Türkiye ile sorunların çözümüne ilişkin dolaylı görüşmelerin devam ettiğini, ancak henüz nihai bir sonuca varılmadığını belirten Suriye Demokratik Güçleri (DSG) Genel Komutanı Mazlum Ebdî, Kuzey ve Doğu Suriye sınırında sadece bir alanın tüm sınır hattının varılacak anlaşma kapsamına alınması gerektiğini, kaydetti.
ANHA'da yer alan habere göre, DSG Genel Komutanı Mazlum Ebdî, DSG ile Türkiye arasında dolaylı görüşmelerin devam ettiğine bir kez daha dikkat çekerek, ABD ile Türkiye arasında yapılan görüşmelere kendi önerilerini bir proje dahilinde sunduklarını ve Türkiye'nin de kendi önerilerini bu görüşmelere sunduklarını, ancak halen nihai bir anlaşmanın sağlanmadığını belirti.
Sınır hattına ilişkin taraflara sundukları projenin Kuzey ve Doğu Suriye sınırının tamamını kapsadığına da dikkat çeken Ebdî, oluşturulacak bölgenin uzunluğu ve derinliğine ilişkin ise “Fırat ve Dicle suları arasında olacak bu bölgenin derinliği 5 km olacak. Girê Spî ile Serêkaniyê arasındaki bazı yerlerde bu derinlik 9 km’yi bulacak. Küçük bir alanda ise bu mesafe 14 km’ye ulaşacak” dedi.
Ebdî, Türkiye ile varılacak bir anlaşmanın hem Suriye’deki sorunların çözümüne hem de IŞİD’in tümden tasfiyesine çok olumlu bir katkı sunacağını, aksi durumda ise IŞİD’in tüm dünya için eskisinden daha büyük bir tehlike olacağının altını çizdi. Ebdî, Türkiye ile aralarında varılacak olası bir anlaşmanın Suriye rejiminin de elini güçlendireceğini, Suriye genelinde yaşanan krizin çözülmesine büyük olanak sağlayacağını belirterek, ancak rejimin gelişmeleri doğru okuyamadığını, bunun için de bu görüşmelere tepki gösterdiğini, belirti.
Ebdî, bölge halkına da yaptığı çağrıda, Türkiye'nin bölgeye dönük tehditlerinin son bulmadığını belirterek bunun için her yerde mücadeleyi büyütmelerini istedi.
DSG Komutanı güvenli bölge konusunda değerlendirmelerini şu şekilde sürdürdü:
Herkes de biliyor ki Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye sınır hattında Türk devletiyle sınır güvenliği konusunda yaşanan bir sorun var. Zaten konu bununla bağlantılı gündeme geliyor. Kimileri bu sorunun giderilmesi için oluşturulması tartışılan bölgeyi “güvenli bölge” olarak tanımlıyor. Böyle de tanımlanabilir. Başka bir şey de denilebilir. Ama esas olan özü, içeriğidir. Bu da sınır güvenliğidir.
ABD ile Türk heyeti arasında 3 gün süren bir toplantı gerçekleşti. Bu toplantıya siz DSG olarak görüşlerinizi ilettiniz mi? Sizin işin bir tarafı olarak bu toplantıda görüşlerinizde masaya konuldu mu?
Bu uzun bir süreci kapsıyor. ABD daha yılın başında bölgeden çıkma kararını açıklayınca, Türk devleti hemen bölgeyi tehdit etmeye başladı. Onun için böyle bir bölgenin oluşturulmasını biz istedik. Çünkü çok iyi biliyoruz ki, Rojava-Kuzey Suriye’den Türk devletine dönük bir tehlike yoktur. Hatta Türk devletinin Kuzey ve Doğu Suriye bölgesine bahane yaratacak hiçbir gerekçe de yoktur. Onun için de biz ABD’ye bizimle Türk devleti arasında arabuluculuk yapmalarını ve bu sorunu diyalog yoluyla çözmek istediğimizi ilettik. Bu süreç de o günden bugüne devam ediyor.
Bu süreç birçok aşamadan geçti. Birçok görüşme yapıldı, Türk devletinin tehditleri en üst düzeyde gelişti. Bu yetmedi sınıra askerlerini yığdı. Bu saldırı ihtimalini daha da yükseltti. Tabi saldırı ihtimali arttıkça arabuluculuk yapanların girişimleri de daha fazla artıyor. Zaten son yapılan görüşmeler de bizim bilgimiz dahilinde gerçekleşti.
