Mustafa Özçelik: PDK-PKK gerginliği üzerine

Birkaç aydır PKK ve PYD’nin başlatmış olduğu ve özellikle PDK’yi hedef alan sert propagandalar sonucunda ülkemizin Kuzey, Güney ve Güneybatı (Rojava) parçaları arasında bir gerginlik yaşanmaktadır. Bu durum karşısında ‘’kardeş kavgası’’ konusunda haf.

29.05.2014, Per - 13:36

Mustafa Özçelik: PDK-PKK gerginliği üzerine
Haberi Paylaş
Birkaç aydır PKK ve PYD’nin başlatmış olduğu ve özellikle PDK’yi hedef alan sert propagandalar sonucunda ülkemizin Kuzey, Güney ve Güneybatı (Rojava) parçaları arasında bir gerginlik yaşanmaktadır. Bu durum karşısında ‘’kardeş kavgası’’ konusunda hafızasında çok derin yaralar taşıyan Kürt ve Kürdistan toplumunun en geniş kesimlerinde bir kaygı, tedirginlik ve ‘’tekrar mı?’’ sorusu yaygınlaşmaya başlamaktadır.Yaygın bir deyiş vardır: Adama ‘’babanı öldürdüler’’ demişler. Adam da ‘’babamı öldüren yaya mıydı, atlı mıydı?’’ Muhtemelen adamın bu sorusunun,üzerinde durmayacağımız bir takım ‘’anlaşılır’’ nedenleri ve cevapları vardır . Fakat sonuçta ‘’babasının ölümü’’ artık geri getirilemez bir gerçekliktir.

Kürdistan Bölge Başkanı Sayın Mesut Barzani, YNK Kongresinde ‘’bügüne kadar kardeş kavgalarında şehadetine sebep olduğum tüm pêşmergelerden, ailelerinden ve Kürdistan halkından özür diliyorum. Bundan böyle hiçbir şey bana kardeş kanı döktüremez’’ demişti.

Elbette ki, PDK-YNK çatışmalarında binlerce insanımızın ölümüne sebebiyet veren bir çok faktör vardı. Ve her iki tarafın da bu konuda kendilerini ‘’haklı’’ gördükleri bir çok ‘’gerekçeleri’’ vardı. O dönemlerde de bu çatışmaların ‘’kardeş kavgası’’ olmadığına dair teoriler üreten, her iki taraftan da yüzlerce aydın, yazar, siyasetçi ve savaşçı vardı. Fakat sonuçta gelinen yer, ortak bir devleti birlikte inşaa etmeye çalışan bir PDK ve YNK gerçekliğidir.

Gelelim bugünkü gerginliğe. Ben kendi adıma bu tür durumlarda hep tarihsel ve toplumsal tecrübeyle hareket edip, doğruyu bu tecrübe doğrultusunda pratik bir siyasete dönüştürmeye çalışmanın doğru olduğuna inanırım. Gerçekleri savunurken, işin sonunda, siyasetin kirli dehlizlerinde ‘’fesad’’ durumuna da düşülmemelidir. Deyim yerindeyse, ‘’galeyana gelmeden’’, serin kanlı bir şekilde değerlendirmelerde bulunmak gerekir. Bugün yaşanan soruna da bu pencereden bakmaya çalışıyorum. Elbette ki, sorunları nasıl görüyorsak, nasıl değerlendiriyorsak, bizce doğru olan neyse söyleyeceğiz. Eleştirilerimizi dile getireceğiz. Ama hiçbir doğrumuz, hiç kimsenin haklılık ya da haksızlığı, diyalog ve görüşmeler yoluyla sorunların çözümü yerine düşmanlıkları körükleme zeminlerini derinleştirmemize yol açmamalıdır. Kardeş kavgalarına yol açabilecek hiçbir tutuma destek vermemeliyiz. Diyalog zeminini kim tahrip ediyorsa, onu eleştirmeliyiz.

