Mithat Sancar, Ayhan Bilgen’in ve Ümit Özdağ’ın iddiasına cevap verdi

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, tutuklu olan ve görevden alınan Kars Belediyesi Eş Başkanı Ayhan Bilgen'in partisine yönelik eleştirisine ilişkin, "HDP’nin İmralı ve Kandil’e göre pozisyon belirlediğini söylemek haksızlıktır. İktidar bunu, bizi ve siyasal ortamı terörize etmek için zaten yapıyor. İyi niyetli yaklaşımlarda bu kadar muğlak bir ifadenin problem yarattığı kanaatindeyim" açıklamasını yaptı.

26.10.2020, Pts - 11:48

 Mithat Sancar, Ayhan Bilgen’in ve Ümit Özdağ’ın iddiasına cevap verdi
Haberi Paylaş

İyi Parti İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ'ın 31 Mart’ta HDP ile partisinin örtülü ittifak yaptığı iddiasına yanıt veren Sancar, "Biz, kimseyle oturup pazarlık yapmadık. Belediye başkan adayı paylaşımı, belediye meclis üyeliği paylaşımı vb. üzerine konuşmadık. Bizim bir stratejimiz vardı. Bu stratejimize göre davrandık. Asıl diyalog tabanlarda oldu" dedi.

Muhalefete ilişkin değerlendirmede bulunan Sancar, parti tabanlarının siyasal çözüm konusunda parti yönetimlerinden daha ileride olduğunu belirterek, "Elimizde çok açık bir deneyim var; 31 Mart seçimleri... Eğer ortaya kabul edilebilir bir demokratikleşme hedefi ve bir siyasal diyalog perspektifi konuyorsa toplumsal tabanın buna hızla olumlu cevap verebileceğini gördük" ifadelerini kullandı. Mithat Sancar, Cumhuriyet'ten İpek Özbey'in sorularını şu şekilde yanıtladı:

Siyasette etekteki taşlar dökülüyor, erken seçime mi gidiyoruz?

Erken seçim tartışmalarının eksik bir zeminde yürütüldüğünü düşünüyorum. Bu konuda anayasal hükümler pek fazla dikkate alınmıyor. Erken seçim kararı sadece iki şekilde verilebiliyor: Biri, cumhurbaşkanının Meclis’i feshetmesi ve kendi görev süresini sona erdirmesidir; bunun için herhangi bir gerekçeye de ihtiyacı yok. Diğeri, Meclis’in erken seçim kararı alması. Bunun içinse beşte üç çoğunluğa, yani 360 oya ihtiyaç var. Hem iktidar blokunun, hem de muhalefetin bu çoğunluğa ulaşması mümkün değil. Şu anda bir erken seçim işareti görmüyorum. Ayrıca tüm bu tartışmaların içinde önemli bir nokta daha var…

Cumhurbaşkanının görev süresi...

Evet, doğru. Burada da iki konu önemli: Erdoğan’ın yeniden aday olup olamayacağı ve iktidarın seçim kanunlarında değişiklik yapıp yapmayacağı... Bu da epeyce bir süredir gündemde.

18 yılda iktidar seçim kanunu ve siyasi partiler kanununda 220 değişiklik yapmış. Bu kez neyi hedefliyor?

Doğrusu tek amacı var; kendisine avantaj sağlayacak düzenlemeler yapmak. Taraflı/tarafsız, iktidara yakın/uzak bütün anket şirketlerinden çıkan ortak sonuç, iktidar blokunun oy kaybettiği yönünde. Bir iktidar bloku şayet oy kaybediyorsa çeşitli yöntemlerle bunu durdurmaya veya tersine çevirmeye çalışır. Eğer kendisinden uzaklaşan seçmeni ikna edecek bir yöntem bulamıyorsa, o zaman seçim mühendisliği gibi bir yöntemi tercih eder. Mesela iktidar, seçim sisteminde değişiklik yaparak oyu düşmesine rağmen mevcut sandalye sayısını korumayı ya da artırmayı hedefleyebilir. Türkiye bunu geçmişte de sıkça yaşadı.

CHP’de Muharrem İnce’nin, İYİ Parti’de Aytun Çıray ile Ümit Özdağ’ın ve HDP’de Ayhan Bilgen’in çıkışları zamanlama açısından manidar bulundu. Katılır mısınız?

