Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, Kürtlerin uluslararası arenada dikkate alınmaları için ulusal birliğin şart olduğunu vurgulayarak, “Kürtler olarak bütünen özgürleşmeden, hiçbir parçamız özgür olamayacaktır” diyor. Kürt meselesinin çözümüne ilişkin de değerlendirmede bulunan Ahmet Türk, “Hiçbir zaman silahın sorunları çözdüğüne inanmadım” ifadesini kullanıyor.
Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, kayyumdan devraldığı belediyenin son durumunu, Kürt siyasetini, 8 yıl aradan sonra gerçekleşen avukatların İmralı görüşmelerini, Türkiye’deki Kürt meselesinin çözümünü, Kürdistan Bölgesi’ndeki güncel gelişmeleri ve Kürtler arasındaki diyalogu Basnews'e değerlendirdi.
Zor, ağır bir seçim sürecini yaşadınız ve tekrardan kazandınız. Başkanlığınızın yeni döneminde nasıl bir belediyecilik öngörüyorsunuz?
Halkımıza hizmet sorunlarını çözmektir amacımız. Elbette Mardin gibi tarihi bir kentin turizm, tarım ve hayvancılık potansiyellerinin değerlendirilmesi önemlidir. Özellikle de şehri turizme hazırlayacak bir anlayışla ele almak çok önemli. Fakat biz içi boşaltılmış bir belediye devralıyoruz. 1 milyar üzeri bir borçla belediyeyi devraldık. Hazırladığımız projeleri, şu aşamada gerçekleştirmenin kolay olmayacağını biliyoruz. Durumu, halkımız ve basınla paylaşıyoruz. Nasıl bir belediye devraldığımızı, ihalelerdeki hukuksuzluğu, yolsuzlukları tespit ediyoruz. Müsrif harcamaların faturalarını sunarak, aleniyetle görevimizi sürdürmeye çalışıyoruz. Mardin dünyaca bilinen bir kent. Dünyanın herhangi bir yerinde “Nereyi görmek istersiniz?” diye sorduğunuzda, dünyanın öne çıkan 10 şehrinden biri olarak 'Mardin' yanıtını alırsınız. Fazlasıyla hizmeti hak eden bir şehir. Ancak siyasi iktidar, salt siyasi bir bakışla, Kürtlerin başarılarını engelleme anlayışıyla yaklaşıyor. Bunun farkındayız. Talepler dile getirilemiyor, büyük bir baskı var üzerimizde. Yaşadığımız problemlerin kolay aşılamayacağının farkındayız. Kayyum, belediyeciliği işlemez duruma getirmiş. Bugün bile belediyenin kapısına polis koymuşlar. Ziyaretçiler ancak X-RAY cihazlarından geçerek bize ulaşabiliyorlar. Engellere rağmen, olabildiğince yenileşmeyi, şehirciliği, ekolojik bir belediyeciliği esas alarak, çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Projemizi hayata geçirmeye devam ediyoruz. İlk aşamada uluslararası bir konferans salonu yapmak istiyoruz. Belediye binamız bile yok, 2014'te büyükşehir belediyesini kazandığımızda belediye binası bize verilmedi, ilçe belediyesine tahsis edildi. Lojmanlardan dönüştürerek, bir alan oluşturduk bu binamız. Çalışmalarımızı buradan yürütüyoruz. Belediye binası, şehrin yeşillendirilmesi ile ilgili projelerimiz var. Tarihi çarşıların yenilenmesi ile ilgili çalışmalarımız var. Bazılarının restorasyonuna başladık. Projelerimiz var ama bunları hayata geçirmek için de ekonomik kaynaklara ihtiyacımız var. Kaynak sorunumuzu çözmeye çalışıyoruz. Avrupa Birliği nezdinde yaptığımız, projelerle ilgili çalışmalarda bile kaynak, Avrupa Birliği'nden gelmiş olmasına rağmen hazine tarafından engelleniyor.
Çok uzun yıllardır aktif siyasettesiniz. Türkiye'deki mevcut atmosferi diğer dönemlerle karşılaştırdığınızda arada nasıl farklılıklar var?
