtleri kapsayacak şekilde ulusal bir program sunuyor (Bu program için Mesud Barzani’nin “Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi” kitabına bakılabilir).
Bugüne baktığımızda, Mele Mustafa Barzani’nin sürdürdüğü mücadelenin Kürt-Rus ilişkilerine ne gibi katkıları oldu?
Mele Mustafa Sovyetlerden ayrıldıktan sonrada Irak’la ilişkilerinde bir arabulucu olarak Sovyet yetkililerle kontağını sürdürdü. Ayrıca Rusya, Sovyetler döneminde Mele Mustafa üzerinden Kürtlerle geliştirdiği ilişkiler sayesinde, kendi dışındaki Kürtleri daha yakından tanıma imkânı buldu.
Son yıllarda Kürtlerin Rusya’yla teması daha çok Rojava üzerinden gerçekleşiyor sanırım. PYD’nin Moskova’da temsilcilikler açması, geçtiğimiz yıl ENKS’nin Rus yetkililerle yaptıkları görüşmeler ve Rusya’nın Rojava siyaseti… Kürt-Rus ilişkilerini bugün için nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rusya’nın Rojava ile olan ilişkilerini esas olarak Esad üzerinden sürdürme gayreti olduğunu düşünüyorum. Tersi bir okumayla Esad’ın Rojava ile ilişkilerinin de aslında Rusya’nın tutumunu yansıttığını söylemek mümkün. Bununla birlikte doğrudan temasların olduğunu Rus ve Kürt basınından okuyoruz. Rusya’da PYD temsilciğinin açılması o dönem medya tarafından politik sebeplerle fazlaca abartılan bir konuydu. Suriye’de o dönem Türkiye ve Rusya’nın karşıt kamplarda yer alması sebebiyle, Sur, Cizre ve Nusaybin olayları bazı Rus televizyonları tarafından çok uzun bir süre boyunca tartışıldı, programlar yapıldı, Türkiye’deki kimi medya kuruluşları da PYD temsilciği üzerinden bir nevi rövanş almaya çalıştı.
Suriye söz konusu olduğunda şunu unutmamalıyız: Sovyetler Birliği çözüldüğünde Rusya’da Putin dönemine kadar ciddi bir ekonomik ve siyasi kriz söz konusuydu. Putin döneminde de bu kriz belli bir süre devam etti. Dolayısıyla Sovyetler döneminde Rusya’nın etkisi altında bulunan birçok bölge ABD ve Batı ülkelerinin etkisi altına girdi. Suriye, Rusya’nın Ortadoğu’daki son tutunma noktasıdır. Dolayısıyla Esad ve Suriye’nin Rusya için önemi, Ortadoğu’daki fiziki varlığının korunup korunmayacağı meselesidir.
Öte yandan Rusya Kürtlerin ulusal demokratik haklarının tanınması konusuna açıktan bir karşıtlık içinde olmadığını söyleyebiliriz. Bunun bir nedeni de Suriye meselesinin bir an önce çözülmesini istemesidir. Zira Suriye meselesi Rusya açısından ekonomik, askeri ve siyasal olarak bir yük. Rusya’nın içinde bulunduğu ekonomik durum, Kırım, Ukrayna gibi meselelerde göz önünde bulundurulunca Rusya’nın bu yükü ne kadar taşıyabileceği tartışmalıdır.
Son olarak, Rusya, Kürdistan Bölgesi’yle olan ilişkilerine nasıl bakıyor?
Rusya’nın Güney Kürdistan’la görece istikrarlı ekonomik ve diplomatik ilişkiler kurduğunu görüyoruz. Rusya, Güney’deki referandum tartışmaları sürecinde çalışmalarını gözle görülür bir biçimde yoğunlaştırmıştı. Güney’in bağımsızlaşması durumunda ekonomik ve siyasal olarak rol oynamak için hazırlık yapılıyordu. Ekonomi, diplomasi gibi alanlarda ihtiyaç duyacağı kadroları yetiştirmek için Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte ortadan kalkan akademik ve kültürel birçok kurumun yerine yenileri oluşturulmaya çalışıldı. Üniversitelerde Kürdoloji çalışmalarının müfredata girmesi, bölüm açılması gibi faaliyetleri bu bağlamda değerlendirebiliriz. Fakat referandum sonrasında yaşanan gelişmeler neticesinde bu faaliyetlerin belirgin bir biçimde durağanlaştığını görüyoruz. Gazprom’un birkaç yıldır bölgedeki faaliyetlerini de bu ilişkinin başka bir ayağı olarak değerlendirebiliriz.
Yazının devamı için tıklayın