Al Monitor\'da deneyimli gazeteci Amberin Zaman imzasıyla yayınlanan \"Arap aşiretleri rejimle anlaşırken Suriyeli Kürtler giderek yalnızlaşıyor\" başlıklı haberde daha düne kadar Demokratik Suriye Güçleri\'nin (DSG) ile birlikte IŞİD\'e karşı savaşan Arap aşiretlerinden bir çoğunun IŞİD savaşı biter bitmez Esad ile anlaşmanın yollarını aradıkları dile getirildi.
Bölgedeki arap aşiret liderlerinin, Donald Trump\'ın çekilme kararı vermesinin ardından, Şam rejimiyle görüşmelerini hızlandırdıkları dile getirilen haberde, son aylarda DSG kontrolündeki bölgelerde yaşayıp Esad rejimiyle temas kuran ve münferit anlaşmalar yapan Arap aşiret reislerinin sayısının arttığı vurgulandı.
Şeyhler arasındaki bu eğilimin, ABD destekli DSG’yle ortaklık eden yerel unsurların idaresindeki Arap ağırlıklı Menbiç kasabasında somut şekilde hissedildiğine dikkat çekilen haberde, Menbiç\'in önde gelen Arap aşiret liderlerinin Rusya ile Suriye Arap Ordusu’nun kasım ayında YPG’ye karşı olası bir Türk harekâtının önünü kesmek için Menbiç yakınlarına gelmesiyle rejim kontrolündeki bölgelere göç ettiği belirtildi ve sadece Arapların değil Kürtlerin de nabız yokladıkları vurgulandı.
Trump\'ın çelişkili politik yaklaşımı neticesinde ABD’nin kararlılığına ilişkin tereddütler büyüdüğü ve buna bağlı olarak bazı Arapların, Kürtlerle bağları sürdürmenin faydasını sorgulamaya başladığı dile getirilen haberde, bunun doğal bir sonucu olarak Suriye rejimi, Türkiye, İran ve Rusya\'nın bu tereddütlerden yararlanarak ortaya çıkan çatlakları derinleştirmeye çalıştığı vurgulandı.
Cihatçıları püskürterek stratejik Tabka barajını ve Rimelan ile Haseke’deki petrol sahalarını kontrolüne katan ve belki de ABD korumasından en çok yararlanan taraf olan Kürtlerin şimdi zor durumda olduğu belirtilen haberde, özerk yönetimin üst düzey yöneticilerden Fevziye Yusuf\'un,“ABD rejimle görüşmemizi istemiyor ama bu arada bize ileriye dönük alternatif bir plan da önermiyor, bizimle siyasi bir angajmana girmek istemiyor. Bize ‘hadi yüzün’ diyorlar ama havuz boş.” şeklindeki sitemlerine yer veriliyor.
Ne var ki rejim de Kürtlere karşı alicenap bir havada değil. Rejim güçleri Rusların ve İran destekli milislerin desteğiyle isyancı bölgelerinde adım adım kontrolü sağlarken Esad savaşı kazandığını düşünüyor ve Kürtlerin sunduğu yol haritasını kabul etmiyor. Yol haritası, Kürtlerin kontrolünde olan üç kantonda Kürtlerin özyönetime sahip olmasını ve DSG güvenlik yapısının korunmasını içeriyor. DSG’nin başında bulunan Kürt komutan Mazlum Kobane Al-Monitor’a geçtiğimiz günlerde verdiği mülakatta bu unsurları kırmızı çizgi olarak tanımlamıştı. Ancak Yusuf, “Rejim bize hiçbir şey vermiyor” dedi.
YPG’nin siyasi kolu Demokratik Birlik Partisi (PYD) Arapları yanında tutmak amacıyla Arap liderlerle halk toplantıları düzenliyor. Araplarla diyalogdan sorumlu olan PYD Sözcüsü Salih Müslim, Arapları ve Kürtleri bir araya getiren şubattaki bir toplantıyı kastederek şöyle konuştu: “Onlara, oğullarımızın ve kızlarımızın kanlarının, şehitlerimizin kanlarının birbirine karıştığını ve bizi artık kimsenin ayıramayacağını söyledim. Ağlayanlar oldu.”