1973'de parlamentoya girdim. Ve 6 dönem milletvekilliği yaptım. 2 dönem bizim partilerimizin genel başkanlık ve eş başkanlık görevlerini yürüttüm. 1980 darbesinin acısını yaşadım. Oradaki zulüm ve işkenceyle karşı karşıya geldik. Fakat bütün bu süreçlerde siyasetin zapt u rapt altına alındığı, bütün devlet kurumlarının denetim altına alındığı bir dönemi ilk defa yaşıyorum. O dönemlerde işkence daha fazlaydı, haksızlıklar, hukuksuzluklar had safhadaydı ama bu dönem Türkiye'deki kurumları tamamıyla kontrol altına almış bir iktidar mantığı var. En ufak durumda, suç üreterek halkı sindirmeye, susturmaya çalışan bir yargı, hukuk sistemi ile karşı karşıyayız. Toplumu baskıyla, her hareketini kontrol altına alma var. En küçük şeyde, fezlekeler hazırlayan güvenlik güçleri var. Tutuklama ve yargılanmayla sonuçlanan bir işleyişin olduğu bir dönemi yaşıyoruz.
Türkiye’deki siyasal kutuplaşmada her iki taraf da Kürtlerden kaçtı. Ancak Kürtler, metropollerde kullandıkları stratejik oylarla Türkiye siyasetinin gidişatına yön verdiler. Bundan sonra Kürt siyasal hareketi kendisini nasıl konumlandırır? Yenilenecek İstanbul seçimlerindeki tutumları ne olur?
Metropollerde Kürtlerin seçim sonuçlarına büyük etki yaptığını iki taraf da çok iyi görüyor. İstanbul'da yüzde 13 gibi bir oy oranının seçim sonuçlarını doğrudan etkilediğini biliyoruz. Adana'da yüzde 12, Antalya'da, Mersin'de, Hatay'da, birçok şehirde sonuçları etkileyen bir oy oranımızın olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Maalesef Kürtler birilerini desteklemelerine rağmen bir teşekkür bile alamıyor. Teşekkür etme cesareti dahi göstermiyorlar. Böyle bir durumu yaşıyoruz. Kimseyle ittifakımız yok. Biz oyumuzu stratejik olarak kullandık. CHP'ye yandaşlık için değil, ittifak yaptığımız için değil, demokratik bir gelecek için tercih yapıyoruz. Aslında birilerini uyarmaya yöneliktir. Demokrasiden uzaklaşmış, Kürtlerin üzerinde baskı kurma anlayışını, frenlemeye yönelik mesajdır. Hukuksuzluğa bir uyarı yapmak, set çekmektir. Bu şekilde ele almak gerek. Bir mağduriyet oluşmuşsa, kaldırılması, bu haksızlığa karşı aynı şekilde stratejik bir tutum alırız. Bundan yana oylarımız kullanılacaktır.
Kayyumla görevden uzaklaştırıldınız, tutuklandınız. Sizin gibi, HDP'nin seçilmiş hemen hemen tüm belediyelerine kayyum atandı. Bunu nasıl izah ediyorsunuz?