Bazı gelişmeler bakımından zamanlama, manidar. Bütün bu örnekleri aynı kefeye koymak ve aynı çerçevede değerlendirmek doğru olmaz. Aslında siyasetin zemini uzun süredir sağlam değil. Küçüklü büyüklü sarsıntılar yaşanıyor. Bu sarsıntıların önce AKP’de başladığını da unutmayalım. AKP içinden iki parti çıktı. Muhalefet partilerinin içindeki hareketlenmelerin iktidar tarafından, en hafif tabirle teşvik edildiğini söyleyebiliriz tabii. Bu partilerin yaşadıkları tartışmaların iktidar temsilcileri ve medyası tarafından nasıl kullanıldığını da hep birlikte görüyoruz. Ayhan Bilgen’in söylediklerini ise bunlardan farklı bir yere koyuyorum.

Tahminimce parti içinden seslerin çıkmasını demokratik bulduğunuzu söyleyeceksiniz, ama zamanlamaya takılıyorum hep. Parti disiplini tam da bu noktada gerekmiyor mu?

Parti disiplininin devreye girebileceği yerler elbette var, ancak bunun etkili olmayacağı durumlar da mevcut. Eğer birileri parti içinde kalarak eleştiri yapıyorsa parti hukukuna uygun davranmak durumundadır, çünkü parti içi demokrasi demek, parti hukukunun yok sayılması anlamına gelmez. Bu hukuku belirleyen çeşitli metinler, ilkeler ve gelenekler var. Asıl mesele, parti içinde bir tartışma başlamışsa bunu nasıl yöneteceğinizdir. Parti hukukunu hiçe sayan, bu hukuku çiğneyen bir durum varsa parti disiplinini gündeme getirebilirsiniz, fakat tartışmaları bu yöntemle engellemeniz veya bastırmanız mümkün olmaz. Bu doğru da değil. Benim tercihim zamanlama, tarz, üslup konusundaki değerlendirmeyi esas itibarıyla kamuoyuna bırakmak.

Ayhan Bilgen’in eleştirilerini de böyle mi değerlendiriyorsunuz?

Ayhan Bilgen parti hukukunu ihlal etmiş değildir. Görüşlerini ifade etmiştir. Bu süre zarfında kendisiyle doğrudan diyaloğumuz da oldu; grup başkanvekilimiz ve bir milletvekili arkadaşımız kendisiyle görüştüler. Amacının partiyi daha ileriye taşıyacak bir tartışmaya vesile yaratmak olduğunu söyledi.

Bilgen’in sözlerinin hemen ardından Altan Tan pası aldı ve tartışmayı yürüttü...

Altan Tan’ı Ayhan Bilgen ile aynı çerçevede değerlendiremeyiz. Altan Tan partimizden istifa etmiştir, 2018 seçimlerinde başka partiden aday olmuştur. Altan Tan’ın değerlendirmeleri Ayhan Bilgen’inkilerle birlikte anılamaz. Ayhan Bilgen parti hukukunu ihlal etmeksizin kendi düşüncelerini belirtmiştir. Bu açıklamaların yöntemi, gözaltındayken yapılması, tutuklandıktan sonra sürdürülmesiyle ilgili şüphesiz çekinceler koyabiliriz. Dile getirdiği her eleştiriyi de isabetli bulduğumu söyleyemem; bazı eleştirilerinin dayanaklarını da fazla güçlü bulmuyorum. MYK’de Bilgen’in eleştirileriyle ilgili şöyle bir görüş oluştu: Dile getirdiği görüşler tartışılabilir, ama parti kurulları yerine doğrudan kamuoyuyla paylaşılması doğru değil, çünkü Ayhan Bilgen’in bunları bize iletmesinin önünde engel yok. Elbette farklı konularda görüşlerini kamuoyuna açıklayabilir. Fakat partinin işleyişi, programı ve politikalarıyla ilgili değerlendirmeyi sosyal medya üzerinden değil, doğrudan kurullarımıza iletmek yoluyla yapması daha doğru olur. Nitekim milletvekili arkadaşlarımız kendisiyle görüştüğünde bu konuda mutabık kalındı. Bu, bizim diğer tutuklu arkadaşlarımızla ilgili de esas almayı tercih ettiğimiz çerçevedir.

Eleştiriler üzerinden gidelim o zaman... HDP, tersine Türkiyelileşme yaşıyor mu?

Türkiye partisi olma, Türkiyelileşme, HDP’nin kuruluşundaki temel noktalardan biri. Neden “partinin kuruluşu” diyorum, çünkü 30 yıllık geleneğimiz içerisinde daha önce kurulmuş başka partiler de var. Bu geleneğin büyük bir kısmını devraldık ama biz yeni bir partiyiz. HDP, mesela HADEP veya BDP ile aynı değildir; içerisinde geleneğini devraldığı partilerden elbette unsurlar var; ama farklılaştığı noktalar da.