Özcesi sizin görüşleriniz Ankara’da ABD ile Türk devleti arasında yapılan görüşmede tartışıldı değil mi?
Evet, öyledir. Zaten “güvenli bölge” gündeme ilk geldiğinde de biz DSG olarak kendi projemizi, önerilerimizi taraflara sunduk; bu bölgeden ne anladığımızı, yaklaşımımızın ne olduğunu. Hem Rojava’nın güvenliğinin hem de Türkiye sınırında güvenliğin nasıl sağlanacağına dair biz proje sahibiyiz, dediğim gibi bu projemizi ABD temsilcilerine de sunduk. İnanıyorum ki Türk tarafının da bu konuda bir görüşü mevcuttur. Zaten görüşmeler de bu iki görüş üzerinden gerçekleşiyor. Yılın başından beri bu projeler üzerinden görüşmeler gerçekleşiyor. Ancak Türk devleti şimdiye kadar sürekli olarak kendi taleplerinde ısrar etti ve bunları dayattı. Ama yine söylemek istiyorum. Bence bizim sunduğumuz proje son derece makul ve objektif bir projedir. Çünkü her iki tarafın da güvenliğini garantiye alıyor. Bunun için de bizim sunduğumuz güvenlik projesi uygulamada esas alınacak.
Şimdiye kadar Ankara’da gerçekleşen toplantıya dair basında birçok haber yer aldı. Birçok kişi yorum yaptı, bazen “alınan kararlar” şeklinde maddeler yayınlandı. Ancak resmi ağızlardan şimdiye kadar alınan kararlara dair bir açıklama gelmedi. Bölgenin kaç km’yi kapsayacağı, kimlerin bu bölgede yer alacağı, hava sahasının kapatılıp kapatılmayacağına dair birçok şey söylendi. Gerçekten bu toplantıda ne tür kararlar alındı, bizimle paylaşabilir misiniz?
Şimdi başta şunu belirtmek isterim. Burada esas olan görüşmelerin devam edecek olmasıdır. Bu sorunun çözülmesi için, ki bizim tarafımızdan sorun teşkil eden bir durum yok çünkü sürekli olarak saldırı ve savaş tehditlerinde bulunan Türk devletidir, önemli olan sorunların diyalog yoluyla çözülmesidir. Bizim savaştan hiçbir çıkarımız yok. Onun için daha ilk günden bu yana tutumumuz sorunların diyalog yoluyla çözülmesidir. Dolayısıyla bizim de endirekt içinde yer aldığımız bu görüşmelerin devam etmesidir.
Daha önce de dolaylı olarak Türk devletiyle görüştüğünüzü açıklamıştınız...
Evet yine söylüyorum. ABD şu an bizimle Türk devleti arasında arabuluculuk yapıyor. Sürekli olarak Türk devletinin görüşlerini getirip bizimle, bizim görüşlerimizi de götürüp Türk devletiyle paylaşıyorlar. Biz de onlar da kabul ettiğimiz ya da etmediğimiz hususları dile getiriyoruz.
Şimdi son görüşmede ortaya çıkan anlaşmayla bu görüşmelerin devam edeceği net olarak ortaya çıktı. Biz bir taraf olarak bunu olumlu bir adım olarak değerlendiriyoruz. Zaten bu toplantıda genel hatlarda bir görüşme ve uzlaşma ortaya çıkmış durumda. İçinde halen detaylar yer almıyor. Bu genel hatlar da basına yansımıştı ve biz de çözümün ortaya çıkması için bu çerçevenin olumlu olduğunu düşünüyoruz.
Son görüşmede Gire Spî ile Serêkaniyê arasını kapsayan bir “güvenli bölge” üzerinde uzlaşma sağlandığı, kimileri bu bölgenin derinliğinin 5 km, kimileri de 14 km olacağı şeklinde olacağını belirtiyor. Bu konuda net bir şey var mı?
Ben burada bizim önerdiğimiz projeyi sizinle paylaşmak istiyorum. Bizim önerdiğimiz proje Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan tüm bölgeyi kapsıyor. Biz sadece kısmi bölge için olmasını istemiyoruz. Zaten bunu da kabul etmedik. Eğer bir anlaşma sağlanacaksa tüm Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye bölgesi için geçerli olmalı.
