Albert Einstein: Atom Savaşı mı, Barış mı?

Yüzyılımızın önde gelen fizikçisi Albert Einstein, atom bombası, Birleşmiş Milletler, Rusya ve Amerika'yı içine alan krizde artık kesin ve açık bir şekilde görüşlerini ortaya koyuyor. 1921’de Nobel Fizik Ödülü’nü kazanan Dr. Einstein, Hitler tarafından sürgüne zorlandı. 1933’te Amerika’ya sığındı, Princeton’daki İleri Araştırmalar Enstitüsü’ne ömür boyu üye oldu ve Amerikan vatandaşlığına geçti. Onun cesur formülü, E=mc², atom enerjisinin açığa çıkarılabileceği inancına öncülük etti.

28.06.2025, Cts - 18:04 [ Güncellenme: 28.06.2025, Cts - 18:07 ]

Albert Einstein: Atom Savaşı mı, Barış mı?
Haberi Paylaş

Albert Einstein'in "Atomic War or Peace" (Atom Savaşı mı Barış mı?) başlıklı bu yazısı, atom bombasının icadından sonra insanlık için ortaya çıkan büyük tehlikeleri ve bu yeni çağda barışın sağlanabilmesi için gerekli adımları ele alır. Einstein, yalnızca askeri güçle değil, uluslararası iş birliği ve ahlaki sorumlulukla hareket edilmesi gerektiğini savunur. Atom bombasının sadece caydırıcılık amacıyla kullanılması gerektiğini vurgularken, kalıcı barış için ulusların egemenlikten taviz vererek bir "supranasyonel" (uluslar üstü) güvenlik sistemi kurmalarının zorunlu olduğunu ileri sürer. Bu yazı, Einstein’ın savaş karşıtı duruşunu ve dünya barışına olan inancını açıkça ortaya koyar.

Einstein'in Atom Savaşı mı Barış mı? Başlıklı yazısı şöyle:

1.

İlk atom bombasının yapımından bu yana savaşları önlemeye yönelik hiçbir ilerleme sağlanmadı; aksine, savaşların yıkıcılığı büyük ölçüde arttı. Atom bombasıyla ilgili gelişmeler hakkında doğrudan bilgim yok, çünkü bu alanda çalışmıyorum. Ancak bu alanda çalışanlar tarafından yapılan açıklamalar, bombanın daha etkili hale getirildiğini gösteriyor. Elbette, daha geniş alanları yok edebilecek çok daha büyük bir bombanın yapılabileceği öngörülebilir. Ayrıca, geniş alanlara yayılarak binalara zarar vermeksizin ciddi can kayıplarına yol açabilecek radyoaktif gazların yaygın biçimde kullanılabileceği de inandırıcıdır.

Bunların ötesine geçerek biyolojik savaşların büyük bir tehlike yaratacağını düşünmüyorum. Bu tür bir savaş biçiminin, atom savaşları kadar tehlikeli olduğunu sanmıyorum. Ayrıca, bir atom patlamasının tüm gezegeni yok edecek zincirleme bir reaksiyona yol açabileceği iddialarını da ciddiye almıyorum. Çünkü bu gerçekten mümkün olsaydı, zaten dünyaya sürekli ulaşan kozmik ışınlar yüzünden şimdiye kadar gerçekleşmiş olurdu.

Ama atom savaşı olasılığını anlamak için dünyanın yıldızsal bir patlamayla yok olmasını hayal etmeye gerek yok. Yeni bir savaşın önlenememesi hâlinde, şimdiye kadar hayal bile edilemeyen boyutlarda bir yıkım getireceği ve uygarlığın büyük bölümünü yok edebileceği aşikârdır.

Atom çağının ilk iki yılında dikkate değer başka bir olgu daha var: Halk, atom savaşının korkunç doğası konusunda uyarıldığı hâlde bu konuda hiçbir şey yapmadı ve büyük ölçüde bu uyarıyı bilinçlerinden sildi. Belki de kaçınılamayacak bir tehlike unutulmalıydı; ya da gerekli tüm önlemler alınmışsa, tehlike zaten göz ardı edilebilir hale gelir. Örneğin, ABD sanayisini dağıtıp şehirlerini desantralize etmiş olsaydı, halkın karşı karşıya oldukları tehlikeyi unutması makul olabilirdi.

