Eski MİT Müsteşar Yardımcısı: PKK silahsızlanma şartıyla masada bulunabilir

Türkiye siyasetlerinin PKK’ye endeksli siyaset üretmesini eleştiren Öneş, PKK’nin talepleriyle sınırlı olmayan çözümler üretilerek Türkiye’nin kendi potansiyeliyle, kendi demokratik hedeflerine uygun bir çözüm projesi ortaya çıkarması gerektiğini ifade ediyor.

14.04.2016, Per - 06:53

Eski MİT Müsteşar Yardımcısı: PKK silahsızlanma şartıyla masada bulunabilir
Haberi Paylaş

Son günlerde Başbakan Davutoğlu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birbiriyle çelişen ifadeler kullanarak da olsa Çözüm Süreci’ni işaret etmeleri kamuoyundaki ‘barış’ beklentilerini yeniden hareketlendirdi. Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş ise, devletin çözüm konusunda henüz kesin bir kararlılık oluşturmadığını savunuyor. Öneş’e göre hükümet PKK silahları bırakıncaya kadar çatışma yönteminde ısrar edecek.Türkiye siyasetlerinin PKK’ye endeksli siyaset üretmesini eleştiren Öneş, PKK’nin talepleriyle sınırlı olmayan çözümler üretilerek Türkiye’nin kendi potansiyeliyle, kendi demokratik hedeflerine uygun bir çözüm projesi ortaya çıkarması gerektiğini ifade ediyor.

Demokratik bir yol haritasının iktidar ve muhalefet partileri ile toplumun en geniş ittifakıyla ortaya çıkarılabileceğini savunan Öneş, “PKK’nın sadece silahsızlandırılma meselesinde masaya oturabileceğini, ancak Türkiye’nin demokratikleşmesi meselesinin TBMM’nin sorumluluğunda şekillendirilebileceğini, Türkiye toplumunun iradesiyle şekillendirilmesinin gerekliliği kaçınılmazdır. O bakımdan yeni çözüm şartları, yeni masa, geçmişte yapılan yanlış uygulamaların/pratiklerin göz önünde bulundurularak; iktidar ve muhalefetin bir demokrasi ittifakını ortaya çıkarmak, toplumun desteğini de alarak PKK’nın silahsızlandırılması için PKK’yla, Öcalan’la, Kandil’le ve diğer aktörlerle masaya sadece silahsızlandırılma konusunda” oturtulabileceğini söylüyor.

Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş BasHaber’in sorularını yanıtladı.

Başbakan Davutoğlu Diyarbakır ziyaretinde gazetecilerle yaptığı bir toplantıda PKK’ye Mayıs 2013’deki pozisyonuna çekilmesi yani sınır dışına çekilmesi halinde Barış Süreci’nin kaldığı yerden devam edeceğini açıkladı. PKK’ye yönelik Davutoğlu’nun bu çağrısı, şiddeti durduran yeni bir dönemin başlangıcı olabilir mi?

-Sayın Davutoğlu’nun açıklamasına müteakip sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklaması oldu. Buna müteakip grup toplantısında sayın Başbakan’ın sayın Cumhurbaşkanı’na paralel bir açıklamasıyla karşılaştık. Tabi ki bu ilk açıklamayla son açıklama arasında bir farklılık gözüküyor. İlk açıklamasında 2013 Mayıs ayındaki duruma dönülebildiği takdirde müzakere şartlarının oluşabileceği şeklinde bir durum ortaya çıktı. PKK’nın silahları susturması ve silahlı güçlerini sınır dışına taşıması halinde bir müzakere başlama süreci ortaya çıkmıştı. Böylesine bir açıklamadan PKK’nın 2013 Mayıs şartlarına dönmesi halinde tekrar müzakere koşulları oluşabilecek gibi bir algı ortaya çıktı. Ancak Cumhurbaşkanımızın müzakere şartlarının oluşmadığını, masada “terörist” örgütle oturulamayacağını ve son “terörist” kalıncaya kadar mücadelenin sürdürüleceğini ifade etmesi yeni bir durum ortaya çıkardı. Başbakanının da son açıklamaları, Cumhurbaşkanıyla paralel bir ifadeyi taşıyordu. O bakımdan söylenebilecek husus bu konuda kesin bir kararlılığın henüz oluşmadığı, ancak kesin olan durumun PKK’yla mücadele şartlarının devam ettirileceği ve PKK’nın silahlarını bırakıncaya kadar ve bu mücadele şartlarının devamlılığında AK Parti iktidarının, aynı zamanda sayın Cumhurbaşkanının kararlı oldukları görülüyor.

Sizce devlet katında bu tezat açıklamalar bir taktik mi, devletin kafası mı karışık yoksa Cumhurbaşkanı hala tribünlere mi oynuyor? Mesele nedir?

-Tabi ki bu iki açıklama arasında bir niyet okuması yapamayız. Spekülasyon yapmak da doğru değil. Ancak anlaşılan o ki çözüm şartlarıyla ilgili olarak ortaya çıkacak yeni durum 2013 Mayıs şartlarından farklı olacaktır. PKK ile masaya oturulması şekli, Öcalan’la görüşme meselesi, Kandil ile görüşme imkanları, HDP ile görüşme şartları gibi müzakere şartları içerisinde ele alınacak konularda sanıyorum ki yeni durumların ortaya çıkması kaçınılmaz gibi.

Ancak bölgede çatışmalar devam ediyor, ciddi kayıplar yaşanıyor. Bu durumda kontrolden çıkan bir savaştan söz edilebilir mi?

-PKK’nın yöneticilerinin söylemlerinden ziyade, fiili duruma bakmak gerekir. PKK şiddeti tırmandırarak, şiddet türünü bir kör teröre dönüştürerek, intihar eylemcileri bombalı eylemler çok yaygın tuzaklar ve sivillere yönelik katliam denilebilecek eylemliliği ortaya çıkarması ve süreklilik kazandırması bu durumu ortaya çıkarmıştır. PKK’nın, hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği kitlesel terör görüntüsü veren, gerçeğini ortaya çıkaran uygulamaları karşısında Türkiye’deki demokratik süreçte çok önemli aktör olan ve bu aktörlüğünü sürekli geliştiren ve Türkiye halkı tarafından da benimsenen HDP’nin demokratik misyonunu çok geriye götürmüş ve demokratik çözüm şartlarına ağır darbe vurmuştur. Böylesine bir gerçeklilik ve Türkiye halkının büyük çoğunluğunda ortaya çıkan ölümler karşısındaki duygusallık dikkate alındığında buradan siyasi iktidarın ve siyasi partilerimizin tepkilerini Türkiye siyasetçileri dikkate almak zorunda kalacaklardır diye düşünüyorum. O bakımdan yeni çözüm şartları, yeni adımları ve yeni uygulamaları beraberinde getirecektir.

PKK’nin son zamanlardaki kent savaşları, demokratik özerklik ilanları tabanda karşılık bulmadı. Bölgede halkın taraf olmadığı ancak zarar gördüğü bir savaş var. Kentler viraneye döndü. Güvenlik konseptlerini izleyen birisi olarak sizce PKK neden kazanamayacağı bir çatışmaya girdi?

-PKK’nın Ortadoğu’daki gelişmeler içerisinde yeni pozisyon aldığını düşünüyorum. Ortadoğu’daki gelişmeler içerisinde Kürd siyasetinin kazandığı önem dikkate alındığında ve IŞİD’e karşı verilen mücadelede özellikle PYD ve YPG’ye karşı oluşan sempati üzerinde Suriye’de özerk yapılar oluşturması, kantonlar arasında bütünleşme sağlaması gibi ve Suriye’de yerel bir otorite oluşturması gibi bir stratejiyi ön plana çıkardı. Bu strateji de Suriye’deki kazanımlarını pekiştirebilmek için paralel olarak Türkiye’de terörü tırmandırarak Türkiye’yi kendi sınırları içinde meşgul etme gibi taktiksel bir yapı içerisine girdi. Bu, Türkiye içi eylemleriyle bir halk ayaklanması kavramını hayata geçirmek istedi diyebiliriz. Bunun daha başkaca bir izahı da olmaması gerekir. Ancak sonuçlar gösteriyor ki; terör eylemleri, kitlesel eylemler, sivillere yönelik eylemlerle, kaos yaratarak amaca ulaşma olayları 21.yüzyıl içerisinde gerçekleşebilecek bir durum değildir. PKK, bana göre hem objektif şartları; gerek Türkiye’deki, gerekse özellikle Suriye ve Irak’taki şartları yanlış değerlendirmiştir. HDP’nin alabileceği rolü elinden alarak, HDP’nin Türkiye içerisinde durdurarak ve kendi örgütsel-ideolojik yapısını ön plana çıkarma gayreti esasen demokratik bir ülkede hayata geçmesi mümkün değildir.

Kaybettiğini mi söylüyorsunuz?

-Kesinlikle PKK’nın kaybettiğini söyleyebilirim. Türkiye’nin demokrasisinin gelişiminde önemli engeller ortaya çıkarmıştır. Ayrıca PKK, Suriye’deki özerk yapılar oluşturma gayretine de kendisinin hedef koyduğu sürece, kendisi için de engel ortaya çıkarmıştır.

Hükümetin sürekli HDP’ye yönelttiği bir eleştiriyi ifade ediyorsunuz. HDP’nin PKK ile arasına mesafe koymadığı meselesi.. HDP bu karmaşık ve çatışmalı dönemde ne yapabilirdi ki?

-HDP ile AK Parti arasındaki siyasi mücadele çerçevesinde konjonktüre göre farklı tavırlar ortaya çıkabiliyor. HDP burada PKK’nın şiddet eylemliliği karşısında çok kesin duruşlar ortaya çıkaramamıştır, şeklinde meseleye bakanlar da var. O şekilde bir yorum yapılması da mümkün. Ancak HDP, PKK’nın etkilediği kitleler üzerinde siyaset yapmakta. O kitlelerin eğilimlerini dikkate almak zorundadır. HDP’nin Türkiye siyasetindeki meşruiyeti ve Türkiyeli olma politikası önemlidir. Bu Türkiyelileşme politikasının Türkiye demokrasisine PKK’yı silahsızlandırılarak entegre etme gayretlerindeki rolü önemlidir ve desteklenmesi gerekiyor. O bakımdan bugün evet bu çok karmaşık dönemde HDP’ye bazı eleştirilerimizi getirebiliriz; ancak HDP’nin Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sunma ve PKK’nın silahsızlandırılmasında oynayacağı önemli roller sebebiyle yardım edilmesi ve desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu hem iktidar hem de muhalefet partileri için de böyledir. Türkiye’nin demokratikleşme adımlarında HDP’nin geri çekilmesi hem Ortadoğu’daki Kürdler, hem de Türkiye’deki Kürdler açısından önemlidir; hem de barış için önemlidir.

Öte yandan devlet, kentlerin yıkımı ile sonuçlanacak, sivillerin ölümüne neden olacak, vahşet gösterileri ile PKK’nin taktiklerinden kaçan halkın kendisinden daha da nefret etmesine neden olacak bu türden uygulamalarda neden ısrar ediyor?

-Devletin bu uygulamalarda ısrar etmesi, PKK’nın bu şiddet eylemliliği karşısında Türkiye toplumunda oluşan hassasiyetlere karşılık vermek ve 30 senedir devam eden bir terörist eylemlerin devamlılık süreci karşısında Türkiye toplumunun hassasiyetlerini dikkate alan ve güvenlik eksenli bir politikanın ön plana çıkması gibi kaçınılmaz bir durumla bağlantılıdır. Böylesine bir duruma rağmen PKK’nın silahlı hareketiyle eylemliliği karşısında en etkin güvenlik tedbirlerini yasalar çerçevesinde almak devletin en öncelikli hakkıdır, görevidir, sorumluluğudur. Ancak buna paralel PKK’nın silahsızlandırılması koşullarının yaratılması için ihtiyaç duyulan demokratikleşme adımlarını hayata geçirmek için bir yol haritasının ortaya konulması gerekiyor. Bu da parlamento içinde ve dışında ittifaklarının ortaya çıkarılmasının kaçınılmaz ve vazgeçilmesi olduğunu düşünüyorum.

Hükümetin böyle bir yol haritası var mı?

-Şuanda somut bir yol haritası göremiyoruz. Etkin güvenlik tedbirleri sürdürülürken demokratik açılımların ve silahsızlandırma şartlarını yaratacak bir projenin ele alınmasının barış şartları için önemli olduğunu düşünenlerdenim.

PKK ve devlet yetkilileri geçtiğimiz süreçte Öcalan’ın yapıcı rolünden sıkça söz etti. Eğer gerçekten Öcalan’ın çatışmaları durdurabilecek bir kudreti varsa neden devreye sokulmuyor? Bu durum insanın aklına iki tarafında çatışmaya ihtiyacı olduğu, bu nedenle de Öcalan’ı devre dışına ittiği gibi bir düşünceyi getiriyor. Siz ne dersiniz?

-Şahsen ben Öcalan’ın Mart 2013 Newroz’un da açıklanan deklarasyonun çerçevesini ve içeriğini destekleyenlerden biriydim. Burada olay, Türkiye’de silahlı mücadele şartlarının ortadan kalktığı ve demokratik siyaset içinde siyasi mücadelenin ön plana çıktığı mesajıydı. Bu mesaj Türkiye’de ve Ortadoğu’da barış şartlarının oluşturulması mesajıydı. Bu paradigma önemliydi. Öcalan’ın yeni açıklamalarını göremiyoruz, duyamıyoruz ancak Öcalan’ın bu paradigma çerçevesindeki görüşlerini koruduğunu düşünüyorum. Buradaki olay, Türkiye’nin iç politikasında Kürd meselesinin ve PKK’nın silahsızlandırılma meselesinin ve PKK’yla görüşme şartlarının bir iktidar-muhalefet yarışması aracı olarak kullanılmasının maalesef arzu edilmeyen sonuçları ortaya çıkaran şartlardan biri olarak görüyorum. Ayrıca Ortadoğu’daki gelişmeler ve PKK’nın fiili otorite oluşturma, PKK’nın silahlı gücünün korumasında ve vesayetinde; gerek Suriye’de gerekse Türkiye’de fiili durum ortaya çıkarma ve dayatma arayışının da siyasi iktidarın son politikasını şekillendirdiğini, bu gelişmelerin politika oluşumunda ağırlık kazandığını görmek gerekir.

Öcalan’ın etkinliğinin kırıldığına dair, Kandil ile aralarında bir uzlaşmazlık olduğuna dair, 2013 Newroz’u mektubundan sonraki süreçte bunu yapamadığına dair bir tespit var. Sonrasında bu çatışmalı sürecin ortaya çıkmasında bunun etkili olduğuna dair bir tespit var. Öcalan’la Kandil arasında sizce de bir uyumsuzluk var mı?

-Öcalan’ın özellikle Kürd siyasetinin etkilediği kitleler üzerindeki gücü ön plana çıkıyor ve ben Kürd siyasetinin etkilediği kitleler üzerindeki Öcalan’ın gücünün korunmakta olduğunu kişisel olarak değerlendiriyorum. Yalnız Kandil olayı farklı değerlendirilmesi gereken bir olaydır. Kandil, Türkiye’nin sınırları dışında ve Kandil’in hedeflerinde ve taktiksel yaklaşımlarında konjonktürel gelişmelerin etkileri var. Gerek bölgesel güçlerin, gerekse küresel güçlerin bağlantılarının etkilerinin Kandil’i merkezi olarak veya Kandil içindeki etkin grubu etkilediğini düşünmek öncelikle önemli. Kandil’in son 7 Haziran seçimlerinden sonraki eylemliliği tırmandırma durumunun Öcalan’ın stratejik yaklaşımıyla uyumlu olmadığının da görebiliriz. Ancak Öcalan’ın bu konudaki düşüncelerini bilmediğimiz için bir sonuca varmak da mümkün değil. Her şeye rağmen kitleler üzerinde etkili olan Öcalan’ın PKK’nın silahlı gücü üzerinde de etkili olmaya devam edeceğini söyleyebiliriz.

Yeniden diyalog masasına dönülürse, bunun formu ne olur sizce? Devlet sık sık PKK’yi hatta HDP’yi muhatap almayacağını söylüyor, HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması da gündemde. Bu durumda kiminle konuşulacak?

-Bir defa barış şartlarının ortaya çıkarılması, barış şartlarını oluşturabilmek için mümkün olan her adımın atılması önemlidir. Çünkü barış hem Türkiye için hem bölge için bir ihtiyaçtır. Burada HDP, Türkiye’nin meşru ve hukuki bir aktörüdür. Kürd siyasetinin etkilediği önemli bir kitleyi etkilemekte ve o kitlenin talepleri istikametinde politika yapmaktadır. Eksiklikleri var, ama temel strateji ve örgütün büyük çoğunluğunun siyasal bakışı olarak ortaya çıkan Türkiyelileşme projesi, Türkiye’deki demokratik gelişmenin ve PKK’nın silahsızlandırılması şartlarının yaratılmasında da HDP’ye önemli bir rol düşmektedir. Bunun şahsen siyasi iktidarın HDP’ye karşı olan yaklaşımında yeni bir tavrın ortaya çıkmasının önemine işaret etmek isterim. Özellikle Davutoğlu hükümetinin yeni şartlarla uyumlu yeni politikalar üretme arayışı içerisinde, Türkiye’nin demokratikleşmesi hamleleri ve adımlarında gerek CHP, gerek HDP ile olan ilişkilerinin önem kazanması Türkiye’ye barış getirir. Türkiye’nin çıkarları istikametinde bir süreci başlatabilir.

