Ömer Andiç: Kürtçe, Affeder mi?
Ev meywe eger ne abîdar e<br/>Kurmancî ye ew qeder li kar e <br/>(Bu meyve sulu olmasa bile<br/>Kürtçedir, o kadar yeter.
Ev meywe eger ne abîdar e
Kurmancî ye ew qeder li kar e
(Bu meyve sulu olmasa bile
Kürtçedir, o kadar yeter.)
(Ehmedê Xanî)
Zamanın birinde Çaldıran Lisesi kütüphanesinin raflarında küçük, ince bir kitap bulmuştum. Kitabı cebime koydum ve itiraf ediyorum: Çaldım.
Ben daha çok küçükken, şu an Qunûta denen eski Ayrancılar köyünde, evin önünde küçük taşlarla küçük evler yapıyordum. Köyde henüz televizyon yoktu. Kasetçalarlar vardı. Dış kapımız açıktı ve Şivan Perwer çalıyordu. Ablam da oturmuş benim mimarcılık oyunumu izliyordu. Derken köşede rütbeli bir asker göründü ve aynen şunları söyledi: Xwuşk a min vê stranê bigire, bila pê nehesin.
O anlar geldi aklıma kitabı görünce. Bunu kimsenin görmemesi gerektiğini düşündüm. Çünkü kitabın üstünde aynen şöyle yazıyordu:
KÜRMANCİ VE ZAZA TÜRKÇELERİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA (Yazar: Tuncer Gülensoy, Yayın yılı: 1983)
Çünkü Türkçe kendisiyle çelişmişti. Kendi lehçeleri olduğunu iddia ettiği dilleri yasaklamıştı.
80’li yıllarda Türkçenin lehçesi olarak kabul ettikleri Kurmancî (ve Zazakî)’nin ‘çetin’ araştırmalardan sonra aslında bir dil bile olmadığı ‘gerçeği’ne ulaşmışlardı. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu…
…
Öncelikle belirtmemde fayda var ki bu yazı Kürtçenin varlığını kanıtlama yazısı değil. Zaten Kürtçenin böyle bir kanıtlama gayretine ihtiyacı yok. Bu yazıda eleştiri odağında olan Türkler veya Türkçe de olmayacaktır. İsmi geçecek olan şahıslar olacaktır. Sanırım şu ayet şu an düşündüklerime tercüman olacaktır.
“Yine göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O\'nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için nice ibretler vardır. (Rum, 30/22) (Elmalılı Tefsiri) (âyet: açık alamet, işaret, ibret, mucize)
Oysa tarih dil savaşlarıyla doludur. En uzun dil savaşı da Müslümanların tarih boyunca Rum diye hitap ettiği Roma (Bizans) İmparatorluğu Kilisesi ile Roma kilisesi(Vatikan) arasındaki Yunanca-Latince savaşıdır. Avrupa hâlâ bu dil savaşının kalıntılarıyla uğraşmaktadır. Ve ayetten anlıyoruz ki dilleri inkâr etmek Allah’ın varlığının bir delilini inkâr etmektir.
Bu açıdan meseleye yaklaştığımız zaman Kürtçeyi inkâr etmenin İslami çerçeve dışında gerçekleşen bir durum olduğu sonucu karşımıza çıkmaktadır.
Açıkçası bugüne kadar tespit ettiğim veya tanık olduğum, Kürtçeye olan saldırıları teker teker buraya aktarmak isterdim ama yazı köşe yazısı olmaktan çıkar, bir kitap halini alır. Bu yüzden içlerinde en ironik olanlardan seçtiğim birkaç tanesini ele alacağım.
Kürtlerin dili var mı?
Bu başlık aynı zamanda bir edebiyat öğretmeni olan yazar Hüseyin Adıgüzel’e ait. Yine bu başlık altında “Tarihte hiç Kürt adı geçmiyor”, “Kürtçe diye bir dil var mı?”, “Kürt kimliği ve tarihi nasıl uyduruldu?” gibi alt başlıklarla kısaca şunları söylüyor:
“Kürt toplumu, tarihsel süreç içerisinde Kürt sözünü hiç kullanmadan aşiretler halinde yaşayan bir toplumdur.”
“Böyle bir dil eğer varsa, dilin varlığını kanıtlayan en önemli unsurlar olan gelişim çizgisi ve edebiyatı -romanı, hikâyesi, şiiri, makalesi, fıkrası, efsanesi, destanı nerede?
Kurallarını belirleyen -yazılı ve sözlü- grameri nerede?
Yazım kurallarını içeren yazım kılavuzu, sözcükleri gösteren sözlüğü nerede?