Parantez içinde belirtmeliyim ki, bu ülkenin bu tür önlemleri almamış olması iyi olmuştur; çünkü alsaydı bu, atom savaşına hazırlandığımızın bir göstergesi olurdu ve savaşı daha da olası kılardı. Ancak, savaşı önlemeye yönelik hiçbir şey yapılmamışken, atom savaşını daha korkunç hale getirmek için pek çok adım atılmıştır; bu nedenle tehlikeyi görmezden gelmek için bir mazeret yoktur.

ABD, atom bombasının yapılmasından bu yana savaşı önlemek adına hiçbir şey yapmamıştır; Birleşmiş Milletler’de sunulan atom enerjisi üzerindeki uluslararası kontrol önerisine rağmen. Amerika’nın önerisi sadece koşullu bir öneridir ve bu koşullar Sovyetler Birliği tarafından kabul edilmeyecek niteliktedir. Bu da başarısızlığın Ruslara yüklenebilmesini sağlamaktadır.

Ancak Amerikalılar, Rusları suçlarken kendilerinin de bu bombayı, uluslararası kontrol sağlanana kadar ya da hiç sağlanamayacaksa sıradan bir silah gibi kullanmaktan gönüllü olarak vazgeçmediklerini unutmamalıdırlar. Bu tutum, diğer ülkelere ABD’nin bu bombayı meşru bir silah olarak gördüğü korkusunu aşılamıştır.

Amerika’nın saldırgan veya önleyici bir savaş başlatmayacağına olan inancı, kamuoyuna açıkça ikinci kez ilk kullanan taraf olmayacağını açıklama gerekliliğini önemsiz gösterebilir. Ancak ABD, bombanın kullanımını yasaklamaya davet edilmiş ve bunu ancak kendi koşulları kabul edilirse yapacağını belirtmiştir. Bu politikanın bir hata olduğuna inanıyorum.

Bombanın kullanımı yasaklanmadıkça, atom enerjisinin uluslararası kontrolü yönündeki uzlaşma daha da uzaklaşmaktadır. Şu an ABD bombayı tek başına kullanabildiği için bu durum kısa vadede askeri bir kayıp doğurmaz. Ancak başka bir ülke de onu büyük ölçekte üretebilir hâle geldiğinde, uluslararası anlaşma eksikliği ABD’yi, yoğun sanayisi ve kentsel yapısı nedeniyle büyük ölçüde savunmasız bırakır.

Bombayı ellerinde bulundurdukları hâlde kullanımını yasaklamayan ABD, aynı zamanda II. Dünya Savaşı öncesinde kabul ettiği savaş etiği standartlarına da dönmemiştir. Atom bombası başlangıçta Almanlar kullanmasın diye önlem olarak geliştirilmişti. Sivilleri hedef alan hava saldırılarını ilk başlatanlar Almanlar ve Japonlardı. Müttefikler bu saldırılara daha etkili bir şekilde karşılık verdiler ve ahlaken haklıydılar. Ama şimdi ortada hiçbir provokasyon ya da misilleme sebebi yokken, bombanın sadece misilleme için kullanılmayacağını beyan etmeyi reddetmek, bombayı politik amaçlar için kullanmak anlamına gelir; bu da affedilemez.

Ben, ABD’nin atom bombası üretip stoklamasına karşı değilim. Çünkü başka bir ülke bu bombayı üretirse, ABD'nin caydırıcı güce sahip olması gerekir. Aynı şekilde, Birleşmiş Milletler’in de kendi askeri gücü olduğunda atom bombasına sahip olması gerektiğine inanıyorum. Ama bu sadece saldırganlara karşı caydırıcılık amacı taşımalıdır.

Bombayı elinde tutup ilk kullanan olmamayı taahhüt etmemek, siyasi baskı aracı olarak bombayı kullanmak demektir. ABD belki Sovyetler’i korkutarak uluslararası denetime razı olmaya zorlamayı umuyor olabilir. Ama korku sadece düşmanlığı artırır, savaş riskini büyütür.

