Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist Hüda Huseyni, “Uluslararası toplum, sayıları 40 milyonu geçen, bağımsız bir devlete sahip olmayı hak eden, dünyadaki en savunmasız toplumlardan biri olan Kürtlerin haklarını korumak için somut adımlar atmalıdır” ifadelerini kullandı.
Şarkul Avsat’taki köşe yazısında Kürtlerin komşu ülkelerden çok fazla zulme uğradığını belirten Hüda Huseyni, “İran’da Kürtler sadece Kürt oldukları için zulüm görüyorlar. İran’da infazlar inşaat vincinde sallandırarak gerçekleşiyor ve idam edilen kişinin bedeni tüm Kürtlerin görmesi için bir hafta boyunca vinçte asılı duruyor. 21’inci yüzyılda insanların hala ana dillerini öğrendikleri için suçlular gibi hapsedilmeleri çok şaşırtıcı. Ancak İran’da olan bu. Son olarak Zara Muhammedi, Kürtçe öğrettiği için 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı” dedi.
Hüda Huseyni\'nin yazısı şöyle:
İran’daki Kürtler hakkındaki belgesellerde, her aile kendi sıkıntı ve ıstırapla dolu tarihini anlatıyor. Onlar için idam rutin bir hale gelmiş. Her aile, erkek kardeşimi Halhali (devrim kasabı) idam ettirdi ya da kız kardeşim kaçırıldı veya kendisini bir daha göremedik gibi hikayeler anlatıyor. Bir aile çocuklarının 5’inin de öldürüldüğünü itiraf ediyor. En kötü insan hakları siciline sahip ülkelerden biri olmasının yanı sıra İran, nüfusuna oranla verdiği idam cezaları ve gerçekleştirdiği infazlarla dünyada ilk sırada yer alıyor.
Türkiye, İran, Irak ve Suriye’yi içeren bölge içinde yaşayan ve nüfusları yaklaşık 40 milyona ulaşan Kürtler, dil, din, kültür ve politika açısından çeşitlilik göstermektedir. Bununla birlikte birleştikleri bir nokta var, o da: Türkiye ve İran’da gördükleri baskı, dışlanma ve yaşadıkları acı deneyimler. Koronavirüs salgını da maruz kaldıkları baskı ve zulmü büyüttü, Kürtlerin hak ve özgürlüklerine yönelik çirkin ihlallere ışık tuttu.
Sayılarının 8 milyona ulaştığı İran İslam Cumhuriyetinde Kürtler, ülkedeki Fars çoğunluğa tanınan tüm haklardan hiçbir zaman yararlanamadılar. Teorik açıdan İran anayasası azınlıkların dillerinin ve haklarının korunmasını güvence altına alıyor. Ancak pratikte, nüfusun yarısını oluşturmalarına rağmen İran’da tüm azınlıklar çoğu zaman rejimin ayrımcı uygulamalarına ve acımasız muamelesine maruz kalıyorlar. Bu özellikle de Kürtler için geçerli. Zira İran, Kürtlerin ayrılıkçı duygulara sahip olduklarına ve rejime yeterince sadık olmadıklarına inanıyor. İran anayasasında, 2003’ten önce Türkiye, Irak ve Suriye’de olduğu gibi açıkça Kürtlere karşı olan ve haklarını yok sayan yasalar bulunmuyor. Dolayısıyla İran rejiminin Kürt nüfusa uyguladığı baskı, keyfidir ve yasadışıdır. Bu baskı son yıllarda daha da arttı. 2015 yılında İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun Fars kökenli bir mensubunun bir Kürt kadına tecavüz etmesi ve öldürmesi üzerine Mahabad şehrinde ayaklanma baş göstermişti. Tabi ki Kürtler çok öfkelenmiş ve protesto gösterileri düzenlemişlerdi. Bu gösteriler sırasında güvenlik güçleri, 6 göstericiyi öldürmüştü. Rejim de daha sonra gerçekleştirdiği yargılamalarda gösterileri destekleme suçu ile 84 Kürt hakkında idam cezası vermişti (İki hafta önce rejim, 2018 yılındaki gösterilere katıldıkları için 3 genci idam etti. Bu hafta içinde de 3 gencin infazını erteledi.)