Fırat ve Dicle suları arasında olacak bu bölgenin derinliği ise 5 km olacak. Girê Spî ile Serêkaniyê arasındaki bazı yerlerde bu derinlik 9 km’yi bulacak. Küçük bir alanda ise bu mesafe 14 km’ye ulaşacak.
14 km’ye ulaşacak olan alan neresi?
Bu bölge de yine Girê Spî ile Serêkaniyê arasında kalan ve bir derenin geçtiği bir yer. Bu dere sınır kabul edilecek. Zaten bu alan küçük bir alandır. Özcesi genel olarak 5 km olacak ancak belirtiğim yerlerde de 9 ve 14 km’ye kadar ulaşacak.
O zaman basında işlendiği gibi Gire Spî ile Serêkaniyê arasını kapsayacak şekilde bir “güvenli bölge” kararı alındığı şeklinde netleşmiş bir durum yoktur diyebilir miyiz?
Hayır, öyle bir karar yok. Ama şunu söyleyebiliriz, alınan kararın bu bölgeden başlatılması gibi bir talep var denilebilir. Ardından ise Kobanê, Qamişlo ve Dêrik bölgesi geliyor.
Neden tüm sınır hattında bu bölgenin oluşturulmasını istiyorsunuz? Bir de Türk devleti neden özellikle Girê Spî ve Serêkaniyê hattını istiyor?
Şimdi biz bir uzlaşma, anlaşma olacaksa genel olmasını istiyoruz. Sadece bir bölgeyi kapsamasını değil. Çünkü Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye bölgesi birdir. Bir yer ile diğer bir yer arasında fark yoktur. Doğrudur belki Girê Spî ve Serêkaniyê’de çoğunlukta Arap halkı bulunuyor. Ancak oralar da Suriye’nin birer parçalarıdır. Bu yerlerin Kobanê, Qamişlo ve Dêrik’ten herhangi bir farkları yoktur. Bir anlaşma olacaksa tüm Suriye için olmalı, bizim denetimimizdeki tüm alanlar için bu olmalı. Çünkü biz Suriye’nin bir parçasını ele almak istemiyoruz, bunu doğru da bulamıyoruz.
Ancak tüm bölgelerde anlaşmanın aynı anda uygulanması mümkün değil. Türk devleti belirtilen yerlerden başlatmak istiyor. Bizim açımızdan da nereden başlandığı o kadar sorun teşkil etmiyor. Önce oradan başlar, sonra Kobanê ve diğer bölgelerde anlaşma uygulanmaya başlar, bu da sorun oluşturacak bir durum değil.
Oluşturulan bu bölgelerde hangi güçler yer alacak? Koordinasyon hangi güç tarafından sağlanacak?
Anlaşma gereği biz güçlerimizi sınırdan 5 km geriye çekeceğiz. Bu bölgelerde mahalli güçler yer alacak. Mahalli güçler dediğim bu bölge insanlarının içinde yer aldığı yerel askeri meclisler tarafından güvenlik sağlanacak. Örneğin Kobanê’de bu bölgede yer alacaklar Kobanêliler, Qamişloda Qamişlolular, Dêrikte Dêrikliler bu sınır güvenliğinde yer alacak. Tabi bu güçler aynı zamanda koalisyon güçleriyle birlikte yer alacak ve ortaklaşa çalışmalarını yürütecekler. Zaten tüm kentlerin askeri meclisleri de şu anda mevcuttur ve bunlar güvenliği sağlayacaklar.
Üzerine anlaşmaya varılan bölgelerde Türk devletinin hava sahasını kullanmak istediği, kullanacağı yönlü tartışmalar da var. Yapılan görüşmeler sonucunda böyle bir karar çıktı mı?
Hayır, bu talep edildi, ancak kabul görmedi. Biz kabul etmedik bunu, kabul de etmeyeceğiz. Çünkü zaten buna ihtiyaç da yok. Zaten sizin “güvenli bölge” olarak tanımladığınız alanlar Türk devletinin keşif uçakları tarafından görülebiliyor. Ancak eğer bu keşif uçakları belirlenmiş olan bu bölgelerde uçuşlar yaparsa o bölgenin dışında kalan alanları da keşefedebilir ve bu riskli bir durum oluşturur.
Türk devlet yetkilileri, toplantı sonrası yaptıkları açıklamalarda söz konusu bölge içinde oluşturulacak bir koridordan Suriyeli mültecilerin gönderilerek bölgeye yerleştirileceği açıklamasını yaptılar. Bu yönlü üzerinde uzlaşılan bir durum var mı ve sizin bu konuya dair tutumunuz nedir?