Daha 8 ay öncesine kadar neredeyse her bakımdan mutabakat sağlanmış havası verilen bir ‘’Kürt Ulusal Kongresi’’ sürecini yaşadık. Sayın Mesud Barzani sağına sayın Sabri Ok’u, soluna KCK üst düzey yöneticisi sayın Ronahi Serhad’ı, Ronahi Serhad’ın yanına da sayın Nêçirvan Barzani’yi alarak Kongre hazırlık toplantısını başlatmıştı. Bu tabloyu oluşturan taraflar, birbirlerinin geçmişlerini de bugünlerini de, kimlerle nasıl bir ilişki içinde olduklarını da çok iyi biliyorlardı. Kongre hazırlıklarını ‘’Sayın Öcalan ve sayın Talabani adına başlatıyorum’’ diyen sayın Mesud Barzani, PKK ‘yi neredeyse Kuzeyin tek karar vereni olarak görüp, KESK, BARO vb. kurumlarla Kürt siyasal güçlerini aynı kefeye koyan PKK’nin tutumunu görmezden gelmişti. Açıkçası, KDP’nin son dönemlere kadar bile, PKK’ye diğer bir çok K.Kürdistanlı siyasal gruptan daha çok önem verdiğini söylesem ,bu bir abartılı yaklaşım olarak görülmemelidir. Dünden bugüne izlenen siyaset çizgisi izlendiğinde bu kanaatimi tescil edecek çok sayıda emare mevcuttur. Bunun analizi de ayrı bir değerlendirme konusudur. Ama, ben, yaşanan tüm bu gerçeklik ve hatta olumsuzluklara rağmen sayın Mesud Barzani’nin insiyatifiyle başlatılan ‘’ulusal kongre’’ girişimini olumlu buldum. Nedeni ve aktörleri ne olursa olsun, gerçek amacına uygun sonuçlar doğurup doğurmayacağı konusunda kuşkular, kaygılar bile olsa, Kürtler arası birliği pekiştirecek ve bazı tabuları kıracak sonuçlar doğurabilirdi. Bu bir girişimdi. Ve yerindeydi. Ne yazık ki bu girişim başarıya ulaşamadı, sürüncemede bırakıldı.

‘’Kürt Ulusal Kongresi’’ çalışmaları, PDK ve PKK’nin karşılıklı olarak birbirlerini kabul ederek birlikte başlattıkları bir süreçti. PKK, daha 8 ay öncesine kadar neredeyse ‘’Kürt Ulusal Kongresi’’ başkanlığını (PKK eşbaşkanlık önermişti) kabul ettiği Sayın Barzani’yi, bugün kabul edilemez bir üslubla, El Kaide ve Tayyib Erdoğan ile özdeşleştirip,’’hain ve işbirlikçi’’ diye itham ediyor. Bizler, başkalarının kendi çıkarları için yapmış oldukları ‘’iniş ve çıkış’’lara göre ‘’inip çıkmamalıyız’’. Kendi irademizle, kendi özgün siyasal çizgimizle sorunları değerlendirmeli, tutum almalıyız.

Gerek Kongre hazırlıklarının başlatılmasında olsun, gerekse sürüncemeye bırakılmasında olsun değişik kesimlerce bir çok şey söylendi, bir çok sebep dile getirildi. Bölge devletlerinin etkileri, planları, uluslararası güçlerin müdahaleleri, Suriye’deki belirsizliğin etkileri, delege sayısı, eşbaşkanlık sorunu vb. bir çok neden dile getirildi.

Rusya,Çin,İran,Maliki,Esad cephesine PKK,YNK ve Goran’ın da yakın olduğu;Türkiye,ABD,Avrupa,İsrail cephesine de PDK’nin yakın olduğu tesbitleri de, sürüncemeye bırakılan bu girişimi etkileyen faktörler olarak değişik kesimlerce dile getirildi.

Bütün bu faktörlerin her birinin değişik boyutlarda temel ya da tali etkenler olduğu açıktır. Ama, daha geniş bir analiz gerektiren bu faktörlere ve Kürt siyasi gruplarının Kürdistanı egemenliğinde bulunduran bölge devletleriyle olan ilişkilerinin yol açtığı sonuçlara bu yazı kapsamında değinmeyeceğim.

Bugün, yukarıda dile getirilen ulusal, bölgesel ve küresel faktörleri de göz önünde bulunduracak olursak, PKK-PDK gerginliğinde öne çıkan faktörün , Güneybatı Kürdistan (Rojava) gerçeği olduğunu görebiliriz. ’’Ulusal Kongre’’yi sürüncemede bırakan temel faktörlerden birinin de buradaki anlaşmazlıklar olduğunu düşünüyorum.

Hepimizin malumu olduğu üzere PKK ve PYD, Rojava’daki PYD dahil en geniş Kürt siyasal grup ve partilerinin oluşturdukları Hewlêr Mutabakatı ve ‘’Desteya Bilind a Kurd’’ ün prensiplerine göre davranmadılar; Rojava’da tek parti iktidarını diğer kesimlere dayattılar. Bu konuda mevcut Baas rejiminin manipülasyonlarının ve desteğinin de rolü olduğu aşikardır. Baas rejimi hala Rojava’daki varlığını korumaktadır. Hatta bir çok konuda PYD-YPG den destek aldığı-destek verdiği görülmektedir. Bu ilişkiler eğer ‘’Desteya Bilind a Kurd’’ün kontrolünde ve gerçekten de ulusal bir program dahilinde olsaydı, taktik bir durum olarak değerlendirilebilirdi. Ama, geçmişten bugüne kadar PKK’nin Baas rejimi ile olan ilişki boyutları ve Hewlêr Mutabakatının hiçe sayılması dikkate alındığında, tablo olumsuz bir hal almaktadır.