Türkiyelileşmeye nasıl bağlayacaksınız?

Asıl farklılaştığımız noktaysa şu: Bundan önceki partiler görece daha homojen, Kürt siyasal geleneğine dayalı partilerdi ve bu partiler ihtiyaç dahilinde seçimlerde ittifaklara giriyorlardı. HDP öncesinde geçici ittifaklar ile ilerleyen ilişkiler, HDP ile bileşen hukuku çerçevesinde kalıcı hale geldi. HDP, Türkiye’nin Kürt siyasal geleneği ile sol, sosyalist, demokrat, muhafazakâr demokrat geleneklerini ve bağımsız bireyleri kendi örgütsel yapısının birer unsuru haline getirdi. Türkiyelileşme mevzusunda bu yeni model çok temel bir göstergedir: Türkiye’nin bütün halklarının ve inanç gruplarının kendilerini bizatihi var ettikleri, ülkenin tamamında faaliyet gösteren ve Türkiye’nin tüm sorunlarına çözüm üreten bir parti olmak... Bunlar bizim yola çıkışımızda çok önemli noktalardır.

Pervin Buldan’ın kongrede muhalefete yaptığı “samimiyet” çağrısına geliyoruz bu noktada aslında. Bilgen’in sözü de buna bir cevap gibi... “Hem müdahaleden bahsedip hem Kandil ve İmralı için pozisyon belirlemeye çalışmak, kendi pozisyonunun gereğini yapmamakla ilgili bir handikaptır.” dedi. HDP, Kandil ve İmralı için pozisyon mu belirliyor?

Doğrusu Ayhan Bilgen’in tam olarak ne demek istediğini bu cümlelerden hareketle çıkaramıyorum. HDP’nin İmralı ve Kandil’e göre pozisyon belirlediğini söylemek haksızlıktır. İktidar bunu, bizi ve siyasal ortamı terörize etmek için zaten yapıyor. İyi niyetli yaklaşımlarda bu kadar muğlak bir ifadenin problem yarattığı kanaatindeyim. Kongreden bu yana pek çok program açıkladık. Bunların hepsi bu parti binasında, parti yönetimindeki arkadaşlarımızla yüz yüze hazırlandı.

Kandil ve İmralı’da değil diyorsunuz?

Elbette.

Açık konuşalım: Bugün Türkiye’de HDP kilit bir parti ama kimse sizinle açıktan ittifak yapmıyor, yapamıyor. Kandil ve İmralı etiketiyle ilgili değil mi bu?

HDP’yle ilgili değerlendirmeler yapılırken iktidar temsilcilerinin, medyasının açıklamaları ve yorumlarını esas almak büyük yanlışlıktır. Bizimle diyalog kurmak en sağlıklı yoldur. Bu diyaloğu, bizim her konuda haklı olduğumuzu iddia edeceğimiz bir yol olarak da görmüyoruz. Böyle bir diyalog oluşmadığında sonuç şuna varıyor: İktidar bir çerçeve yaratıyor ve HDP’yi bu çerçeve dışında tartıştırmak istemiyor. Muhalefet de maalesef bu çerçeveye mahkûm oluyor.

Muhalefetten ne bekliyorsunuz?

Daha cesur olmalarını bekliyoruz. Eğer bu iktidarın ülkeyi felakete götürdüğünü düşünüyorsak bu gidişatı durduracak adımları daha cesurca atmalıyız. İktidarın birçok politikasına karşı çıkıp üstelik de çok sert tepki gösterip HDP’yle ilgili söylediklerini sorgusuz kabul etmek ya da kabul eder gibi bir tavır sergilemek büyük bir çelişkidir. Aslında herkes de biliyor ki siyasal ve sosyolojik açıdan HDP ve Kürtler olmadan Türkiye’de demokratik bir dönüşüm mümkün değil. Bizim istediğimiz tam da demokratik bir dönüşümdür. Bunun için bütün gücümüzle çalışıyoruz ve diğer partilerle çalışmaya da hazırız. “HDP’yle yan yana görünürsek, iktidarın açık hedefi haline geliriz” diye düşünenlere hatırlatmak isterim: İktidar yerel seçimlerden önce bütün muhalefeti terörist ilan etti. Üstelik bu yöntemi siyasal olarak tıkandığında bütün iktidarlar kullandı. Terör söylemiyle toplumu rehin almak ve muhalefeti kilitlemek siyasal tarihimizin acı bir gerçeği.

