Lider-partili ilişkisi bir yere kadar, seçimden sonra AK Parti içindeki gürültüyü duymaya başlarız
AKP’nin kurucuları arasında yer alan ve bir dönem genel başkan yardımcılığı da yapan Dengir Mir Mehmet Fırat, “Barış deniyorsa bu şekilde olur. Güney Afrika’da böyle olmadı mı? Mandela benzer bir süreçte serbest kalmadı mı?” diye sordu.
Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e konuşan Fırat, “Siz eğer devlet olarak biriyle aynı masaya oturmuşsanız artık ona terörist filan diyemezsiniz kusura bakmayın. Bu sadece milliyetçi Türk kesimi kandırmaya dönük bir söylemden başka bir şey değildir” diye konuştu.
Cansu Çamlıbel’in Dengir Mir Mehmet Fırat ile yaptığı söyleşi şöyle:
Ak Parti’den istifanızın hemen ardından verdiğiniz mülakatta Cumhurbaşkanlığı için Demirtaş’ı destekleyeceğinizi belirtirken şöyle demişsiniz; ‘Ben BDP’li değilim, olmak gibi bir niyetim de pek yok. Çünkü ideolojik olarak Marksist-Leninist, sosyalist bir düşünceye sahip değilim, şiddete de şiddetle karşıyım’. Yedi ayda ne değişti? Neden kökeni sizin paylaşmadığınız bir felsefeye dayanan bir siyasi hareketin adayı olarak seçime girme kararı aldınız?
Doğru, ben Marksist ve Leninist birisi değilim. Daha çok liberal denebilecek bir düşünceye sahibim. Ama eğer siyasi yelpazede bir yer belirlemek icap ederse Avrupa tipi bir sosyal demokrat olmayı daha çok kendime yakıştırırım. Dolayısıyla bende bir paradigma değişikliği olmadı. Aslında 2011 seçimlerinde ben siyaseti noktalamıştım. Bunu 2014’te partiden istifa edip Selahattin Demirtaş’a oy vereceğimi açıkladığımda da söylemiştim. Hakikaten de bunda samimiydim. Çünkü yaş itibariyle artık sokaklarda siyaset yapmanın güçlüğünün farkındaydım, hem de sağlık sorunlarının başlama dönemine giriyordum. Ama Türkiye demokrasi, özgürlükler ve hukuk devleti olma konusunda çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya gelmeye başladı. 2011’den beri tehlikede olan Kürtler değil, tehlikede olan Türk demokrasisi ve Türkiye devletinin bir hukuk devleti istikametinden uzaklaşması. Bunlar ve Türkiye’nin dünyada giderek yalnızlaşması sonucunu doğuran dış politika, beni yeniden siyasete mecbur kıldı.
Başkanlık tartışmasıyla da ilgisi var mı siyasete dönme kararınızın?
Sayın Cumhurbaşkanı mı, Sayın Başbakan mı hangisini diyeceğimi bilemiyorum çünkü iki görev birden üstlenmiş durumda. Kendisi Bursa’da yaptığı bir konuşmada halktan 400 milletvekili istedi. Bu niyeti ben 2011 sonrasındaki davranışlarında gördüm ama ‘400 milletvekili istiyorum’ söylemi bunun açığa vurulmasıydı. Tabii kendisiyle uzun seneler bir arada kaldığımız için birbirimizin siyasi lisanını da tercüme edecek kadar birbirimizi tanıyoruz. Dolayısıyla o 400 rakamı belki pek çok kişi için bir şey ifade etmedi ama benim için çok önemli bir ifadeydi. Böyle bir tehdidin ancak HDP’nin barajı aşmasıyla önlenebileceği kanısı bende hasıl oldu. Bunun HDP’nin barajı aşmasının Kürtlerle ilgili değil, Türkiye’de yaşayan 77 milyon insanın geleceğinin burada olduğunu düşünerek orayı desteklemeye başladım. Ama yine milletvekili olmak istemedim.
Kim ikna etti sizi?