PYD-YPG nin Rojava’da ‘’Desteya Bilnd a Kurd ‘’(DBK) ü devre dışı bırakmasında Baas rejiminin önemli bir etkide bulunduğu açıktır. Bugün DBK‘yi devre dışı bırakan ve bir çok siyasi partinin çalışmalarını engelleyen PYD, Beşar Esad’ın Rojava’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin güvenliğini sağlıyor. Bu da yanlış politikaların vardığı boyutları gözler önüne seriyor.

Güney Kürdistan Hükümeti’nin Rojava sınırında açmış olduğu hendekler bugünkü gerginliğin önemli bir nedeni olarak yansıtılmaya çalışılıyor. Oysa sorunun en önemli boyutu, PYD’nin DBK’yi ve kendi imzaladığı Hewlêr Mutabakatını yok saymasıdır.

Durumu yakından gözleyen herkes bilir ki, G.Kürdistan Hükümeti,bir kaç yıldır güvenlik sebepleriyle Kerkük ve Hewlêr etrafında hendekler kazıyor. Ve bu hendeklerin terörist saldırılara ve Maliki’nin planlarına karşı büyük bir caydırıcılığa neden olduğunu da yaşam göstermiştir. Aynı hendeklerin Rojava sınırında kazılması kararı da bugüne ait değildir. Fakat, Suriye sınırında kontrolün neredeyse sağlanamaz seviyeye gelmesi, terörist faaliyetlerin artması , Maliki rejiminin o bölgeden Kürdistan’a tehditler oluşturması ve özellikle G.Kürdistan’da Konfederal Devlet tartışmalarının yoğunlaşmasından sonra, muhtemel her türlü tehdit ve saldırılara karşı, Güney ve Rojava sınırında hendeklerin kazılmasına hız verildi. Zaten devam eden bir faaliyet daha da yoğunlaştırıldı. Burada bilinmesi gereken önemli bir husus da, hendek kazılması kararının bizzat Kürdistan Hükümetinin bir kararı olduğudur. YNK de bu karara imza atmıştır. KDP’nin bu konuda tek sorumlu olarak hedef gösterilmesi doğru değildir. Bu kararı Türkiye ile ilişkilendirmek de, sorunun gerçek boyutlarını görmemizi engelleyen bir yanılsamadır. Türkiye’nin eğer bu konuda bir rolü var ise, o da Rojava ve Başur sınırının tüm Kürt düşmanı terör gruplarının geçiş ve tahrip alanı olarak kullanılmasını desteklemesidir. Zaten Rojava’da terör gruplarını halkımıza saldırtan devletlerin başında Türkiye’nin olduğu artık gizlenemez bir hal almıştır. Baas da,Türkiye de,İran da ,Maliki yönetimi de değişik görüntüler altında ve değişik yol ve yöntemlerle, Kürtlerin özgürlüğünü, devletleşmesini, refah ve gelişmesini engellemeye çalışıyorlar.

Bu anlamda, hendek meselesini daha çok , Güney Kürdistan’daki federal devletin kendisini savunma çalışmalarının bir parçası olarak görmek gerekir. Hendeklerin özellikle PYD ve PKK’ye karşı , hatta Rojava’daki halkımızı ablukaya almaya yönelik bir adım olduğu iddiası gerçekçi değildir. Elbette ki, DBK ‘yi ve Hewlêr Mutabakatı’nı yok sayan, tek başına Rojava’da bildiğini okumaya çalışan, G.Kürdistan Devletinin varlığına, kaide ve kurallarına saygı duymayan bir davranış gösterip, kendisini her türlü olumsuz davranışta serbest kılan PKK ve PYD’nin, bu Hendeklerle hareket alanının daralacağı açıktır. Ama, bugüne kadar Güney Kürdistan Hükümeti’nin ve PDK’nin ,PYD ve PKK’ye yapmış olduğu destekleri Salih Müslüm bile defalarca dile getirmiştir. G.Kürdistan ile Rojava arasında açık olan bir yasal sınır vardır. Bütün insani ihtiyaçlar buradan sağlanabilir. Ve eğer gerçekten de Rojava’da tüm ulusal demokratik güçlerin katılımıyla çok sesli, ortak bir irade, ortak bir yönetim oluşturulursa, totaliter rejimlerin türevleri Rojava’da tekrarlanmazsa, G.Kürdistan yönetiminin de, tüm dünya Kürtlerinin de desteğinin sağlanacağına inanıyorum. Elbette ki, hiçbir sebep Güney Kürdistan yönetiminin de Rojava’nın insani yaşamına zarar verecek bir tutuma yönelmesine ya da tahriklere kapılarak, oynanan oyunları görmeyen bir yaklaşımla, Kürtlerin birliğine, demokrasi ve parçalar arası empatiye zarar verecek tutumlara yönelmesine gerekçe olamaz. Böylesi bir tutumun vücut bulması durumunda elbette ki, hep birlikte tutum geliştirmeliyiz.