Demokrasilerde halkın, iradesinin ortaya çıkması önemlidir. Cumhurbaşkanı kendisi de, 'Halkın iradesine saygı göstermek lazım' diyor çoğu kez. Kürdistan'da maalesef halkın seçtiği bütün belediyelerimize kayyum atandı. Bu demokrasiyle izah edilecek bir durum değildir. Venezüella için, Maduro'nun halkın iradesiyle geldiğini ancak, halk iradesiyle gidebileceğini söyledi. Burada 100'e yakın belediyeye kayyum atandı, halkın iradesi yok sayıldı, gasp edildi. Cumhurbaşkanı Venezüella için demokrat ama burada, Kürtlere karşı böyle. Bu yaklaşımı ne halk ne de parti olarak kabul etmemiz mümkün değildir. Halkımız bundan dolayı yanlış politikalara, kayyuma belirgin bir cevap verdi. “Bazı Kürt bölgelerinde, oylarımızı artırdık” gibi değerlendirmeler var. Gerçekle ilgisi yok. Her ilçeye binlerce güvenlik görevlisi, asker gönderildi. Bunlar oy kullandılar. Daha önce bizde olan belediyeler bu oylarla kaybettirildi. Muş gibi bir şehri 3 oyla kaybettik. Çok yerde 100, 112, 120 oyla kaybettik. Çukurca gibi bir ilçede adeta sivillerin nüfusuna denk asker ve polise oy kullandırıldı. 'Oylarımızı yükselttik' tam bir safsata. Dedikleri gibi olsa bile, her türlü baskının, zorluğun, yöntemin uygulandığı, valilerin, kaymakamların siyasi parti militanları gibi çalışması, bunun da ötesinde iktidarın devletin gücünü kullanarak, halkı tehditle oy almasını kimse başarı olarak görmemeli. Valiler, köylerde, ilçe ve şehirlerde AKP adayları ile birlikte toplantılar düzenlediler, oy istediler. AK Parti'ye oy vermedikleri takdirde, pişman olacakları tehdidinde bulundular. Devlet organları taraf olarak, seçime müdahale ettiler. Biz siyasi bir partiyle değil, devletle yarıştık. Bunun görülmesi gerekiyor.
Kayyum sizden nasıl bir belediye aldı ve size nasıl bir belediye bıraktı?
Belediye, 2014'te Mardin Büyükşehir Belediyesi'ne dönüştü. O zaman ilçelerin, beldelerin tüm borçları bize devredildi. Bu şekilde başladık. Kayyum geldiği gün biz belediyeyi 63 milyon borçla devrettik. Bugün 406 milyon borçla belediyeyi devraldık. Bütün dokümanlar ve faturalar mevcut. Aynı zamanda bize bağlı olan MARSU'yu 600 milyon borçla devraldık. 1 milyar, eski parayla 1 katrilyonun üzerinde bir borç var. Devraldığımız güne kadar da MARSU'nun işçi-memur maaşları ödenmemiş. Müteahhitlere, belediye gelirleri ve iller bankasından gelen hisseleri doğrudan doğruya para çekmesi imkânı sağlanmış. Para, belediyeye gelmeden iller bankasından hisselerini alabiliyorlar. Yine MARSU'dan işe başladığımız ayda sıfır bir gelir durumu var. Oysaki yasaya göre, borçlardan dolayı yüzde 40'ın altında bir kesinti yapılamaz. Ancak, muvaffakiyet verilmiş, 'Hepsini kesin' denilmiş. Şimdi bütün Mardin'e su veriyoruz. Suyun temizlenmesi için gereken klorlamayı yapacak parayı bile İller Bankası göndermiyor. Halk sağlığı açısından büyük bir risk oluşturuyor. İçme suyundan dolayı salgın oluşursa, ciddi bir tehdit oluşturur. Bütün bu haksız, hukuksuz uygulamalara karşı itirazlarımızı yaptık. Halk güvenliği, sağlığı açısından büyük risk oluşturduğunu belirttik. Sonuçta HDP olarak biz bir Kürt Partisiyiz. Kürtlerin sorunlarını dile getirdiğimiz için, diğer belediyeler gibi bize sempatiyle yaklaşmadıklarını da çok iyi biliyoruz.
Barışı savunan bir Kürt siyasetçisi olarak, geçmiş dönemlerde Türkiye kamuoyuna ciddi uyarılar yaptınız ve bu uyarılar, karşılık bulmadı. Türkiye, Kürtlerle barış ihtimalini kaçırdı mı, süreç normalleşir mi ?