Her şeyden önce şunu belirtmek isterim. Şimdi “barış koridoru” dedikleri şey Türk devletinin kendi tanımlamasıdır. Kendi MGK toplantılarında böyle bir tabir kullanmışlar. Kendilerine aittir bizim açımızdan resmiyeti olan bir tanımlama değildir. Ama bizim alanlarımız zaten hep barış alanı oldu. Öyle Türk devletinin söylediği gibi terör yeri değildir. Hatta Suriye’de en güvenli, en barışçıl denilebilecek bir bölgedir. Buranın halkının öyle bir tanımlamaya ihtiyacı yoktur.
Ancak şunu belirtmek isterim, ki biz daha önce de açıkladık, dedik ki, bu bölgeden olan ve şu anda dışarıda olan herkesin gelip topraklarına yerleşmesini istiyoruz. Biz kendimiz bunu istiyoruz, geri dönmeleri için yine çağrı yapıyorum. Sözünü ettiğim tabi Kuzey ve Doğu Suriye bölgesinden olanlardır. Ancak burada bir şartımız var; bu bölgeden olup da daha önce Nusra, DAİŞ ya da değişik çete grupları içinde yer alanlar, Arap halkına, Kürt halkına, bölgenin diğer halklarına zulüm uygulayanlar ve şimdi mahkemelerimiz tarafından arananlar da yargılanmak üzere dönebilirler. Tabi bunlar hukuki süreçler tamamlandıktan sonra ancak bu bölgede yaşayabilirler.
Türk devletiyle sınır üzerinden bir anlaşmaya varmanız Suriye’de süren krizin çözümüne nasıl bir katkı sunar?
Elbette çok büyük bir etki yapacaktır. Zaten onun için de Türk devletiyle bir anlaşmaya varmak istiyoruz. Şimdi dikkat edin Türk devletinin müdahalesinden kaynaklı Suriye’de birçok sorun yaşanıyor ve Türk devletinin varlığı sorunların çözümü önünde de engel teşkil ediyor. Onun için burada yaşanacak bir anlaşma sorunların çözümüne ön ayak olacaktır.
Örneğin bazı güçler hem Türk devletinin Suriye’deki varlığını hem de Suriye’ye dönük tehditlerini çözüm yönünde adım atmamanın gerekçesi yapıyorlar. O halde bir anlaşma durumunda bu tür gerekçeler de ortadan kalkmış olacaktır.
Kastettiğiniz güçler kimlerdir, kimi işaret etmek istiyorsunuz?
Örneğin Suriye rejiminin yaklaşımı böyledir. Biz baştan beri Suriye rejimiyle iletişim halindeyiz. Ama şimdiye kadar sorunun çözümüne dönük bir adım atmış değiller. Burada olumlu olan tek şey Suriye rejimiyle şimdiye kadar bir savaş durumu yaşamadık. Görüşmelerimiz hep oldu.
Bugün de bu görüşmeler devam ediyor mu?
İlk günden bugüne kadar vardı, şimdi de var, bundan sonra da olacaktır. Ne var ki, Suriye rejimi, başta Türk devleti olmak üzere bir takım etkenlerin bu bölgeyi zayıflatacağını umuyor. Onların hesabına göre Türk devleti bizim alanlarımıza saldıracak ve biz de daha zayıf bir konumda onlarla görüşmeler geçekleştireceğiz. Örneğin, Türk devletine karşı tedbir almaya çalışırken devrimin bir takım kazanımlarından vaz geçmek zorunda kalacağımızı hesaplıyor. Yine Derazor, Reqa, Tebqa, Minbic gibi Arap halkının yoğunlukta yaşadığı yerler var. Ki bu bölgelerde biz ve Arap halkı birlikte mücadele ettik, birlikte kan dökerek buraları özgürleştirdik. Şimdi işte Suriye rejiminin hesabına göre biz Türk devleti ile bir savaşa girersek o zaman kendisi rahatlıkla gelip bu kentlere girecek. Ama eğer biz bu tehlikeyi ortadan kaldırırsak? İşte o zaman Suriye rejimi artık realiteyi daha net görebilmeli. O zaman Kürt halkının haklarını vermeli, özerk bölgeyi tanımalı ve daha demokratik bir yaklaşımla tüm Suriye sorununun çözümüne yaklaşmalı.