Bugün hendek meselesinin, abartılı bir şekilde, Kürtler arası ilişkileri zedeleyen, düşmanlıkları körükleyen bir boyuta getirilmeye çalışılması doğru bir tutum değildir. Bu konuda PKK ve PYD’nin hakarete dayalı söylem ve tutumları kaygı vericidir. Ama, bazı PDK-S yöneticileri ile kimi PDK taraftarı ve yazarların oynanmak istenen bu oyunu göremeyen ve ‘’yangına körükle giden’’ söylemleri de doğru değildir. Sayın Mesud Barzani’nin kendisine ve Kürdistan hükümetine yönelen bütün saldırgan söylem ve tutumlara karşı göstermiş olduğu sabırlı ve aklı selim yaklaşımı esas alınarak sorunlara çözüm aranmalıdır.

Bugün G.Kürdistan devletinin konfederalizm yolundaki yürüyüşüne kardeş kavgası yaratılarak darbe vurmak isteyen bir çok Kürt düşmanı ve bölge devleti vardır. Rojava’da demokratik, çoğulcu, katılımcı ulusal demokratik ortak bir yönetimin oluşturulmaması ve Rojava’da bu temelde halkımızın kendi kaderini özgürce belirlemesine engel olunması için kardeş kavgasını körüklemek isteyen bir çok güç olduğu açıktır.

Bütün bu oyunları boşa çıkarmanın ilk adımı, dört parçadan en geniş ulusal siyasal güçlerin katılımıyla ortak bir insiyatif geliştirmek ve bu sorunların çözümü için bir program oluşturmaktan geçer. Yapılan protestolara, saldırgan söylem ve tutumlara son verilmelidir. Rojava’da Hewlêr Mutabakatı mevcut koşullara göre yeniden güncellenmeli ve DBK esas alınarak ortak bir ulusal demokratik yönetim oluşturulmalıdır. Düşmanlıkları körükleyerek, yeni bir trajikomediye yol açmak isteyenlere yol verilmemelidir. Bu konuda yaşanan tüm tecrübelerden dersler çıkarılarak, 5 yıl sonra ‘’keşke olmasaydı’’ dememenin, Kürt ve Kürdistan düşmanlarının sevinç çığlıklarını kursaklarında bırakmanın yolu, Kürtler arası tüm sorunların diyalog ve görüşmeler yoluyla çözümünü esas almaktır. Bunun için de, en geniş Kürt ve Kürdistanlı kesimler ortak ve ciddi bir tutum geliştirmelidirler.

PKK yöneticileri her şeye rağmen sağduyuya, diyalog yoluyla sorunların çözüm yolunu seçmeye çağrılmalıdır. KDP ve G.Kürdistan Hükümeti de, yaratılmak istenen düşmanlıkların körüklenmesi girişimlerine, geçmiş tecrübeler ışığında Sayın Mesud Barzani’nin sürdüre geldiği şekilde, aklı-selim bir yaklaşımla bir tutumu geliştirmeye çağrılmalıdır. Sebebi ne olursa olsun, Kürtler arası kan davalarından, düşmanlıkların körüklenmesinden kaybedecek taraf yine Kürtler olacaktır.

Kürtler, tarihsel fırsatları yakalama şansına sahip oldukları bir süreçten geçmektedirler. Güney’de konfederal bir devlete yürüyen kardeşlerimizin gücüne güç katmak için, Rojava’da halkımızın ulusal birliğini sağlamış bir ortak yönetimle kendi kaderini özgürce tayin edebilmesinde gücüne güç katmak için, hepimizin iç barışa, dayanışmaya, birliğe, fedakarlığa ve kardeşlik bağlarını güçlendirmeye ihtiyacımız vardır. Bu aynı zamanda tarihsel ve ulusal bir görev olarak tüm Kürt ve Kürdistanlıların önünde durmaktadır.

* kurdinfo.com

Nerina Azad
Bu haber toplam: 11867 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:18:36:07
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x