İnkârcı mantıkla barışın sağlanmasının kolay olmadığını biliyoruz. Türkiye’nin de, Kürtlerin de barışa ihtiyacı var. Felsefemizde milliyetçilik, ırkçılık yok. Halkların demokratik bir zeminde buluşması önemli bizim için. Herkesin kendi dilini, kimliğini, demokratik haklarını özgürce kullanabileceği, ortak değerler etrafında buluşacağımız bir gelecekle ilgili beklentilerimiz var. Mücadelemizin ana prensibi budur. Ayrıştıran değil, buluşturan, halkların demokratik gelecekte buluşmasının esas olduğunu, her zaman ortaya koyduk. İnkarcı, ötekileştirici politikaların sadece Kürt halkına zarar vermediğini görüyoruz. Kürtler özgürleşmeden Türkiye halkları da özgürleşemez. Türkiye demokratik bir geleceği esas almadığı sürece, Ortadoğu’da da demokrasinin gelişmesine katkı sunamaz. Kürtlerin yüzü her zaman Türkiye'ye doğru olmuştur. Suriye'deki, Irak’taki Kürdün yüzü Türkiye'ye dönüktür. Ancak, Türkiye, Kürtleri potansiyel bir tehlike görme mantığından maalesef uzaklaşmadı. Bunu da gelecek için umutsuz bir durum olarak değerlendiriyoruz. Olumsuzluklara rağmen, barışın kalıcı hale gelmesi, halklarımızın ortak değerler etrafında buluşması temel talebimizdir. Israrlıyız. Bunun için çaba göstereceğiz.
8 yıl aradan sonra avukatları İmralı’da Abdullah Öcalan'la bir görüşme gerçekleştirdi. Zamanlaması ve detayları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu konuda her zaman uyarılarımızı yaptık. Birey olarak da bazı çabalar içerisinde oldum. Dışımızdaki siyasetçilere de ulaşarak, görüş engelinin, tecridin hukuksuzluk olduğunu ifade ettim. Tek başına bir hücrede yaşayan bir insana, “Efendim eylemlerinden dolayı cezalandırdık.“ gibi bir mantığın toplumda karşılığı olmadığını biliyoruz. Oysa her hükümlünün, tutuklunun avukatıyla, ailesiyle görüşme hakkı vardır. Bu, doğal bir haktır. Bunu bireyselleştirme, bireyin haklarını elinden almaya indirgeme, hukuksuzluktur, adaletsizliktir. Sürekli dile getirdik. Konumu itibarı ile Sayın Abdullah Öcalan'ın, toplumun değişip – dönüşmesi, sürecin barışçıl bir sürece evirilmesinde, önemli katkılar sunabileceğini her zaman ifade ettik. En son görüşmede bile verdiği mesajlar, çok sağlıklı mesajlar oldu. Suriye ile ilgili, ölümler konusunda yaptığı uyarılar önemlidir. Umut ederim ki, barışçıl bir sürecin gelişmesine katkı sunar. Şayet hükümet, görüşmeyi siyasi manada gündeme getirirse bir yararı olmaz. Bu tarz siyasi manevraları çok yaşadık ve gördük. Sayın Erdoğan Başbakanken görüşmemiz olmuştu, Kendisine , “Bu işe ya hiç başlamayın, ya da başladığınızda, barışı sonuna kadar götürün” gibi uyarım, talebim olmuştu. Dilerim tüm bu yaşananlardan ders çıkartılır, ortak akılla sorunların çözümü konusunda bir araya geliriz. Demokratik siyaseti güçlendirmeden, etkinleştirmeden sorunların çözümünün kolay olamayacağı aşikâr. Demokrasi hepimize, herkese lazım. Demokratik bir siyasetin önünü açacak bir yol bulmalıyız. Türkiye'de, halkın iradesiyle seçilmiş insanların düşüncelerine değer vermelidir. Ötekileştirilen, polisin hakaretine maruz kalmış bir parlamenterin gelecek için hükümetten nasıl bir beklentisi olabilir? Yaşanılanlar ne yazık ki, umutsuzluğa sevk ediyor. Buna rağmen, barışın gelişmesi için ısrarcı olacağız. Başka bir yolu yok. Hiç ir zaman silahın sorunları çözdüğüne inanmadım. Demokrasinin ortak değerler etrafında sorunları çözme gibi bir gücü var. İdeolojiler, değerli olsalar bile, toplumu bir potada buluşturmaları mümkün değildir. Bunları görerek, hareket etmek gerek. İster Marksist, ister İslamcı olun toplumun genel bir değer ölçüsü var, genel bir manevi beklentisi var. Ayrıca toplumun ekonomik, sosyal, kültürel beklentileri var. Bunları göz önünde tutarak, strateji, siyaset, uygulama belirlemeli. Devlet bir örgüt yapılanması değil ve Kürtler de sadece bir ideolojiden müteşekkil değildir. Demokratik siyasete dayalı bir politik anlayışının gelişmesi gerekiyor. Şunu da belirteyim, Toplumda o zemin vardır. Kürt annesini dinlediğimizde hiçbir zaman intikam mantığıyla hareket etmiyor mesela. “Oğlum, kızım hayatını kaybetti ama barış olsun yeter, Bana hiç bir şey verilmesin” diyor. Kürtler bu kadar hümanist, bu kadar barışa inanan bir halk. Lakin barışın kapısı ısrarla kapatılıyor. Böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Son yıllarda Kürtler uluslararası düzeyde, büyük kazanımlar sağladı. Ancak saldırılara da maruz kaldılar. Bu konuda neler söylemek istersiniz ?
