Suriye'nin seçilmiş ilk cumhurbaşkanı Muhammed Ali el-Abid, Başbakan Ata el-Eyyübi'yle birlikte,1936
Aynı süreçte Kürtler, Türkiye'nin Hatay üzerinde hak iddia etmesine de karşı çıkıyorlardı… Bağımsızlıktan sonra yeni ortama uyum gösteren Kürtlerin başlangıçta dişe dokunur bir sorunları ve şikâyetleri yoktu. Suriye'deki farklı siyasi parti ve oluşumlara da üye olmuşlardı.
Fransız manda yönetiminin icraatlarından canı yanan Kürtlerin Suriye Arap toplumuyla omuz omuza direniş ve mücadele faaliyetleri, 1943'te bağımsızlık elde edilmesine kadar sürdü. İki yıl sonra Fransa'nın, askerlerini Suriye'den tamamen çekmesiyle işler tersine döndü. Suriye rejimi, Kürt halkı üstünde giderek artan bir baskı politikası uygulamaya başladı.
Kürtlerin gerek direniş sürecinde gerekse bağımsızlık elde edildikten sonraki taleplerinin görmezden gelinmesinin asıl nedeni şuydu: İzleyen dönemlerdeki iktidarların Kürt-Arap entegrasyonunu amaçlayan (şovenist/milliyetçi-FB) politikaları!" 3
Suriye'deki iki halkı (Arap-Kürt) ve farklı inançları karşı karşıya getiren bu gelişmeye ilişkin ayrıntıları, İsviçreli araştırmacı Jordi Tejel'in kitabının ilgili bölümünden izleyelim:
"1932 yılından itibaren, yörenin Kürt ve Hıristiyan önde gelenleri, Cezire bölgesinin özerkliği için Fransız makamlarına başvurdular ama sonuç alamadılar.
1936'da esas olarak Fransız yönetimini hedef alan Suriye'deki büyük karmaşa, Kürtlerle Hıristiyanların ittifakını elzem kılıyordu. Haco Ağa (Hevirkan aşireti reisi), Mahmud Bey (Milli aşireti reisi) ve Qamişlo Hıristiyan ileri geleni Michel (Mişel) Dome arasında bir koalisyon gerçekleşti.
Buna karşıt Arap koalisyonu ise, Şam'daki pan-Arabist milliyetçi hükümet ve Bedevi Şammar aşireti reisi Deham al Hadi tarafından yönetilen ittifakla işbirliği halindeydi.
Aynı yıl yapılan genel seçimler özerklik yanlılarının hoşnutsuzluğunu daha da arttırdı. Arap milliyetçilerinden oluşan Milli Blok, alternatif bir aday listesi hazırlayıp Cezire mütegallibesini yanına çekmişti. Buna rağmen Cerablus ve Cezire yöresinden iki özerklik savunucusu aday seçimi kazanmıştı.
Milli Blok özerklik isteyen kesimlere karşı saldırgan bir tutum takındı. 'Din Allah'a, yurtseverlik hepimize aittir. Din Allah'a, Vatan hepimize!' sloganıyla hareket eden bu bloğun lideri Cezire Kaymakamı Amir Behçet Şihabi, yöre halkını silahsızlandırmaya niyetlendi: Halep, Humus ve Hama'daki Arap köylülerini Cezire bölgesinde yerleşmeye teşvik etti; özerklikten yana olduğundan şüphelendiği Kürt memurları işten attırdı.
Cezire'deki Kürt nüfusun yaklaşık üçte biri Arap koalisyonunu destekliyordu.1937 yılında gerçekleşen parlamento seçimleri sırasında her iki koalisyon arasında dramatik çatışmalar yaşandı. Olayların neden olduğu düşmanlıkların yayılması, yerel ittifakların ne kadar kırılgan, geçici ve karmaşık olduğunu da gösteriyordu.
Sözgelimi Arap koalisyonu çevresiyle Kürt destekçileri, 'Gâvura karşı Müslüman birliği ve dayanışması' yolunda propaganda yaparak Kürtleri bölüp yanlarına çekmeyi başardılar.
Temmuz ve Ağustos 1937'de nüfuzlu önderlerine bağlı Kürtler Haseke, Amude ve Qamişlo'da olaylara karışmış; Arap koalisyonunu canla başla desteklemişlerdi. Fransızlar, bölgeye asker yığınağı yapmış; olayların tehlikeli boyutlara varması Kürtlerin yerel düzeydeki siyasetini zayıflatmış; onların Hıristiyan müttefikleri ise koalisyondan ayrılmıştı.
Sonuç olarak 1937 isyanı başlamış oldu. Cezire'de küçük çaplı silahlı çatışmalar yaşandı ve çarşı pazar kapandı. Kaymakam kaçtı; polis teslim oldu.
Bu başkaldırı, safları ayrıştırdı. Milliyetçilerle özerkçiler karşıt mevzilerde yerlerini alırken, barış içinde yaşayan farklı topluluklar arasındaki bağlar daha da kırılgan hale geldi.
1943-44 yılları arasındaki Kürt-Hıristiyan Bloğu, öncekinden farklıydı. Her iki topluluk, kendi çıkarları, özgünlükleri ve gündemleri olduğunu fark ettiler.