Tarih içindeki rolünü gösteren yazılı metinler nerede?”
“Kürtler, aşiretler halinde yaşarlar. Konargöçerdirler. \"Kürt\" sözünün de bu anlama geldiğini kaydetmiştik. Bu aşiretlerin sayısı, zannedersem, sadece Anadolu\'da büyüklü küçüklü bin civarındadır. İşin ilginç yönü, bu bin kadar aşiretin hapsinin kendilerinin konuştuğu ve anladığı bir dilleri vardır. Bir aşiretin dilini, diğer aşiret anlamaz ve konuşamaz.”
Hüseyin Adıgüzel bu söylemlerde bulunurken aslında Kürtçeyi yok sayan herkese de tercüman olmuş oluyor. Sözüm ona araştırmasının aslında bir ‘araştıramama’ olduğunu keşke idrak edebilseydi.
1. Eğer “Kürt” kelimesi bir uydurmaysa o zaman Kaşgarlı Mahmut da uyduruyordu. Çünkü Divan-ı Lügati’t Türk’teki haritada “Kürtlerin Devleti” manasına gelen Arz-ül Ekrad tamlaması geçiyor. Ekrad Arapçada Kurd sözcüğünün çoğuludur. Ve eğer ki bu uydurmaysa tüm Divan-ı Lügati’t Türk kapsamına şüpheyle yaklaşmak gerekir. İçinde başka uydurmalar da olabilir.
2. Bir dilin varlığını kanıtlamak için gelişim çizgisi incelenir ama bu çizgiye kesinlikle roman, hikâye, makale, fıkra vb. son dönem türler dâhil olamaz. O dilin konuşuluyor olması yeterlidir. Eğer bunları dâhil edersek o zaman “Türkçe Tanzimat dönemine kadar dil değildi.” yargısını kabul etmemiz gerekiyor. Tanzimat dönemine kadar Türkçe roman da, hikâye de, makale de, fıkra da yoktu. Kimse Kaşgarlı Mahmut’un Don Kişot’u yazdığını iddia etmedi. Evliya Çelebi köşe yazarlığı yapmıyordu. Gelişim çizgisindeki sanatçılarsa mesele, bu Ehmedê Xanî’yi, Feqîyê Teyran’ı, Nef’î’yi, Nabî’yi inkâr etmektir. Öyle ya Nef’î ve Nabî onlara göre Türk şairler. Ama Türkçe de yazdılar Kürtçe de yazdılar. Herhalde destan, efsane, masal olayına girmeme gerek yok.
3. Kuralları belirleyen -yazılı ve sözlü- gramer, imla kılavuzu vs. müsaade edilmiş olsaydı çoktan olmuştu. Gerçi o kadar müsaadesizliğe rağmen yine de var. Araştırma, araştıramama olunca elbette “yok!” diyecekler.
4. “Bir aşiretin dilini, diğer aşiret anlamaz ve konuşamaz.” demiş Adıgüzel. Öncelikle bu dil farklılığını coğrafyadan koparıp aşiretlere bağlamak uzmanlık alanı edebiyat olan bir mesleğe hakarettir. Öyle ya Ömer Seyfettin ile Ali Canip İstanbul Türkçesinin yazı dili olması için kendilerini hiç yormadılar, Anadolu’da herkes zaten İstanbul Türkçesi konuşuyordu. “Anadolu ağızları” diye bir tabir de zaten sonraları dış güçler tarafından uyduruldu.
Alın size ironiler silsilesi. Kaldırın İstanbul Türkçesini, o zaman bir Güneydoğulu ile Akdenizli ne derecede anlaşabilir? Veya Karadenizli ile Trakyalı?
…
Nisan 2013’te, hatırlarsanız Türkçe Etimoloji sözlüğünü de yazmış Ermeni yazar Sevan Nişanyan blogunda Türkçenin Kürtçeden aldığı kelimeleri yazmıştı. Bu kelimelerin 10’u geçmediğini, çoğunun argo kelimeler olduğunu söyleyen Nişanyan “Madem Kürtlerle Türkler bin seneden beri kimin eli kimin cebinde yaşamışlar, neden sözcük alışverişi bu kadar zayıf?” sorusuna cevap veriyordu yazısında.
Nişanyan’ın neden böyle bir iddiada bulunduğu bir yana dil savaşları gerçeğini göz ardı ettiğini söylemek yanlış olmaz. Öncelikle Türkçeye geçmiş Kürtçe kelimeleri tespit etmek için 11-19. yy’lar arasındaki tüm sürece iyice bakmak lazım. Belki daha da öncesine… Çünkü 1910 yılından itibaren Türkçe dışardan aldığı kelimelerden arındırılmaya çalışıldı. Bu tarihler Türkiye Cumhuriyet’inden önceki tarihler ve bu çalışmalar cumhuriyet döneminde de devam etti. İşin dikkat çekici yanı bu çalışmaların İttihat ve Terakki Cemiyeti’nce de desteklenmiş ve bu desteğin sürdürülmüş olması. Kısacası işin siyasi boyutu da vardı. Varın devamını siz değerlendirin.
