Foreign Policy'de yer alan Chris Miller imzalı makalede, liranın değerini yazın başında olduğu gibi korumanın artık mümkün olmadığı vurgulanıyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, genel olarak ekonomi alanında bir yenilikçi olarak tanınmaz. Ancak kendisinin hükümeti, geçtiğimiz yıldan bu yana büyük bir ekonomi deneyi yürütüyor. Deney şöyle: Türkiye haddinden fazla harcama yaptığı gerçeğini ne kadar saklayabilecek? Normalde hükümetlerin vergi gelirinden daha fazla harcama yapması durumunda, arada oluşacak fark bütçe açığı olarak görülür. Hükümetler, bu açığı uluslararası piyasada işlem gören ve takibi kolay olan tahvilleri çıkarma yoluyla fonlar. Borç yükünün aşırı büyümesi ve borçlanma maliyetinin ani bir şekilde artması durumunda ülke, borç ödemelerde gecikir veya kurtarma paketi talep eder. Arjantin'de, Yunanistan'da ve Pakistan'da gördüğümüz üzere, bu tür bir kriz hoş değildir, ancak en azından dolambaçsız ve tanıdık bir durumdur.
Türkiye de gereğinden çok fazla harcama yaptı, ancak bunu maliyetleri kendi mali sistemi içerisinde gizleyerek gerçekleştirdi ve bu durumu işine aşırı bağlı mali dedektifler hariç herkesten sakladı. Genel olarak uluslararası tahviller tarafından fonlanan ülke borçları görece daha az görülür, ancak borcun tüm değeri az çok artış gösterir. Ülkede büyük borçlanmalar, ülkenin hem özel hem kamu bankaları tarafından gerçekleştirildi. Türkiye'nin başı da tam olarak burada belaya giriyor.
ABD Merkez Bankası, 2008 mali krizinden bu yana faizleri düşük tutarak, bu hamlenin ABD ekonomisinin yeniden canlanmasını sağlayacağını umdu. Bunun, dolar üzerinden borçlanmayı ABD'liler ve kredi arayan herkes için ucuz hale getirmek gibi bir yan etkisi oldu. Türk bankalar bunu değerlendirdi ve ucuz dolar üzerinden borçlanmalara başladı.
Böylece Türkiye'nin bankaları, sürüyle dolara sahip oldu. Bunlarla ne yapılacaktı? Öncelikle, düşük faiz oranları nedeniyle lira yerine doları tercih eden turizm, enerji, altyapı ve gayrimenkul sektörlerindeki Türk firmalara dolarla borç verdi. Altyapı ve gayrimenkul gibi sektörler, çoğunlukla Türklere satış yaptığından dolayı, gelirlerini Türk lirasıyla sağladılar. Ancak bu şirketlerin borç ödemeleri hâlâ dolar üzerindendi. Buradaki sorun, liranın dolar karşısında değer kaybetmesi durumunda, ki son yıllarda önemli bir ölçüde düştü, Türk firmalarının dolar borçlarını geri ödemelerinin daha da zorlaşmasıydı. Bu durum, bankacılık krizine yol açabilirdi.
Türk bankalarının yurt dışından borçlandığı dolarların tümü Türk şirketlere verilmemişti. Türkiyeli vatandaşlar, ev veya araba satın almak için dolar üzerinden değil, lira üzerinden borçlandılar. Bu nedenle Türkiye bankalarının borç vermek için liraya ihtiyacı vardı. Bankalar, biriktirdiği dolarları, Türkiye Merkez Bankası'nın belirlediği lira faizinin maliyetiyle, finans piyasasında liraya çevirdi. Bu, ülkenin bankacılık sistemini, çok derinlerde bulunan ikinci bir riske soktu: Faiz oranlarının artması durumunda, lira üzerinden borçlanma maliyeti aşırı yükselerek bankanın kârlarını düşürecekti.
Geçtiğimiz son aylara hızlı bir geçiş yapaılm. Covid-19, küresel ekonomiyi derinden sarstığında, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler büyük hasar gördü. Lira, yalnızca Mart ve Nisan aylarında yüzde 10 değer kaybetti. Lira düşünce, ithal edilen ürünlerin fiyatı arttı ve Türklerin yaşam standartları düştü. Bir geri tepmeden korkan Türk hükümeti, liranın daha fazla değer kaybetmesini durdurma kararı aldı. Hükümet, standart bir taktik uygulayarak, açık piyasada dolarları satarak lira satın aldı ve Türk lirasının değerini güçlendirdi. Bu numara, yazın büyük bir bölümünde işledi: Lira, Haziran ve Temmuz aylarında dolar karşısında 6,85 civarında sabit kaldı.
Ancak, kendi para biriminin değerini korumak için dolar rezervlerini satmak, ancak satabileceğin doların kaldığı sürece işe yarar.
Erdoğan, liranın değerini koruma konusunda ısrar ederken, hükümet, bu yıla olması gerekenden çok daha az rezervle başladı ve kısa süre içerisinde daha fazla harcama talebiyle karşı karşıya kaldı. Daha fazla dolar nerede bulunabilirdi? Türkiye bankaları bu noktada işin içine yeniden giriyor. Önceki yıllarda yurtdışından milyarlar borçlanan bankaların fazlalığı vardı. Böylece Türkiye Merkez Bankası, ülkenin kendi bankalarından da dolar borçlanmaya başladı. Merkez bankasının Türkiye bankalarına 54 milyar dolar, lira değil, borcu bulunuyor. Ancak Goldman Sachs'ın tahminlerine göre, merkez bankası, 2019'daki ek 40 milyarlık dolar harcamanın yanı sıra, bu yıl 65 milyar dolarla daha fazla harcama yaptı. Yani, Türkiye hükümetinin yayınladığı son verilere göre, merkez bankasının, altın ve Katar riyali fonlarını çıkardığımız zaman, 25 milyar dolar civarında açığı bulunuyor.
Ülkenizin merkez bankasının denge tablosunda büyük bir deliğin bulunmasını istemezsiniz, ancak bu Türkiye'nin yüzleştiği bir gerçek. Liranın değerini yazın başında olduğu gibi korumak artık mümkün değil. Liranın değeri şimdiden birkaç yüzde geriledi, daha büyük gerilemenin yaşanmasıysa an meselesi.
Erdoğan'ın seçenekleri neler? Önündeki yol risklerle dolu. Liranın değerinin düşmesi durumunda dolar borcu olan Türk şirketler bankaya borç ödeme konusunda zorluk yaşayacak. Lirada hızlı bir değer kaybı, Türkiye bankalarının iflas etmesine bile neden olabilir. Faiz oranlarının yükselmesi durumunda para birimi dengede durabilir, ancak ekonomi, koronavirüs krizini şiddetlendirerek ve Erdoğan'ın popülerliğini çökerterek daha derin bir resesyona sürüklenir. Her iki seçenek de tehlikeli. Ancak hiçbir şey yapmamak daha kötü: Lira halihazırda düşecek, ekonomiyse uzun ömürlü bir resesyona doğru yol alacak. Erdoğan'ın ekonomi deneyi, sürerken ilgi çekiciydi, sahte bir istikrar algısı veriyordu. Ancak ülkenin ekonomik sorunlarını bankacılık sisteminin derinlerinde saklamak, geçici bir örtbas etmeden başka bir şey değildi.