Öte yandan YPG tarafından gerçekleştirildiği söylenen ve binlerce kadını savaş alanına çeken feminist devrimin Arap kadınları da etkilediği tezi abartılı görünüyor. Bazı Arap kadınlar cepheye katıldı. Ancak PYD’nin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Kamışlı’da düzenlediği mitinge katılan Arap kadınların pek çoğu erkek akrabalarının refakâtindeydi. Kutlamaya Tel Brak’tan iki kızıyla beraber gelen Arap kökenli El Ahmed El Hüseyin, “Biz bu işlerin yenisiyiz” dedi ve kızlarının kadın bir muhabirle konuşmasına izin vermedi. Bunun etkinliğin ruhuyla ne derece bağdaştığını sorduğumuzda da “Bu bölgenin zihniyetini, düşünce yapısını değiştirmek çok zor” yanıtını verdi.
Gerçekten de Türk sınırına yakın Tel Abyad ve Menbiç gibi karışık nüfuslu kasabalarda Arap-Kürt dayanışması yeni oluşmuş bir ideolojik yakınlıktan ziyade Türkiye’ye karşı ortak husumetten kaynaklanıyor.
Menbiç’teki ortak korku, ABD güçlerinin çekilmesi hâlinde Türk askerlerinin bölgeye girmesi ve şu an Türk ordusunun kontrolündeki bölgelerde olduğu gibi kuralsızlık ve cezasızlığın baş göstermesi.
Bölgede daha yaşlı liderler yeniden rejimin yanında yer almaya hazır, genç olanlar ise rejimin dönüşüne şiddetle karşı çıkıyor. Bazıları İslam Devleti’ne sempati duymaya devam ediyor ve yeniden Kürtlere karşı tavır alabilir. Bir başka kesim ise Amerikalılar ve DSG’yle çalışmayı sürdürmek istiyor. Ancak hiçbiri Amerikalıların kalacağına güven duymuyor.
Ne var ki Ruslar da Dera\'da görüldüğü gibi rejim kontrolüne dönen bölgelerde rejimin acımasız, baskıcı reflekslerini dizginleme yönündeki sözlerini yerine getirmekte zorlanıyorlar. Dera’da 2011’deki ayaklanmanın ilk günlerinde yıkılan Hafız Esad heykelinin bulunduğu noktaya hükümetin yeniden bronz bir Hafız Esad heykeli dikmesi, yüzlerce kişiyi sokaklara döktü.
Yine de dış dünya, rejim kontrolüne dönen bölgelerin pek çoğundan büyük ölçüde habersiz. DSG kontrolündeki bölgelerin ötesine gidebilen Batılı gazeteciler fazla değil. Kimliğinin saklı kalması kaydıyla konuşan Batılı bir diplomat, “Suriye Arap Ordusu’nda Sünnilerin büyük bir çoğunlukla rejimin yanında kaldığı gerçeği ortada. Rejim kurtuldu” dedi.
Fransa’nın Lyon II Üniversitesi’nde akademisyen ve Suriye konusunda saygın bir uzman olan Fabrice Balanche, Esad’ın İran’ın teşvikiyle inatçı bir tutum izlediği ve Ruslarla arasının giderek açıldığı iddiasına kesinlikle katılmıyor. Al-Monitor’un sorularını yanıtlayan Balanche, “Bunlar Washington’daki düşünce kuruluşlarının hüsnükuruntusu. Suriye’de Rusya ile İran arasında herhangi bir sürtüşme yok” dedi. Balanche’a göre Kürtler ABD’yle ittifaklarını sürdürürlerse “Türkiye onlara bir kez daha saldırır, Ruslar da buna göz yumar.”
Şammar aşiretinin reisine göre tüm bunlar, Kürtlerin kaybedecek vakitlerinin olmadığı anlamına geliyor. “Kürt kardeşlerim bu kadar inatçı olmayı bırakmalı. Önce kendi aralarında, sonra da rejimle barışmaları lazım” diyen Hadi, diğer alternatifin “büyük ve çok daha tehlikeli bir bilinmezlik” olduğu uyarısında bulundu. Kürtlerin federalizm talebine gelince Hadi şöyle konuştu: “Hepimiz Suriyeliyiz, hepimizin hakları var. Ben 1980’den beri ademi merkeziyetçiliği savunuyorum. Ancak idari taksim etnisiteye dayanırsa bu, yeni savaşlara yol açar. Buna ihtiyacımız yok.” Asıl büyük soru ise PKK’nın nasıl bir karar vereceği. Hadi bir evrak çantasına işaret ederek, “YPG ve PYD PKK’nın onayı olmadan şunu bile yerinden alamaz. Ne yazık ki PKK ve rejim zihniyetlerini değiştiremez, onlar aynı okulun öğrencisi” dedi.
Amberin Zaman\'ın Al Monitor\'da yayınlanan yazısının tümünü okumak için lütfen tıklayın.