İşin sözcük alışverişi boyutuna da birkaç örnekle değinmek lazım. İçerisinde bulundukları dil aileleri gereği bir sözcüğün Türkçe mi veya Kürtçe mi olduğunun anlaşılamaması gibi bir durum söz konusu bile olamaz. Türkçe eklemeli Kürtçe ise çekimli bir dildir. Bu durumda kelime türetmede muazzam farklar ortaya çıkmaktadır. Bu noktada Kürtçeden Türkçeye geçmiş birkaç sözcükten söz etmek istiyorum.
şivik – çubuk: Yöreden yöreye şovik, çovik, çobik gibi şekilleri de görülür. Sözcük –k sonekiyle küçültmeye uğramıştır. Aslı sopa anlamına kelen şiv/çov/çob söcüğüdür.
çarçove – çerçeve: çar(dört)-çob(sopa)-e(belirtme)
têger – teker: tê(içinde)-ger(dönüp dolaşmak)
gund – kent: Bir zamanlar TDK sözlüğünde bu sözcüğün İran kökenli bir dilden Türkçeye geçtiği ve bu dilin artık yeryüzünde konuşulmadığı(!) bilgisi yer almaktaydı. Fakat internet sitesinde aynı bilgi mevcut değil.
Bunlar arındırma süzgecine takılmayan son derece güncel sözcükler. Üstelik argo da değiller. Bunun gibi onlarca sözcük gösterebilirim. Ama yukarda bahsettiğim arındırma çalışması sonucu atılamayan birçok sözcük Kürtçe dememek için Farsçaya veya başka bir dile mal edilmiştir. Ve bu terane dönüp dolaşıp başka başka yazar(!)ların kaleminden tekrar tekrar kâğıtlara dökülüyor.
…
Alın size bir ironi daha: Halkbilimci Hakan Yılmaz Çebi…
Çebi, 2013 yılında yayımladığı “3. Dünya Savaşı” isimli “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.” kompleksli kitabının 201-202. sayfalarında “DİL’Lİ DİLSİZLER OLMAYALIM” başlığı altında Kürtçeye farklı bir soluk getiriyor. Ona göre Kürtçe, Ön Türkçe kökenden, Ön Türkçe söz yapma kurallarına göre türetilmiştir. Bunu kanıtlamak içinse şu kelimeleri örnek göstermiş (kitaptaki haliyle yazıyorum): baba-ba/bav, baldız-baltüz, bey-beg, ciğer-ceğer, beritil-beritil, bülbül-bılbıl. Bir de Kürtçe zamanla Türkçeden farklılaşmış Arapça ve Farsçanın tesirine girerek Türkçeye yabancılaşmıştır. Devamında ise bilindik teraneler…
Açıkçası sormak isterim. Yukarda geçen kelimelerden kaç tanesi Ön Türkçe söz yapma kuralına göre türetilmiş? Bunu geçtim, kaç tanesi Türkçe?
Emin olun cevap veremeyecektir. Kürtçe karşıtlarının hepsine bakın. Araştırın ve iyice bakın. Farkında olmadan birbirlerini yalanlayarak birbirlerine destek oluyorlar. Biri Kürtçenin falanca kelimeyi, Türkçe olduğunu kastederek, Göktürkçeden aldığını söyler, bir diğeri bu kastı anlamadan kelimenin Türkçeye şu veya bu dilden girdiğini söyler. Biri Kürtçe diye bir dil yoktur der, bir diğeri Ön Türkçeden geldiğini söyler. Ortaya çok karışık bir salata yapmışlar, yiyemiyorlar anlayacağınız.
…
Sözün özü, yok saymalar bitmez. Bir dili yok ederseniz, bir milleti yok edersiniz. Ama o dili yok edemezseniz, varlığını kabul edersiniz. Bunu yaparsanız yüzleşmeniz gerekir. Yüzleşmede bir taraf, af dileyen taraf olur. Affın muhatabı da millet değil dil olur, Kürtçe olur. Kürtçe affeder mi? Elbette affetmez. Bağışlar, ama Kürtçe bağışlar.
Tabi, Türkçe af dileyebilirse…
Ömer ANDİÇ
Nerina Azad
Bu haber toplam: 10055 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:16:47:40