2019’a savaşla girmiştik. 2018’e de… Hatta 2017 ve 2016’ya da…
Ve 2020’ye de savaşla giriyoruz.
Savaş sanki kaderimizmiş gibi…
Şimdiye kadar savaş hep sınırlarımızın içinde ya da Irak ve Suriye’de Kürtlerin yaşadıkları bölgelere, daha doğrusu Kürtlere yönelik oldu.
Ve hala da değişik seviyelerde devam ediyor.
Ama bu sefer durum farklı.
Muhtemelen birkaç gün içinde AKP-MHP Koalisyonu’nun yeni bir savaş tezkeresi Meclis’te kabul edilecek ve Silahlı Kuvvetler’in sınır ötesine, hatta deniz aşırı bir coğrafyaya, Kuzey Afrika ülkesi Libya’ya gönderilmesi için izin verilmiş olacak.
İktidar ve onu destekleyen koalisyon, ülkenin sorunlarını çözmek bir yana, yönetemez bir halde bocalarken ve seçmen desteğini de hızla kaybederek her alanda dibe vurmuşken, ayakta kalabilmenin tek yolu olarak dayandığı savaş politikalarına bel bağlamış vaziyette doludizgin yeni bir maceraya doğru gidiyor.
Suriye’de ısrarla uygulanan Kürt düşmanlığına endeksi yanlış politikaların sonuçları ortada.
Ankara Suriye’ye yönelik hedeflerinden neredeyse hiçbirini gerçekleştiremedi. Bu arada attığı her adımda, ABD bağımlılığının yanısıra Rusya’ya da bağımlı hale geldi.
Büyük güçler ve Şam yönetiminin en büyük destekçisi Tahran dışında, Suriye iç savaşında çeşit çeşit El Kaide kökenli cihatçı terör örgütü ile dans eden tek ülke olarak kaldı.
İktidar koalisyonu Rusya ve ABD’nin değişik çıkar hesapları nedeniyle verdiği izinlerle bazı bölgelerini işgal etmiş olsa da ülkenin Suriye’de batağa saplanmasına neden oldu.
İktidarın Savaş Politikasına En Büyük Destek Chp’den
Bütün bu süreçte iktidarın en büyük destekçisi ana muhalefet partisi CHP idi.
CHP, iktidar güçleri tarafından Kürt tehdidi gerekçesiyle ‘ülkenin bekası’ gündeme getirildiğinde ve belli odaklar tarafından ulusal sorumlulukları hatırlatıldığında daima iktidarın savaş politikalarını destekledi.
Kılıçdaroğlu, 2018’de gerçekleştirilen Afrin’e yönelik Zeytin Dalı ve 9 Ekim’de başlayan Barış Pınarı işgal harekatlarına ilişkin savaş tezkerelerine ‘içi yanarak’ da olsa hep ‘evet’ dedi.
İktidar ise bu harekatları, ‘ulusal beka’ ve ‘sınır ötesindeki Kürtleri ezmek’ amaçlarıyla gerçekleştirse bile asıl amaç iç politikaydı ve bütün derdi de düşmeye başlayan seçmen desteğini yeniden kazanabilmekti.
Ancak Suriye’ye yönelik bu işgal harekatlarının iktidar lehine fazla bir katkısı olmadığı kısa bir süre sonra anlaşıldı.
Derinleşen ekonomik bunalımın da etkisiyle süren destek kaybının, iktidar için ciddi bir ‘beka’ tehdidi haline geldiğinin ortaya çıkmasıyla Libya meselesi gündeme getirildi.
İktidar, iç savaşın devam ettiği Libya’da, cihatçı Trabulus yönetimiyle kimsenin tanımadığı ve meşru saymadığı ‘Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması’ imzalayarak Doğu Akdeniz’deki bütün ülkeleri karşısına aldı.
Bu yetmezmiş gibi yine aynı yönetimle, ‘Güvenlik ve Askeri İşbirliği Anlaşması’ da imzalandı.
CHP: Ekonomik İşbirliğine Evet Askeri Desteğe Hayır
CHP, iktidarın ‘Münhasır Ekonomik İşbirliği Anlaşması’nın Meclis’te onaylanmasını kabul etti ama Trabulus yönetimine askeri destek sözü veren anlaşma gereğince hazırlanan yeni savaş tezkeresine oy vermeyeceğini açıkladı.
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel bu konuda, “CHP Libya’ya asker gönderme tezkeresine sonuna kadar karşı duracaktır” dedi ve ekledi:
“Askerimizin Libya çöllerinde yeri yok.”
CHP lideri Kılıçdaroğlu da Erdoğan’ın “İhvan aşkı”yla Türkiye’nin dış politikasını şekillendirdiğini belirterek“Kendisini kefenle karşılayanları Libya’ya göndersin. Türkiye bölgede elbette güçlü olmak zorundadır.
Ancak Türkiye iki tarafla da görüşmeli ve barışı sağlayan taraf olmalıdır” değerlendirmesini yaptı.
CHP böylece, şimdiye kadar askerlerin Suriye çöllerine gönderilmesinden fazla rahatsız olmazken, Libya çöllerine gönderilmesine karşı çıkmış oldu.
Kuşkusuz bu konuda rahat karar vermelerinin en önemli nedeni, o çöllerde Kürtlerin yaşamıyor olmasıydı.
O nedenle Libya’ya asker gönderilmesine hayır diyeceklerini açıkladılar.
(Ben, geçmişteki tezkere oylamalarında son anda ortaya çıkan malum durumlar nedeniyle ne yalan söyleyeyim hala kuşkuluyum!)
Yazının devamına burdan ulaşabilirsiniz