Daha sonra, Kasım 2019’da patlak veren rejim karşıtı halk gösterilerinde de rejim güçleri orantısız bir şekilde Kürt göstericileri hedef aldı. Bazı raporlara göre, güvenlik güçlerinin baskı ve zulmün bitmesini talep eden göstericilere karşı sert müdahalesi sırasında öldürülen 1500 İranlının çoğunluğunu Kürtler oluşturuyordu. Kürtlerin gösterilere katılmalarının cezası, daha fazla baskıya maruz kalmak ya da öldürülmek. Buna ek olarak, Kürt mahkumlar da orantısız cezalara maruz kalıyorlar. Hengaw İnsan Hakları Örgütünün hazırladığı çalışmaya göre, 2018 yılında İran rejiminin gerçekleştirdiği infazların içinde İranlı Kürtlerin oranı yüzde 28’di. Kısaca, İranlı Kürtler o yıl tüm dünyadaki infazların yüzde 10\'unu oluşturdu.
Bütün bunlar göz önüne alındığında, İranlı Kürtlerin, koronavirüs salgınının en kötü yaşandığı ülkelerden biri olan İran’da en yüksek ölüm oranına sahip olmaları şaşırtıcı değildir. İran’ın Kürdistan eyaletinde koronavirüse bağlı ölüm oranları yüzde 12.62’ye ulaştı. Bu ülkedeki en yüksek ölüm oranı ve diğer İran eyaletlerinin yüzde 6.8 olan ölüm oranlarının neredeyse iki katıdır. Bu tutarsızlık kısmen İran\'da Kürt nüfusunun yoğun olduğu bölgelerdeki sağlık altyapısının kötü ve berbat durumundan kaynaklanıyor. Tahminlere göre, Kürt eyaletlerindeki hastanelerde her 100 bin kişiye ortalama 143 yatak düşüyor. Farsların çoğunlukta olduğu eyaletlerde ise bu oran 200’ün üzerine çıkıyor. Son olarak, Zara Muhammedi’nin hapis cezasına çarptırılmasından sonra sosyal medyada, içerideki ve dışarıdaki Kürtlerin katıldığı ve Kürtlerin haklarını kullanmalarına izin verilmesi çağrısında bulunan bir kampanya başlatıldı. Kampanyanın sloganı şuydu: “Dilimizi öğrenmek veya öğretmek, dünyanın tanımış olduğu ve kullanma hakkına sahip olduğumuz haklarımızdan biridir. Kürt öğretmen Zara Muhammedi’yi serbest bırakın!”
İran’ın ulusal güvenliğinin, çocuklara ana dillerini öğreten gönüllü bir öğretmen tarafından tehdit edildiğini söylemesi, halkının kanına dayanan rejimin faşist karakterini teyit etmektedir. Oysa rejim bu sayede yani halkının Şah rejimine karşı verdiği mücadele ve bu yolda döktüğü kanla kurulduğu için İran’ın, Kürtlere uyguladığı asimilasyonu durdurması ve onlara özerklik veya bağımsızlık tanıması onun için daha kolay olabilir.