Suriye rejimi Ankara toplantısından hemen sonra, böyle bir anlaşmayı kabul etmiyoruz, açıklamasını, sözünü ettiğiniz beklentileri için mi yaptı?
Bana göre Suriye rejimi süreci çok yanlış okuyor. Sonuçlarını da yanlış ele alıyor. Şimdi onlara göre bizimle Türk devleti arasında sorunun çözülmesi sanki kendilerinin bir daha bu bölgeye girişini imkansız kılacak. Bu doğru değil ve ben böyle de düşünmüyorum. Aksine biz Türk devletiyle bir uzlaşıya varır ve Suriye’nin bir kısmının işgal edilmesinin önüne geçebilirsek bu tüm Suriye için çok iyi bir şeydir. Onun için yanlış okuyor diyorum. Eğer biz güçlü olur sınırlarımızı korursak o zaman Suriye de güçlü olur. Dolayısıyla komşu devletlerle yapılan ve Suriye işgalini engelleyen anlaşmaları olumlu değerlendirmeli. Tabi burada halen bir sonuç elde edilmiş değil. Sadece eskiye oranla daha olumlu bir seyir var. Tabi bu da biz güçlü olduğumuzdan dolayı böyledir. Eğer bölge halkının, bizlerin tutumları, mücadeleleri, siyasi, diplomatik, askeri ve toplumsal anlamda güçlü olmazsa işgale karşı duramayız. Onun için mevcut durumu olumlu görmeli, çünkü bu durum onların da elini güçlendiriyor.
Şimdi görüşmeler devam ediyor dediniz. Yarın öbür gün bu görüşmeler olumlu sonuçlanırsa, bu sonuç Cerablus, Ezaz, Bab ve en önemlisi Efrîn’e nasıl bir etki yapar?
Ben şuna kesinlikle inanıyorum, eğer Kuzey ve Doğu Suriye’de bir anlaşma sağlanırsa, sizin sözünü ettiğiniz yerlerdeki başta da Efrîn’de işgalciliğin etkisi son derece zayıflayacaktır. O zaman işgalciliği tümden sonlandırmanın imkanı çok daha fazla ortaya çıkmış olacaktır. Onun için Türk devleti bu bölgelerdeki işgalini sürdürdüğü müddetçe sözünü ettiğimiz bir anlaşmayı da çabuk çabuk kabul etmeyecektir.
Şimdi yapılan tüm görüşmelere rağmen halen de Türk devlet yetkililerinin tehditleri devam ediyor. Görüşme halindeki bir tarafın bu tür açıklamaları sürdürmesi istenilen sonucun alınmasına nasıl etki eder sizce, bir de bu açıklamalarla ne yapılmak isteniyor, ne mesaj verilmeye çalışılıyor?
Tehdit, Türk devletinin güçlülüğünü değil, zayıflığını gösteriyor. İçte sorunlar yaşadıklarını biliyoruz. Sorunları sürekli dışarıdan görmek istediği de herkesçe malum. Kamuoyunun dikkatini dışa yöneltmek istiyor. Türk devletini tanıdığımız için şaşırmıyoruz, hatta tehditlerini daha da üst perdeye çekebilir. Ama dediğim gibi bu onların çok güçlü olduklarını göstermez.
Şimdi bir diğer önemli husus, daha önce de hem DSG olarak hem de Özerk Yönetim tarafından yapılan açıklamada, Türk devletinin saldırılarının sizin DAİŞ’e karşı mücadelenizi sekteye uğrattığı, aksine DAİŞ’in yeniden toparlanmasına hizmet ettiği belirtilmişti. Bir anlaşmanın sağlanması DAİŞ’le mücadelenize nasıl bir etki yapar?
Evet oldukça önemli bir husus. Belki bazıları ABD ve koalisyonun diğer güçleri neden bu meseleye dahil oluyor diye merak ediyordur. Çünkü herkes bu yönlü Türkiye’ye baskı uyguluyor. Türk devletinin olası müdahalesini engellemeye çalışıyorlar. Elbette bu güçlerin kendi çıkarları da var. Kendi çıkarları için de Türk devletine baskı uyguluyorlar.