Eş genel başkan Sayın Demirtaş’la yaptığımız görüşmede bir yerde bunun mecburiyetini ifade ettiler. Ben de bir süre düşündükten sonra faydam olacağı kanısıyla bir görev olarak kabullendim. Çünkü milletvekilliği benim için cazip ya da beklediğim bir makam değil, onlar çok geride kaldı siyasi hayatımın içinde.
Mutabakat her şeyi kapsıyor
Öcalan serbest de bırakılabilir
Hükümet ile HDP’nin cumartesi günü ortak bir açıklamayla kamuoyuna duyurdukları Öcalan’ın PKK’ye ‘Kongreyi toplayıp silah bırakma’ çağrısını nasıl karşıladınız?
PKK’ye yapılan ‘silah bırak’ çağrısı aslında beklenenin ötesinde. Ben 1999’daki gibi PKK’nin Türkiye hudutları dışına çıkmasına yönelik bir çağrı olacağını düşünüyordum. Bu silahlara veda, bu çok ileri bir aşamadır. Çok müspet bir adım. Ancak umarım o 10 maddenin altı doldurulur.
Kürt siyasi hareketi ‘Öcalan’a özgürlük’ talebini hiçbir zaman gündemden indirmediyse de Dolmabahçe’ye giden süreçte işin bu boyutunu seslendirmemeye gayret etti. Ancak perde arkasında artık ev hapsinin sadece zamanlamasının konuşulduğunu biliyoruz. Bu mesele açıklanan mutabakatın neresinde?
10 maddeye bakın, her şeyi kapsıyor.
Mutabakat metni evrensel bir dille kaleme alınmış, spesifik konulara girilmemiş. Mesela Öcalan’a ev hapsi mutabakatın kaçıncı maddesinde gizli?
Evet, hiçbir şey açıkça ifade edilmemiş. Hepsi muğlak. Kesin çizgilerle ne olacağı söylenmiyor. Hemen hemen toplumun tüm siyasi hayatını kapsayan bir genişlikte. O maddelerin altının doldurulması gerekiyor derken onu kastediyorum. Ancak o zaman eski tabirle mücessem hale gelecek, ete kemiğe bürünecek.
Size göre Öcalan’ın seçimden önce şu anda bulunduğu cezaevinden çıkarılıp İmralı’da başka bir mekâna ev hapsine çıkarılması mümkün mü?
Alınmaması için bir sebep yok ki. Zaten hapishane de özel. Hükümlülerin istifade ettiği haklardan istifade etmesi lazım. Ama tabii bunların çoğu zamana bağlı. Toplumun bu konularda mantıklı düşünebilmesine bağlı. O olduğu takdirde serbest de bırakılabilir.
Bu süreç Öcalan’ın serbest bırakılmasına doğru gidiyor diye düşünenler size göre de yanılmıyor o halde.
E gidiyor yani barış deniyorsa bu şekilde olur. Güney Afrika’da böyle olmadı mı? Mandela benzer bir süreçte serbest kalmadı mı?
Lider-partili ilişkisi bir yere kadar, seçimden sonra AK Parti içindeki gürültüyü duymaya başlarız
Yüce Divan oylamasıyla birlikte artık AK Parti içindeki farklı sesler daha belirgin hale geldi. Milletvekili adaylık listeleriyle ilgili de Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve Başbakanlık arasındaki derin görüş ayrılıkları olduğunu biliyoruz. AK Parti yakın zamana kadar ne olursa olsun yekpare görüntü verdi. Artık içeriden farklı sesler çıkmaya başlayacak mı sizce?
AK Parti’nin temel paradigması değişti. 2001’de kurucuların kabul ettiği parti programına ben bugün de imzamı atarım. Ben yine aynı yerde duruyorum ama AK Parti aynı yerde değil, bugün bambaşka bir noktada. Bunu içselleştirebilmek çok da mümkün değil. Samimi olan AK Partililerin bunu sorguladıkları kanısındayım. Ancak öylesine bir rant ekonomisi hayata geçirilmiş, bu rant dağıtımı halka halka genişleyerek öylesine yaygınlaşmış ki birçok kişi bu saadet zincirinin kırılmasından korkuyor. AK Partililerin yeniden milletvekili olup olmayacağı da Sayın Cumhurbaşkanı’nın iki dudağı arasında. Milletvekilliğinden ya da bakanlıktan kalkmak pek kabul edilir bir şey değil herhalde. Asıl gürültüyü herhalde seçim sonrasında duyacağız. Adaylar belirlenince de bazı sesler duymaya başlarız diye tahmin ediyorum.
Hakan Fidan’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a rağmen siyasete girmeyi tercih etmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Ben bunun danışıklı dövüş olduğu kanısındayım. Birileri iyi polis, birileri kötü polisi oynuyor. Ama seçim sonrasında hükümet içi ve parti içi bazı güç çatışmaları meydana gelebileceğine dair benim de şüphelerim var. Bir kişi kendisine verilmiş olan yetki alanının devamlı ihlal edilmesini kabul edemez. Bunu siyasi hayatımızda gördük. Sayın Özal’da gördük, Sayın Demirel’de gördük. Ağabey-kardeş ilişkisi veya lider-partili ilişkilerinin belli bir noktaya kadar bu müdahaleleri kabullendiği biliyoruz. Belli bir noktadan sonra da çatışma ve ayrılış dönemine girildiğini hep gördük. Dolayısıyla bunu beklemek çok abes olmaz.
Başbakan’ın başkanlık için
oy isteyecek olması trajikomik
AK Parti’yi içeriden tanıyan bir siyasetçi olarak çatışma ya da ayrılıkların fitilini ateşleyecek şeyin ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Burada önemli olan başkanlık sisteminin kabul edilip edilemeyeceği meselesidir. Çatışma buradan çıkacaktır. Tabii Sayın Davutoğlu’nun da bu seçimdeki durumu bana göre trajikomik bir durumdur. Başkanlık sistemi kendisinin yok olması demektir. Düşünün ki çıkıp meydanlarda ‘Ben başkanlık sistemini istiyorum’ demek zorunda. Düşünün ki bir başbakan kendi görevinin sona erdirilmesi için meydanlarda anayasal yetki isteyecek halktan. Böyle trajikomik bir olay zannetmiyorum ki dünya siyasi tarihinde ikince kez rastlanmıştır.
Siz kişisel olarak başkanlık sistemine karşı mısınız?
Ben başkanlık sistemine karşı değilim, bir kere onun altını çizeyim. Ben parlamenter sisteme de karşı değilim. İkisi de olabilir. İkisinin de iyi tarafı var, kötü tarafı var. Ama başkanlık sisteminde kuvvetlerin kesin olarak ayrılması olmazsa olmazdır. Bunun tipik örneği Amerika Birleşik Devletleri’dir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Türk tipi başkanlık bal gibi olur’ diyor. Bir de geçenlerde Meksika modelini işaret etti.
Biraz daha güneye inecek sanki. Bolivya’ya, Venezüela’ya inecek gibime geliyor. Çünkü Meksika’da yok öyle bir şey. Ama Venezüela’da var. Hem sorumsuz olacaksınız hem icraat yapacaksınız. Demokrasilerde böyle bir şey yok. Hem icranın başında olacaksınız hem de parlamentoyu da yöneteceksiniz. Anayasa Mahkemesi’ni de bazen böyle okşayacaksınız, Merkez Bankası başkanını okşar gibi. Bunun adı başkanlık sistemi değil, dünyada böyle bir başkanlık sistemi örneği yok. Ben buna karşıyım, başkanlık sistemine değil. Hatta arzu ederim. Tüm gerekleri yerine getirilse bana göre başkanlık sistemi Türkiye için en önemli çözümlerden biri olabilir. Ama o zaman yerel parlamentoları kurmak zorundasınız.
31 ilde valiler fiilen işlevsiz halde
Yerel parlamentolardan bahsedince herkes hemen yerel bir Kürt parlamentosundan bahsettiğinizi düşünecek.
Hayır, Kürt parlamentosu diye anlayan kim anlıyorsa yanlış anlıyor. Artık Türkiye merkezden yönetilemiyor, bu sona ermiştir. İnsanlar artık kendilerini yönetme hakkına sahipler. Ama ‘Bu hak olursa Kürtler de yapar, onun için kendimi yönetme hakkımdan vazgeçiyorum’ demek, ‘Kürt’ün son isteği anasını görmekse o da görmesin anasını, ben de görmeyeyim’ demek. Bu anlama geliyor. Ben her bölgede insanların doğrudan doğruya kendilerini yönetmeye katkı sağlamaktan bahsediyorum. Bu Karadeniz’de de olsun, Trakya’da da. Ama buralar etnisiteye göre ayrılsın da demiyorum, burası idari bölümler olarak ayrılsın. Bundan korkmaya lüzum yok. Şu anda zaten bu 31 ilde (büyükşehir) böyle tatbik ediliyor, farkında değil Türkiye. 31 ilde vali işlevsiz hale gelmiş durumda büyük şehirlerde, belediye başkanında olay. E belediye başkanını zaten seçiyoruz, belediye başkanı aynı zamanda vali olsun. Spor işi mesela, neden Ankara’dan yönetilsin?
HDP baraj altında kalırsa gider Diyarbakır’da yerel parlamento ilan eder mi? Böyle kaygıları olanlara ne dersiniz?
Yoo, çok çok derler ki bu Türkiye’nin ayıbıdır. Bütün dünya, Avrupa size döner ‘Utanmıyorsunuz, yüzde 9.9 rey almış bir partiyi meclise sokmadınız’ der. Türkiye’ye yönelik bakış daha da sertleşir. Öyle bir kaygısı olanların asıl o süreçten sonrasını düşünmesi lazım. Farz edelim HDP barajı aşmadı. AK Parti, Güneydoğu’da HDP’nin çıkaracağı bütün milletvekillerini fazlasıyla çıkardı. Anayasayı başkanlık sistemine göre değiştirdi ve kabul etti. Ondan sonra Kürtlerin değil Türklerin düşünmesi lazım. Baraj sorunu sadece Kürtlerin sorunu olmaz o noktadan sonra. HDP’nin hayatı değişmeyecek, yanlış algılama burada. 77 milyonun hayatı değişecek. Anlayamadıkları bu. HDP çizgisindeki partiler bir ara seçime de girmiyordu.
PKK artık illegal bir parti devlet olarak masaya oturmuşsan artık ona ‘terörist’ diyemezsin
Siz geçmişte şöyle diyordunuz; ‘Türkiye’de iki temel sorun var. Birincisi PKK sorunu, ikincisi Kürt sorunu’.
Doğru.
Bugün artık PKK ile bağlarını inkâr etmeyen, aynı blok içinde siyaset yapan bir partide görev yapacaksınız. PKK sorununu Kürt sorunundan ayıran o eleştirinizi hâlâ devam ettirecek misiniz?
Ettiriyorum, yine ettiriyorum. Benim müracaat edip üyesi olduğum altına imzamı attığım bir siyasi parti var. Ben PKK’ye müracaat etmedim. PKK üyesi filan değilim. Onunla müzakere etmek suçsa onu devlet yapıyor, bu bir. Ama ben PKK’li değilim, legal bir siyasi partinin üyesiyim. Ha doğrudur... PKK Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması nedeniyle bir başkaldırıdır. Ancak aradan geçen 30 yıl sonrasında artık PKK bir parti hüviyetini aldı. İllegal bir parti hüviyetini aldı.
Burayı netleştirelim. Tam olarak şunu mu söylüyorsunuz; PKK bir terör örgütüydü ama 30 senelik mücadelesinin ardından illegal bir partiye evrildi?
E, öyle oldu, çünkü bundan sonra da ben birilerinin kalkıp da ‘Biz terör örgütüyle müzakere yapmayız’ falan demelerine de gülüyorum sadece. ‘O zaman niye müzakere ediyorsun, niye aynı masadasın’ diye sorarlar adama. ‘Bizi ahmak mı zannediyorsun’ diye birilerinin sorması lazım. Siz eğer devlet olarak biriyle aynı masaya oturmuşsanız artık ona terörist filan diyemezsiniz kusura bakmayın. Bu sadece milliyetçi Türk kesimi kandırmaya dönük bir söylemden başka bir şey değildir.
6-7 Ekim olmasaydı HDP seçimden anamuhalefet olarak çıkardı
HDP’ye katılırken düzenlediğiniz basın toplantısında iddiayı oldukça yukarı bir yere koydunuz. ‘Yüzde 15’in altı mı üstü mü oluruz. Soru bu’ diyorsunuz. Oysa hâlâ yüzde 9 civarında gösteren anketler de var.
42 yıllık deneyimli bir politikacı olarak benim gördüğüm o. HDP’nin oyu yüzde 10’un çok üstünde, hem de bütün provokasyonlara rağmen. 6-7 Ekim provokasyonuna rağmen. Eğer 6-7 Ekim olayları olmasaydı ben yüzde 20 çıtasını koyardım. Ondan önce ben anamuhalefet partisi olacağı kanısındaydım.
HDP seçimlerden sizin umduğunuz kadar güçlü çıkarsa hem Öcalan’a hem de Kandil’e ‘Biz artık Türklerin de oyunu alıyoruz. Sizden talimat almayız, artık siz de biraz bizi dinleyin’ gibi bir çıkış yapabilir mi?
E yapabilir, çünkü her şeyin ötesinde rüştünü ispat etmiş olacaktır bana göre. Dolayısıyla genel politikaya da çok müspet bir katkı yapar, politikayı yumuşatır. Bugün AK Parti ve yöneticilerinin bakış açısı ‘efendi-köle’ bakış açısına benziyor. HDP’nin bu seçimde barajı aşması AK Parti’nin ayaklarını yere bastıracaktır. Öyle meydanın çok boş olmadığını, biraz daha yanlış yaparlarsa HDP’nin bir sonraki seçimde anamuhalefet partisi olacağını görmeleri gerekiyor. O nedenle de HDP’nin barajı aşması çok çok önemli. Ben global olarak, Türkiye açısından partinin gelişimine bakıyorum. Herkes daha çok benim Kürt kimliğimi öne çıkarmaya çalışıyor. Ama ben Türkiye açısından, global bakıyorum. Çünkü ben Türkiye’de yaşamaya karar vermiş olan bir insanım. Bu ülkede özgürce, demokrasi ve barış içinde yaşamak istiyorum. Ve çocuklarımın da burada yaşamasını istiyorum.
‘Kürtlerin devleti mi var ki dili olsun?’
Başbakan Erdoğan ‘Kürtlerin devleti mi var ki bir dili olsun’ diye sordu. Ben de şu yanıtı verdim; ‘Evet, devletle dil arasında irtibat kurulamaz. BM’de 180’e yakın devlet var ama dünyada binlerce dil var. İkincisi de evet, Kürtlerin bir devleti var’. Bunun üzerine kendisi hayretle sordu ‘Hangi devlet’ diye. Dedim ki ‘Türkiye Cumhuriyeti devleti. 20 milyona yakın vatandaşınız kendisini Kürt olarak nitelendiriyor. Onlar da oy kullanıyor. Sizin partinize de oy verdiler. Siz de seçildiniz, hükümet kurdunuz, başbakansınız. Bu devlet aynı zamanda Kürtlerin devletidir, siz Türkler kadar onların da başbakanısınız. Yaşayan bir dil olan, 20 milyon vatandaşınızın anadili olan Kürtçenin yaşatılmasını istemek en tabii haktır. Ben vatandaş Dengir Fırat olarak anadilde eğitim yapılmasını ve çocuklarımın Kürtçe öğrenmesini istiyorum’. Olay budur. Ben o tarihte Oslo sürecinin başlatılacağını bilmiyordum. Hatta TRT Şeş’in o kadar hızla açılacağından da haberim yoktu.