Kürtler Ortadoğu'da büyük potansiyele sahip bir halk ve aktör. Ancak, bugüne kadar bu çok fark edilemedi. 'Arap Baharı' ile Esad'ın tavrı, Saddam'ın Kürtlere karşı yürüttüğü soykırım politikalarından sonra, Kürtlerin kendilerini savunma refleksi göstermeleri, radikal İslam'a karşı durmaları, dünya tarafından fark edilmelerini getirdi. Ortadoğu’da bir güç olduklarını herkese gösterdiler. Önemli bir potansiyel oldukları, Ortadoğu'da belirleyici bir aktör oldukları yeni yeni görülüyor. Bölgede önceden de bunu bilenler, sindirmek ve susturmak için elinden geleni yaptı. Kürtler hangi ülkenin sömürgesi ise o ülke tarafından sürekli bir baskıya maruz bırakıldı. Şimdi Kürtlerin Ortadoğu'da belirleyici bir aktör olduğu ortaya çıktı. Kürtlerin demokratik haklarının meşru ve haklı olduğunu gören ve bilen bir çok kesim ortaya çıktı. Buna da çok güvenmemek gerek, uluslararası ilişkiler, menfaatler üzerinedir. Bu, bazen hakkı, hukuku ortadan kaldırıyor. İnsani değerlere duyarsızlık, insani durumlar karşısında sessizlik, vurdum duymazlık var.İnsani reflex kayboldu.Bana göre insanlık, bir gerileme durumu yaşıyor. Eskiden açlık grevleri bütün dünyada, bir tepki yaratıyordu. Yüzlerce insan ölüyor, hiçbir duyarlılık yok. Bu gerçekleri de göz önünde bulundurmak gerek. Elbette ki Kürtler artık önemli bir noktada. Mücadelesiyle, kendini ispatlamış bir halk. Hakkını, hukukunu savunacak düzeye ulaşmış. Kürtler özgürleşmeden, Ortadoğu'nun demokratikleşmeyeceğini herkesin görmesi gerekiyor. Kürtlerin baskı altında tutulduğu bir dünya kimseye yarar sağlamaz. Ortadoğu bu durumuyla demokratikleşmeyecektir. IŞİD gerçeği ile büyük acılar, mağduriyetler yaşadılar. IŞİD bitti ama Kürtler hala o mağduriyetle karşı karşıyalar. Bugün IŞİD yarın başka bir şey. Hak, hukuk, adalet tesis edilmediği sürece, Ortadoğu için hayat hep ölümcüldür. Yarın yine Kürtler sömürgeci rejimlerle, milliyetçi, ırkçı kesimlerle karşı karşıya gelecektir. Bunun iyi görülmesi gerekiyor. Bunun panzehiri eşitlikçi mantıkla, adil biçimde meselelere çözüm bulmaktır. Burada yaşayan tüm insanların, ”Benim anayasamdır“ dediği, demokratik anayasada buluşacağı, bir sürecin, bir anlayışın egemen olması gerekiyor mutlaka.