Barış için ciddi bir öneri yapılmadığı sürece Rusya’nın nasıl karşılık vereceğini bilemeyiz. Ancak, Amerika halkı barışa tutkuyla bağlı olduğunu gösterirse, bu Rusya’nın hesaplarını değiştirebilir. O zaman belki de Ruslar, yalnız kalmanın getirdiği güvenlik zaafiyetini fark edip yeni oluşuma katılmak isteyebilir.

2.

ABD’nin bombayı yasaklamayı yalnızca misilleme şartına bağlaması, Sovyetler’le atom enerjisinin denetimi konusunda uzlaşma sağlanamamasının tek nedeni değildir. Ruslar, ulusüstü bir rejimin kurulmasını her alanda reddetmektedir. Onlar sadece atom enerjisi alanında değil, genel ilke olarak da bu fikre karşıdırlar ve sınırlı bir dünya hükümetine katılmaya yönelik her çağrıyı baştan reddetmektedirler.

Bay Gromyko’nun da dediği gibi, Amerikan önerisinin özü, atom çağında ulusal egemenliğin artık mümkün olmadığıdır. Sovyetler Birliği bu tezi kabul edemez. Gerekçeleri belirsizdir ve büyük ölçüde bahanedir. Ancak görünüşe göre, Sovyet liderleri uluslararası bir rejim içinde mevcut sosyal yapılarının korunamayacağına inanmaktadır.

Rusya, mevcut sosyal düzenini ve bu düzenle gelen siyasi gücü korumak istiyor ve bu nedenle ulusüstü bir otoritenin oluşmasını her alanda engellemeye çalışacaktır. Ancak bu, diğer ülkelerin dünya çapında güvenliği sağlamaya yönelik çabalarını durdurmamalıdır.

Sovyetler’in başlangıçta katılmaması durumunda dahi, diğer ülkeler supranasyonel bir güvenlik sistemi kurmaya devam etmelidir. Belki Rusya, sistemin kurulamaz olduğunu gördükten sonra fikrini değiştirebilir ve katılabilir.

Eğer bu sistem Rusya’sız kurulacaksa, bunun bir “Rusya’ya karşı güç birliği” olmadığı açıkça belli olmalıdır. Kurulacak sistem daha geniş çıkarlar içereceği için savaşa başvurma olasılığı daha azdır. Ayrıca askeri sırların olmayacağı, şeffaf bir rejim kurulmalıdır.

3.

Ulusüstü güvenlik sistemine üyelik, keyfi “demokrasi standartlarına” bağlanmamalıdır. Tek zorunluluk, temsilcilerin her üye ülkede gizli oyla halk tarafından seçilmesidir. Temsilciler halkı temsil etmeli, hükümetleri değil.

Ortak bir güvenlik amacıyla tüm askeri güçler birleşmeli ve her ülke yalnızca yerel polis gücünü elinde tutmalıdır. Bu birleşik ordu farklı bölgelerden insanları karıştırarak görevlendirmeli, tıpkı eski Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nda olduğu gibi.

Ulusüstü rejimin yetkileri yalnızca güvenlik alanıyla sınırlı kalmalıdır. Ekonomik alanlara dair yetkiler belki zamanla gerekebilir, ama başlangıçta sadece güvenliğe odaklanmak daha isabetlidir. Bu rejimin Birleşmiş Milletler yapısı içinde güçlendirilerek kurulmasını da tercih ederim.

Elbette dünya hükümeti kurmanın zorlukları büyüktür. Ama bu yapı kurulmazsa, başka bir dünya savaşından sonra galiplerin zoruyla kurulacaktır; bu da kalıcı militarizme yol açar.

Eğer bu yapı barışçıl yollardan kurulacaksa, yalnızca mantık yeterli değildir. Komünist sistemin bir inanç gibi insanları motive etmesi gibi, barış davası da bir ideal ve inanç gibi benimsenmelidir. Din adamları, eğitim kurumları, gazeteler ve kanaat önderleri bu konuda büyük bir sorumluluğa sahiptir.

Albert Einstein

 

Bu haber toplam: 1250 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:21:55:39
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x