Gazeteci Fehim Taştekin 'Nice koridorlardan geçeriz barıştan uzak!' başlığıyla kaleme aldığı yazısında "Türk-Amerikan müzakerelerinin tam orta yerinde Abdullah Öcalan’a açılan kanal, Kürtleri bir beklenti içine soktu. Ben bu işi bir haftada çözerim” diyen Öcalan’ın Kuzey Suriye’yi de içine alan bir çözüm önerisinde bulunduğu varsayımından hareketle önem kazanan sorular var. " diyor.
Taştekin'in gazete Duvar'da yer alan yazısı şöyle:
Türkiye ile ABD arasında Müşterek Harekât Merkezi’nin kurulma kararıyla Fırat’ın doğusuna tek taraflı müdahale bertaraf edilse de oluşan yeni zeminde taraflar patinaja erken başladı. Tampon pazarlıklarıyla ilgili son yazımda, üç maddelik mutabakattaki muğlaklıkların üç tarafa da manevra alanı bıraktığını vurgulayıp, “Kendi içinde Kürtlerle barışı tesis etmediği sürece Türkiye sınırların altındaki savaşı öyle ya da böyle canlı tutacaktır” demiştim. Oradan devam edelim.
Mutabakat birinci haftasını doldurmadan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “Ağustos, tarihimizde zaferler ayı olarak geçer. Bu ağustosta da tarihimizin zaferler halkasına bir yenisini daha ekleyeceğiz” diyerek suları köpürttü. Ardından Savunma Bakanı Hulusi Akar, “Koridorun derinliği 30-40 kilometre olmalı… B ve C planlarımız hazır, kendi faaliyetlerimiz de olacak” dedi.
Bunun üzerine Mezopotamya Ajansı, Ankara’daki toplantıda 5 kilometre derinlik, 100 kilometre genişlikte anlaşıldığını yazdı. Buna göre Tel Ebyad (Girê Spî) ile Ras el Ayn (Serekaniye) arasında 100 kilometre uzunluğunda ve 5 kilometre derinliğindeki alandan YPG çekilecek. Şehirlerin denetimi yerel askeri meclislere bırakılacak. Burada uluslararası koalisyonun denetiminde gözlem noktaları kurulacak. Ağır silahlar ise 20 kilometre aşağıya çekilecek. Şartları yerine getirirse Türkiye bu bölgede uçuş da yapabilecek.
Bunlar, Kürtlerin ABD aracılığıyla Türkiye’ye sunduğu öneriyle de üç aşağı beş yukarı örtüşüyor.
Başlangıçta koşulların net olmadığını ve bunların müzakere edileceğini belirtip detay vermekten kaçınan Kürt tarafının medya üzerinden sessizliğini bozması, Türkiye’nin tekrar 40 km’den bahsedip “Bir gece ansızın gelebiliriz” mottosuna dönmesi üzerine bir tutum beyanı ya da bir ön alma çabası olarak okunabilir. Ardından gelen açıklamalarda bu tutum biraz da sertlik kazandı: “Derinlik ve genişlik konusu netleşmiş değil. Ama 5 kilometrenin üzerinde olmayacak.”
Dün akşam ise Suriye Demokratik Güçleri Komutanı Mazlum Kobani, müzakerelerin tam olarak sonuca ulaşmadığını, Türkiye ile dolaylı görüşmelerin sürdüğünü, saldırıları önlemek için güvenli şeridi bütün sınır boyunca istediklerini söyledi.
***
Halbuki kulis bilgilerine göre, Ankara’daki toplantıda taraflar arasında yakınlaşma olmuş, mutabakat da bunun üzerine sağlanmıştı. Bu yakınlaşmayı mümkün kılan şey derinliğin genelde 5 kilometre olması, bunun belli yerlerde 14-15 kilometreyi bulmasıydı. 14-15 kilometre derinliğin öngörüldüğü yerler Arap yoğunluklu Tel Ebyad ve Ras el Ayn idi.
Ankara’da Türk basınına sızdırılan Amerikan önerisi de bu sonuca paralel şeyler içeriyor:
– İlk etapta 5 kilometre derinliğindeki alanda Türk ve ABD askerleri ortak devriye yürütecek. YPG bu banttan çekilecek. Kent merkezlerine Türk askeri giremeyecek. Yerleşimlerde denetim ABD ve yerel askeri meclislerde olacak.
– İkinci etapta bu alanın hemen altında 9 kilometrelik ikinci bir bant kurulacak. Bu alanda ağır silahlar çekilecek, YPG kalacak ve Türkiye olmayacak.
– Üçüncü etapta, ikinci alana 4 kilometre daha ilave yapılacak. İkincinin koşulları üçüncü için de geçerli. Toplamda güvenli bölge 18 kilometreyi bulacak.
***
Bütün bu detaylarla ilgili mutabakatta hiçbir şeyin zikredilmemesi, aslında muhataplardan hiçbirinin masayı dağıtmayı göze alamayıp, yarım bir mutabakatla zevahiri kurtarıp çetrefilli pek çok meseleyi sonraki müzakerelere bırakmış olmasından kaynaklanıyor. Bu şekilde oluşturulan muğlaklık bütün taraflara zaman kazandırıp kendi oyununu yeniden kurma imkânı veriyor.