Sayıları 15 milyona ulaşan yani nüfusun yaklaşık yüzde 20’sini oluşturan Türkiye’deki Kürtlere gelince, onlar da çeşitli şekillerde baskıya maruz kaldılar. Türkiye’de Kürtler, 1923\'te Türkiye Cumhuriyeti\'nin kuruluşundan itibaren kültürel ve siyasi haklarının resmi olarak tanınması için mücadele ettiler. Seksenli yıllarda durum o kadar kabul edilemez bir hale geldi ki bu yıllar, Türk devletine karşı silahlı bir ayaklanmaya liderlik eden PKK terör örgütünün kuruluşuna şahit oldu. Bu çatışma daha sonra 40 binden fazla kişinin hayatına mal oldu. Türkiye, bu yüzyılın başında AB’ye katılmak amacıyla Kürtlerin haklarını yok sayan yasalarının çoğunu yürürlükten kaldırsa da Cumhurbaşkanı Erdoğan o günden bu yana çok sayıda reformdan geri adım attı. HDP Başkanı Selahattin Demirtaş başta olmak üzere onlarca seçilmiş Kürt yetkili hapse atıldı. İki seçimde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rakibi olan Demirtaş, 2016 yılından bu yana cezaevinde bulunuyor. Anayasa Mahkemesi haziran ayında Demirtaş’ın uzun süreli tutukluluğunun bir hak ihlali olduğunu onaylamasına rağmen kendisi hala tutuklu bulunuyor. Kuşkusuz baskı ve hapsi içeren tüm bu girişimler birçok Kürdü, Erdoğan Türkiye’sinde gerçek siyasi katılımın mümkün olmadığına inanmaya sevk edecektir. Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Kürtlerin demokratik alanını daraltma stratejisi büyük olasılıkla onları PKK ve diğer silahlı örgütleri desteklemeye itecektir.
Koronavirüs salgını Türkiye’deki Kürtleri İran’da olduğu gibi orantısız bir şekilde etkilemedi. Ama Erdoğan, HDP üyelerine karşı yapılan baskılardan dikkatleri uzaklaştırmak için bu salgından yararlandı. Erdoğan\'ın bu partinin politikacılarını hedef alma konusunda kötü bir siyasi sicili bulunuyor. Partinin başkanı Demirtaş cezaevinde. Türkiye’de Kürtlerin çoğunlukta olduğu doğu bölgesinde çok sayıda HDP’li belediye başkanı (toplamda 69 olan belediyeden 45’inde) görevden alındı. Bu belediye başkanları 2019 yılındaki yerel seçimlerde seçilmişlerdi.
Asıl şaşırtıcı olan, uluslararası toplumun, Ankara ve Tahran\'ın Kürtlere uyguladığı baskı konusunda sessiz kalmasıdır. Kürtlerin gücü sınırlı ve BM içinde varlıklarını ve haklarını savunacak bağımsız bir yapıları ve temsilcileri bulunmuyor. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi dışında Kürtlerin kendilerine ait, ayrımcılığa ya da etnik baskıya maruz kalmadan güven içinde yaşayacakları siyasi bir oluşumları bulunmuyor. Bu nedenle, Türkiye ve İran, Kürt vatandaşlarına karşı haksız uygulamalara başvurduklarında ve onların haklarını ihmal ettiklerinde Batı’dan özellikle de Washington’dan kararlı ve güçlü bir kınama gelmelidir.
Washington, teröre karşı savaşta sahadaki askerleri olan ve bu nedenle ağır bir bedel ödeyen Suriyeli Kürtleri unutmamalıdır. Bilindiği gibi, ezilenler ve zulüm görenler için adaleti tesisi amaçlayan Magnitsky Yasası yürürlüğe girdi. Yine bilindiği gibi İngiltere, Çin’in Uygur Müslümanlarına yönelik baskıcı uygulamaları nedeniyle bu yasa kapsamından kendisine yaptırımlar uygulanması başvurusunda bulundu. Adaleti, değerleri, idealleri ve halkların kendi kaderini tayin etme hakkını savunmakla övünen Batılı ülkeler de Kürt azınlıklarına davranışları nedeniyle Türk ve İranlı yetkilileri, eylemlerinin sonuçları olacağı konusunda uyarmak için bu uluslararası yaptırımları kullanmalıdırlar. Kürtlere özgürlük ve güvence sağlamayan, çektikleri acılara mersiyeler düzen yazılar yazmak ve açıklamalar yapmak yerine haklarını korumak için yaptırımlara başvurmalıdırlar.
Uluslararası toplum, sayıları 40 milyonu geçen, bağımsız bir devlete sahip olmayı hak eden, dünyadaki en savunmasız toplumlardan biri olan Kürtlerin haklarını korumak için somut adımlar atmalıdır. İş işten geçtikten sonra “Beyaz öküzün öldüğü gün bizde öldük” dememek için bu, şarttır.