Halkta karşılığı var mı?

İktidarın bu politikasının halkta karşılık gördüğü tespiti, ciddi anlamda sorunludur. 2013-2015 yılları arasındaki çözüme yönelik politikaların nasıl destek aldığını hep beraber gördük. O dönem Akil İnsanlar Heyeti mensubuydum ve süreci halkın içinde yürütenlerdendim. Bu politikalara verilen destek yüzde 80’lere varmıştı. Demek ki silahların sustuğu, demokratik siyaset aracılığıyla çözüm arayışının söz konusu olduğu durumda halkın desteği güçlü bir biçimde alınabiliyor.

Sizin üzerinize düşen?

Bizim siyasal çözüm ve barış için güçlü bir toplumsal hareket inşa etmemiz ve bunu sistematik bir program haline getirmemiz gerekiyor. Bütün muhalefet partilerine çağrı yaptığımız 1 Eylül deklarasyonumuzun en önemli hedeflerinden biri buydu.

Muhalefet partilerinden cevap geldi mi?

Doğrudan bir cevap geldiğini söylememem, ama bu çağrılarımızın kayda alındığını düşünüyorum.

Onları anlayabiliyor musunuz; siyasetin, oy almak, kendi tabanına konuşmak gibi bir gerçeği de var..

Ben bunu anlıyorum diyemem, çünkü siyasal çözüm ve barış için sunduğumuz yöntemlerin alternatifsiz olduğunu iddia etmiyoruz. Siyaset bilimi ve siyaset sosyolojisi o kadar geniş malzemelerle dolu ki... Şu soruyu sormak gerekiyor: Acaba tabanın katılaşması, kendi ezber ve önyargılarından mı, yoksa parti yönetimlerinin bu konudaki politikalarının tabanı bir şekilde dondurmasından mı kaynaklanıyor? Ben açık söylüyorum, parti tabanları siyasal çözüm konusunda partilerin yönetimlerinden daha ileridedir. Elimizde çok açık bir deneyim var; 31 Mart seçimleri... Eğer ortaya kabul edilebilir bir demokratikleşme hedefi ve bir siyasal diyalog perspektifi konuyorsa toplumsal tabanın buna hızla olumlu cevap verebileceğini gördük. Bu toplumsal hakikati partilerin yönetimleri daha fazla dikkate alırlarsa kendilerini de dönüştürecek bir mecra daha kolay yaratılır, buna kendimizi de dahil ediyorum. Temas dönüştürür, esasen temas devrimci bir eylemdir.

İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ, 31 Mart’ta HDP ile İYİ Parti’nin örtülü ittifak yaptığını söyledi, yaptınız mı?

Hayır, doğru değil. Biz, kimseyle oturup pazarlık yapmadık. Belediye başkan adayı paylaşımı, belediye meclis üyeliği paylaşımı vb. üzerine konuşmadık. Bizim bir stratejimiz vardı. Bu stratejimize göre davrandık. Asıl diyalog tabanlarda oldu.

65 belediyeden elinizde sadece altısı kaldı, son olarak da Diyarbakır’da il başkanlarınız gözaltına alındı... Seçmeninizi bu nasıl etkiliyor?

Sorduğunuz soru “Seçmeniniz seçimlerden soğuyor mu?” ise hayır! Kayyım politikaları böyle bir etki yaratmıyor. Halk bu politikaları kendi iradesine yapılmış bir saldırı olarak görüyor ama kendi oyunu da değersiz görmüyor. Asıl mesajı alması gerekenler bu politikaları uygulayanlardır. Bu politikalarla Kürt halkının iradesini kırmak isteyenler, karşılarında HDP’yi bulacaklardır. HDP, demokratik siyasette sonuna kadar ısrarcı olacaktır. Halkımızın buna destek verdiğinden de şüphemiz yoktur.

Kayyım politikası, AKP’ye oy veren muhafazakâr Kürt seçmeni nasıl etkiliyor?

AKP’nin en fazla oy kaybettiği kesimin Kürt seçmen olduğunu görüyoruz. Bu, kayyım politikası da dahil iktidarın Kürt yaklaşımıyla ilgili. Kürtler kayyım meselesini, kimliğine ve haysiyetine saldırı olarak görüyor. Kobani protestoları gerekçesiyle yürütülen operasyonların da birer kumpas olduğunu görmek lazım.

Cumhuriyet
Bu haber toplam: 9772 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:08:15:49
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x