Aynı zamanda bu muğlaklık, ABD’yi bölgenin sorunlarına daha fazla müdahil kılacak bir çetrefilleşmeyi beraberinde getiriyor. Her şeyden önce bu durum dünden daha fazla Suriye’nin kuzeyindeki fiili özerk yapılanmanın geleceğini Türkiye’nin ipoteği altına alıyor. Aynı etki sınırın üstü için de geçerli: İmralı tutanaklarından da malumumuz Ankara, Rojava’daki özerkliğin çökertilmesini, Kürtlerle çözüm sürecinin ön şartına dönüştürmüştü. Şimdi iki yakanın sorunu tamamen anahtar-kilit ilişkisini andırıyor.
***
Tam bu noktada güvenli bölgenin derinliğiyle ilgili tartışmaları anlamsızlaştırması muhtemel başka bir durum gelişiyor. Türk-Amerikan müzakerelerinin tam orta yerinde Abdullah Öcalan’a açılan kanal, Kürtleri bir beklenti içine soktu. “Ben bu işi bir haftada çözerim” diyen Öcalan’ın Kuzey Suriye’yi de içine alan bir çözüm önerisinde bulunduğu varsayımından hareketle şu sorular önem kazanıyor:
– Öcalan’ın mesajı Kandil’de nasıl ele alınıyor?
– Yeni bir çözüm inisiyatifi başlayacak mı?
– Birkaç kanaldan dillendirildiği gibi eylülde silah bırakma çağrısı yapılabilir mi?
– Bütün bunlardan Suriye’ye düşen nedir?
Fiilen teşekkül etmekte olan bir müşterek mekanizma var. Türkiye süreci kendi planına uygun yoğurmak için ağırlığını koyuyor. Buna karşı Kuzey Suriye’deki aktörler de karşı pozisyon belirliyor ama bir taraftan da bütün gözler İmralı-Kandil hattında hasıl olacak olası yeni pozisyonda. Hatta Öcalan’ın mesajıyla ilgili değerlendirmenin gecikmesi meselenin bu kez epey ciddi ve kapsamlı olduğu sonucuna götürüyor.
Eylülde silahlara veda gibi bir inisiyatifin, ülkenin bütün askeri-stratejik ağırlığını ortaya koymasına rağmen Amerikan koridorlarında sıkışan Ankara’nın da işine gelebilir. Sonuçta İmralı-Kandilli trafiği Ankara’nın bilgisi dahilinde işliyor.
Ankara’nın Amerikan cenderesinde olmasından kastım da birkaç unsurlu:
– Amerika fiili durumu kullanarak YPG’ye “Türkiye’ye karşı sizi korurum”, Türkiye’ye de “Güvenlik tehditlerini önlerim” diyerek iki tarafı da kendisine bağlıyor. Ankara, Fırat’a operasyon baskısını tırmandırarak kendi kendini bu tuzağa itti.
– ABD, 2017’den bu yana Kobani ve Menbic’te birkaç kez bayrak göstererek “Ben buradayken sınırı geçeyim deme” mesajı verdi ve Fırat’ın doğusuna müdahaleyi önledi. Şimdi Müşterek Harekât Merkezi için Urfa’ya mekân bakmaya gelen Amerikalı askerler sınırın bu yakasına da konuşlanmış olacak. Yani tek taraflı operasyonun önündeki fren mekanizması güçleniyor. “ABD’ye rağmen girelim, ne beşi 40 kilometre gidelim, ortalığı dağıtalım, mültecileri de buraya yığalım” diyen devletçi-ulusalcı ve muhafazakâr-hamasetçi kanatların feveranı bundan mütevellit.
– Tam bu sırada kimse de çıkıp sormuyor, ‘Ya sahanın öteki ağır kümesi Rusya, İran ve Suriye bu işe ne diyor’ diye. Cenderenin bir başka ayağını da burası oluşturuyor. (Yazının uzadığını görünce bu kısmı sonraya bıraktım:))
Sadede gelirsek; mutabakatta ne olduğundan bağımsız olarak Türkiye, Amerika ile kafa kafaya gelmeden sahaya daha fazla intikal etmeyi kolaylaştıracak fiili durumlar yaratmaya, Kürtler de ABD üzerinden müzakerede kalmaya dönük bir strateji izliyor.
Şimdilik görünen o.
Türkiye ne kadar zorlarsa zorlasın en nihayetinde ABD’nin açtığı koridor, Amerikan kodlarıyla işleyecektir. Rus koridoru da Rus kodlarıyla.
Bizim açımızdan sınırın iki tarafını da ilgilendiren net bir durum var; koridorlu ya da koridorsuz fark etmez, savaşın iki türlüsü de bölgeyi barışçıl bir evreye taşımayacaktır. O yüzden bu ülkenin ve bölgenin ihtiyacı olan güvenlik koridorları değil esaslı bir barıştır.