Kürdistan Bölgesi’ndeki siyasetçilerle de yakın ve dostane ilişkileriniz olmuştu. Ulusal birlik temelinde ortak çalışmalar yürüttünüz. Bu ortak çalışmalar devam ediyor mu? Başkan Barzani'nin geçmişte Kürt ve Türk barışı için çabalarını dikkate aldığımızda, olası barış görüşmelerine katkıları olabilir mi? Nasıl yorumluyorsunuz?
Her Kürt siyasetçisinin ve her Kürt liderinin barışa katkı yapması elbette ki çok değerlidir. Çünkü barış ve özgürlük sadece bir bölgenin özgürleşmesiyle de gelmiyor. Bir bölgenin biraz özgürleşmesi, bütün Kürtlerin özgürleşmesini getirmiyor. Irak'ta, Kürtlerin federal yapısı var, ancak tek başına yetmiyor, özgürlük, sadece bununla mümkün olmuyor. Diğer Kürtlerin de özgür olması gerekiyor. Federal Kürdistan'ın diğer Kürtlere de yardımcı olması gerekiyor. Beklentimiz, bu kadar ezilen, mağdur edilen, acılar çeken bir halkın sorunlarına ilgi ve çözümleyici diplomasi gerçekleştirilmesidir. Kürdistan Bölgesi siyasetçi ve liderlerin böyle bir imkanı vardır. Bu sağlanabilir. Birlik, bir araya gelme hususunda elbet sorunlar var ancak, aşılmayacak değildir. Ulusal Kongre için girişimler oldu ancak, tıkanmalar yaşandı. Kürt örgütlerin yanı sıra, bölge devletlerinden de kaynaklıydı bu tıkanmalar. Ulusal bir Kongre'den rahatsız olduklarını biliyoruz. Maalesef Kürtler de bunu sürdürme iradesini gösteremedi. Farklılıklar olabilir elbette, siyasetçiler birbirini eleştirecek ama bilinmesi gerekiyor ki, Kürtler arasında, bir diyalog oluşmazsa, dünya da Kürtleri dikkate almaz. İbrahim Ahmed'le iyi bir tanışıklığımız vardı. Şunu söylemişti bir görüşmemizde: “Bir gün ABD konsolosluğuna gittiğimde kapıda karşılandım. Sonra Sayın Barzani'yi eleştirip, tekrar konsolosluğa gittiğimde, yetkililer koltuklarından bile kalkmadılar. Bana şu mesajı veriyorlardı; Siz Kürtler birbirinizi bu şekilde eleştirirseniz, sonuçta kimse size değer vermez." Kürtler olarak birbirimize değer vermemiz gerek. Eksikler, yanlışlıklar varsa da birbirimizi uyarmamız gerek, giderilemeyecek şeyler değildir. Ulusal Kongre oluşmadı ama komisyonlar oluşturarak sorunlarımızın çözümü konusunda, ciddi bir çabanın ortaya çıkması gerekiyor. Son dönemlerde yurtdışına çıkma yasağım olduğu için, eskisi gibi Güney Kürdistan'a gidip – gelme imkanım olmadı, Hatta Mam Celal vefat ettiğinde gidemedim. Yine Kak Neçirvan'ın kardeşi vefat ettiğinde yasaklı olduğum için başsağlığına gidemedim. Yaşadığım yasaklardan dolayı biraz süreçten koptum. Elbette ki hassasiyet gösteriyoruz, Kürtler arasında dostluğun bozulmaması, ilişkilerin sağlıklı yürümesi için elimizden geleni yapıyoruz. Ben şahsen buna çok özen gösteriyor, dikkat ediyorum. Umut ediyorum ki, biz Kürtler birbirimizi anlayışla karşılarız. Varsa bir eksiklik, bir yanlışlık birbirimizi uyarabilmeli, anlayışla birbirimize yaklaşmamızın gerektiğini ifade etmek istiyorum. Sonuç olarak, biliyoruz ki, Kürtler olarak bütünen özgürleşmeden, hiçbir parçamız özgür olamayacaktır. Bir Belediye Başkanı olarak Kürt siyaseti üzerinde çok etkim yok. Ama Bir Kürt olarak, Kürtler arası diyalogu birbirini anlayacak bir dille, bir üslupla sağlamalarını önemsiyorum.