Özellikle Amude şehrinde yaşanan bir cinayet olayı ve İslam kardeşliğine kanmış olan bir kısım Kürt çevresinin Arapların yanında Milli Bloğa katılması, Hıristiyan kesimi iyice ürkütmüştü.
Bu arada Kürt ileri gelenleri, Cezire bölgesinin Kürtlüğünden söz etmek suretiyle kendileriyle Suriye'nin geri kalanı arasında bir ayrım çizgisi oluşturdular.
(Süryani Katolik Papazı) Monsignor Hebbé'nin raporuna göre; Suriye ve Lübnan Kürtleri farklı kimlik stratejisi güdüyorlardı.
Örneğin yıllardır mülteci durumunda yaşayan Kürtler, etnik kimliklerine daha az ilgi duyuyorlardı. Bir kısmı ise, muhtemel bir özerklik için sınır ötesindeki kardeşleriyle ortak projelerinin olması gerektiği düşüncesindeydiler.
Kürt ulusalcıları her iki kartı birden oynadılar. Bir yandan Cezire bölgesinin bir büyük devletin yahut uluslararası kuruluşun himayesinde Kürdistan ile birleşmesine ilişkin umut besliyorlardı.
Öte yandan Şam yönetimiyle çatışmak istemiyorlardı. Zira savaş sonrasında bu ülkede kalmaları sağlanmıştı. Dolayısıyla, sonuçları öngörülemeyen ihtilaf ve çatışmalar yaratmamaya özen gösteriyorlardı.
Bu ruh haliyle hareket eden Kürt milletvekilleri, 1945'te Suriye Cumhurbaşkanı Şükrü el-Kuvvetli'ye Kürtlerin ılımlı şikâyet ve serzenişleriyle beklentilerini yumuşak bir dille aktardılar. Ancak Fransız işgalinin sona ermesiyle birlikte, vaat edilmiş hiçbir talep yerine getirilmedi.
Arap milliyetçileriyle Kemalist yönetimin protestolarından çekinen işgalci Fransızlar, özerklik yasasını hasıraltı ettiler.
Sadece Kürt toplumunun Suriye devletiyle bütünleşmesini öngören maddeleri (bireysel haklar gibi) anayasaya koydular.
Kürt-Fransız işbirliği, Fransa'nın Suriye ile imzaladığı 1936 tarihli anlaşmayla fiilen sona erdi. Türkiye ile varılan sınır anlaşması sonucunda, Fransızların 'Kürt muhalefetini' Kemalist yönetime karşı kullanma siyasetinin önemi de azalmış oldu.
Fransız işgal yönetimi döneminin sonuna doğru Kürtler, üç kamp arasında bölünmüşlerdi: Arap milliyetçileri, komünistler ve Kürt milliyetçileri.
İkinci Dünya Savaşı süresince İtilaf Devletleri, Wilson Prensiplerinden esinlenerek Kürtlere özerk bir devlet sözü vermiş; Atlantik Sözleşmesinde (Atlantic Charter) buna işaret edilmişti.
Kürt ileri gelenleri, San Francisco Konferansında, henüz bağımsızlığına kavuşmamış halkların kendi taleplerini uluslararası kurum ve kuruluşların toplantılarında dile getirme yönünde talepte bulunmuş; ancak talep kabul görmemişti.
Kürt sosyolog ve araştırmacı Hamit Bozarslan, şu önemli noktaya işaret etmektedir:
Kürt milliyetçiliği, yeni bir ulusalcılık tarzıyla kendini temsil etme yoluna gitti: Bağımsızlık hakkının talebi, herhangi bir imparatorluk veya sömürgeci devlete değil; bizzat sömürgeciliğin tasfiyesi ve bağımsızlık sürecinde ortaya çıkan (kurulan) devletlere yönelikti.
Suriye Parlamentosundaki Kürt milletvekilleri, gönüllü olarak veya baskılar sonucunda, bölgeleri için özerklik istemekten vazgeçtiler.
Mustafa Kemal'in ölümünden sonra, Kürt kökenli İsmet İnönü'nün 'Milli Şef' olması, Türkiyeli Kürtler tarafından durumlarının iyileşebileceği biçiminde yorumlandı.
Öyle ki, Türkiye'ye dönme umutlarını kaybetmeyen Cerablus'daki Şahin ailesinden kardeşler, İngiliz temsilcilerden şunu rica ettiler:
Bizim adımıza Türk Hükümeti nezdinde girişimde bulunup, Kürtlere ilişkin müktesep hakların devreye sokulmasını sağlayın ki, bizim de dönüş yolumuz açılabilsin.
Hoybun önderlerinin Suriye'deki eski faaliyetleri, bu ülkeye sığınan ve Hoybun teşkilatıyla ilintili olan Kürtlerin konumları açısından ağır bir yük (vebal) teşkil ediyordu.
Dolayısıyla tekrar Türkiye'ye dönmeleri imkânsızdı. 1948'de Suriye aşiret reislerinin baş temsilcisi durumundaki Fuad Bey (El Halebî), 'Belli başlı Kürt önderleri hakkında çıkarılan idam hükmü, Türkiye'de hâlâ geçerlidir. Bunun istisnası yoktur!' demişti.