Türkiye ve PKK’nin bölgede gelişen iki ayrı Şii-Sünni veya Doğu-Batı bloku haline geldikleri ve mevcut çatışmaların da Suriye’deki gibi Türkiye’ye sıçrayan boyutları olduğu iddia ediliyor. Kürdistan’daki savaşta bölgesel güçlerin veya bu rakip blokların rekabetinin ne kadar etkisi var?

-Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmek istendiği bir süreçte, sıcak çatışma ortamında, küresel güçlerin rolü ve etkinliği bilinen hususlar. Tarihi süreçler içerisinde de ortaya çıkan ve günümüzde de devam eden bir gerçeklik. Tabi ki böylesine Ortadoğu’daki çıkar çatışmalarının meydana geldiği bir ortamın, Suriye’yle Irak’la İran’la en geniş sınırlara sahip Türkiye’yi etkilememesi mümkün değil. Türkiye’nin demografik yapısı Ortadoğu demografik yapısıyla iç içedir. Kardeşlik, soydaşlık bağları, inanç bağları hepsi benzerlikler içeriyor. O bakımdan evet küresel güçlerin bu etkilerini dikkate almamız gerekir. Kişisel olarak bu etkileri dikkate alarak öncelikli sorunun Türkiye’nin kendi içinde toplumsal uzlaşmasını sağlayarak, demokratik süreçlerde Türkiye demokrasisine nitelik kazandırarak, hukukun üstünlüğünün şekillendirildiği bir yapı ortaya çıkararak ve eşit vatandaşlık kavramını gerek anayasal düzeyde, gerekse pratikte hayata geçirerek ve katılımcı bir demokrasi içerisinde tüm kimliklerle bir bütünlük ortaya çıkarması durumuyla, var olan potansiyeline yeni imkanlar ve güçler katacağını düşünüyorum. Türkiye bu şartlara da sahiptir. Önemli olan bu şartları ortaya çıkarabilecek siyasi adımların atılması ve nitelikli bir siyaset üretimiyle PKK’nın silahlı mücadele şartlarını toplumdan ve kitlelerden tecrit etmektir. Şahsen, ancak böylesine demokratik bir çıkışın, demokratik siyasi çözümlerin meseleyi çözebileceğine inanıyorum.

Sizce bu çatışma sürecinin sonunda taraflardan birinin tasfiyesi mümkün mü? Bilindiği gibi bu çok denendi ancak sonuç vermedi. Bu durumda iken masaya dönülmesi için neler yapılmalı? Yakın zamanda, dönüşü imkansız bir sürece girilmeden yeniden barışa dönülmesi söz konusu olabilir mi?

-Şahsen ben Türkiye’de, Türkiye siyasetlerinin PKK’ya endekslenmeden, PKK’nın talepleriyle sınırlı çözümler üretmeden Türkiye’nin kendi potansiyeliyle, kendi hedefleriyle, demokratik hedefleriyle bir çözüm projesinin ortaya çıkarılmasının gerekli olduğunu düşünenlerdenim. Böylesine bir demokratik yol haritasının Türkiye tarafından siyasi iktidarı ve parlamentoda bulunan siyasi partilerin ve toplumun en geniş ittifakıyla bir demokratik yol haritası, bir çözüm haritasının ortaya çıkarabileceğini düşünüyorum. Böylesine bir demokratikleşme adımlarına paralel, silahsızlandırma çalışmalarının da şeffaf bir şekilde ortaya konulması gerektiğini düşünüyorum. Bu durumda PKK’nın sadece silahsızlandırılma meselesinde masaya oturabileceğini, ancak Türkiye’nin demokratikleşmesi meselesinin TBMM’nin sorumluluğunda şekillendirilebileceğini, Türkiye toplumunun iradesiyle şekillendirilmesi gerekliliği kaçınılmazdır. O bakımdan yeni çözüm şartları, yeni masa, farklı geçmişin, çözüm sürecindeki yanlış uygulamaların/pratiklerin göz önünde bulundurularak bir demokratikleşme ayağında iktidarı ve muhalefetiyle bir demokrasi ittifakını ortaya çıkarmak, toplumun desteğini de alarak PKK’nın silahsızlandırılması için PKK’yla, Öcalan’la, Kandil ile veya diğer aktörlerle de masaya sadece silahsızlandırılma konusunda oturulabileceğini ifade etmek istiyorum.

Nerina Azad
Bu haber toplam: 4523 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:08:22:33
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x