DAİŞ sadece bizi etkilemiyor. Biz kendi açımızdan DAİŞ’i tasfiye ettik. Ancak, DAİŞ şu anda dünya açısından daha tehlikeli bir güç durumundadır. Özellikle batı (Avrupa ve ABD) için bu çok daha fazla geçerlidir. İntikam almak isteyecektir. DAİŞ askeri olarak yenildi, ancak örgütsel olarak halen varlığını koruyor. Eskiden daha tehlikelidir. Eskiden yeri belliydi. Ama şimdi gizli hücreler şeklinde her yerde bulunuyor ve her yerde saldırı gerçekleştirebiliyor. Şimdi dünya eskisinden daha fazla DAİŞ’ten korkuyor.
DAİŞ’in yeniden toparlanma tehlikesi devam ediyor. Fırat’ın batısında bazı yerler hala onların ellerinde, Irak’ta bazı yerlere Irak ordusu hala giremiyor. Bizim bölgemizde de DAİŞ yeniden toparlanmaya, bazı bölgeleri ele geçirmeye, büyük eylemler yapmaya çalışıyor. Bizim geliştirdiğimiz projeyi engellemek istiyor. Buna karşı da çok çetin bir mücadele yürüyor ve herkes de bunu görüyor.
Türk devletinin olası saldırıları kesinlikle bu bölgelerde DAİŞ’in yeniden güçlenmesine olanak sağlayacaktır. Yine elimizde bulunan yaklaşık 12 bin DAİŞ çetesini korumakla görevli en iyi savaşçılarımız olası bir savaş durumunda topraklarını, ailelerini savunmaya geçmek durumunda kalacak, bu da DAİŞ çetelerinin elde tutulmasını tehlikeye atacaktır. Bu durumda bunları hapishanelerde ne kadar tutabileceğiz? Yine aileleri var, bunları bir savaş durumunda ne yapacağız.
Özcesi Türk devletinin olası bir saldırısı DAİŞ’in güçlenmesine olanak sağlayacak ve bunun için de bazı devletler bizden daha fazla böyle bir saldırının önüne geçmek istiyor. Örneğin ABD’nin bizimle Türk devleti arasında bir uzlaşmanın sağlanmasındaki girişimlerinde bir etken de budur. Çünkü onlar da savaştan zarar göreceklerdir.
Sözünü ettiğiniz anlaşmanın sağlanması da DAİŞ’e karşı daha etkin bir mücadele yürütmenizi sağlayacaktır…
Evet kesinlikle. Koalisyon güçleriyle birlikte DAİŞ’e karşı etkin mücadele yürütmemiz için kuzey sınırlarımızın güvende olması gerekir.
Son olarak, tüm bu anlattıklarınızdan yola çıkarsak, sürecin hala devam ettiği, Türk devletiyle görüşmelerinizin hem olumlu hem de olumsuz bir sonuca gebe olduğu sonucunu çıkarmak mümkün mü?
Evet. Biz askeriz. Olaylara askeri açıdan bakıyoruz. Hala sınırlarımız üzerinde Türk askeri yığınağı var, binlerce tank top var. Türk devletinin saldırı tehlikesi tümden ortadan kalkmış değil. Türk devleti her gün tehditler savuruyor. Onun için hala ciddi bir savaş tehlikesi de mevcuttur.
Olumlu değerlendirilecek şey, görüşmelerin devam ediyor olmasıdır. Genel hatlarıyla bir uzlaşma sağlanmış durumda. Detaylar üzerinde tartışmalar devam ediyor. Bizimle Türk devleti arasındaki dolaylı görüşmeler sürecek. Onların bazı taleplerini biz kabul etmeyebiliriz, yine bizim bazı taleplerimizi onlar kabul etmeyebilir. Bu görüşmeler nereye varır, tıkanır mı, devam mı eder bilemiyoruz.
Onun için mücadeleye devam etmeliyiz. Bugün yürüyüşlerde, çadırlarda, sınırda mücadele eden halkımız kesinlikle mücadelesini daha da büyüterek devam ettirmelidir. Tüm dünyaya saldırı ve işgalciliğe karşı olduğumuzu ne kadar güçlü bir şekilde gösterebilirsek o kadar olumlu sonuç alırız. Bu, DSG olarak bizim için de büyük bir moral destek olur. Onun için halkımız her zamankinden daha fazla desteklerini sunmalıdır. Bu bizim mücadelemizde elimizi güçlendirecektir. Askeri olarak da nihai bir anlaşma sağlanmadığı sürece tedbirlerimizi büyüterek her türlü saldırıya karşı hazırlıklı olacağız.