Yaşanılan onca şeyden sonra ortaya çıkan şuydu:
1940'ların sonunda Kürt hareketinin çeşitli siyasi kesimlerini bir araya getirebilecek bir lideri ve planı yoktu. Bu gerçeklik karşısında Cegerxwin ve Qedri Can gibi kimi Kürt şahsiyetler Suriye Komünist Partisi'ne (SKP) girdiler.
Genç ve siyaseten aktif Kürtler, Kürt hareketi içindeki geleneksel seçkinleri (Batıcı aydınlar, şeyhler ve ağalar) 'halk düşmanları ve devri geçmiş' kişiler olarak görüyorlardı.
Kürtlerin yönelmeleri SKP'nin bir 'Kürt Partisi' olarak görülmesine yol açtı.
Esasen SKP, 1933'ten beri Heyy-ul Akrad (Kürt Mahallesi) çıkışlıların yönetimindeydi. SKP Genel Sekreteri Halid Bakdaş, Kürtlüğünü iyi kullanıp yaptığı propagandayla 1954'te milletvekili seçilmişti.
Bu olgu, Halid Bakdaş'ın Kürt bölgelerindeki (Ali Ağa Zilfo gibi) eşraf kesimiyle özel ilişkisi ve ülkedeki azınlıkların algı yönetimiyle açıklanmış oldu.
Diğer bir deyimle, azınlıkların nezdinde, komünizm Arap milliyetçiliğine karşı bir dayanak ve barikat olabilirdi.
Suriye ordusunda görevli Kürtler, 1946'da bu hizmette kalmayı yeğlediler.
Subay/astsubay olmak emekçi sınıflar ve küçük burjuvaların toplumsal konumlarını iyileştirmeleri için nadir bulunan bir fırsat sayılıyordu.
Fransızların getirdiği seçim sistemi sayesinde Kürt siyasetçiler, 1947-49 yıllarıyla 1954-58 döneminde milletvekili seçilebildiler. Abdulbaki Nizameddin (1949-57) döneminde birden fazla Kürt bakanlık koltuğuna oturdu.
Suriye'yi yöneten ilk iki şahsiyet yani Hüsnü Zaim ile Edib Çiçekli, Hama yöresinden tanınmış Kürtlerdi. İkisi de (1953'te ortaya çıkan) Arap Kurtuluş Hareketi'nin üyesiydiler.
Toplumsal tabanları güçlüydü ve Sünni kesimce destekleniyorlardı. Bu sayede orta tabakadan ünlü Arap ailelerinin (Mulqi, Sabbağ, Barudi) önde gelen gençlerini yanlarına çekebildiler.
Her iki yönetici de Muhsin Barazi (Berazî) ve Fevzi Selu gibi Hama'nın önde gelen Kürt şahsiyetlerini en yakınlarına aldılar.
Barazi, başbakan oldu. Aynı kökenden Nuri İbeş ise, Kürt çevrelerle sıkı ilişkileri nedeniyle kabinede görev aldı.
Bu atamalar, Arap milliyetçileri arasında 'Kürt Askeri Yönetimi' oluşturuldu yolundaki dedikodulara yol açtı.
İslamcı Müslüman Kardeşler, H. Zaim yönetimini, 'Arap birliğini yıkmak için Çerkeslerle Kürtleri orduya doldurmak suretiyle bir çeşit Kürt Cumhuriyeti ikame etmekle' suçladılar.
Bu tür itham ve söylentiler, Kürt hareketi saflarında, 'Zaim, Suriyeli Kürtler için bir şeyler yapacak' tarzında söylentilerin dolaşmasına yol açıyordu.
Bir süre sonra Celadet Bedirhan, Zaim'le buluştu ve kendisini 'Suriye siyaset sahnesine çıkarıp destekleme' arzusunu dile getirdi.
Fakat Zaim, soyadının Arapça (lider, önder, reis, başkan) olmasına atfen, 'Suriye'de iki zaim (yani lider) istemiyorum!' diyerek kestirip attı.
Bu ifade, Kürt kökenli Zaim'in Kürtlüğü/Kürtleri kullanmak suretiyle iktidara gelip orada tutunmaya çalıştığını da gösteriyordu.
Devlet Başkanı Zaim ile başbakanı ve soydaşı Barazi olan yönetimin Kürtlerle ilgili politikası bulanıktır.
Başbakan Barazi, 'Hoybun hareketinin temsilcileri ve üyeleriyle görüşmesinde, onların Halep'teki Türk Konsolosluğu önüne gidip af dilemelerini' önermişti.
Bunlardan Osman Sebri kendisine tanınan af hakkını reddetti. Bazı önderler ise, Türkiye'ye teslim edilme korkusu yaşamadan Suriye'de ikamet karşılığında buna boyun eğdiler. 4
Suriye'yi yöneten sözünü ettiğimiz Kürt şahsiyetlerin başka faaliyetlerine dair bazı bilgilerle yazımızı sonlandıralım: