Erdoğan elini güçlendirmek için HTŞ ile SMO arasında ortak komuta ve sivil idare oluşturulmasını tercih edebilir. Bu güçlü yapıyı Esad’ın karşısında pazarlık masasına koymak isteyebilir.
Türkiye'nin ve Türkiye destekli SMO kontrolü altında bulunan bölgelere HTŞ'nin girişi ve SMO'yu kimi bölgelerden çıkarması gündem olmuştu.
Gazete Duvar'dan Fehim Taştekin, bu sürecin ardından HTŞ'nin Bab El Heva sınır kapısında Türkiye'nin himayesinde ÖSO komutanlarıyla bir araya geldiğini belirtti, ortaya atılan koşulları ve gelinen son durumu köşesinde değerlendirdi.
Taştekin'in yazısından öne çıkan bölümler şöyle;
‘’Suriye siyaseti için "stratejik çukur" demiştik demesine de süreç giderek yaratıcı rezillik tablosu sunuyor. Türkiye’nin ulusal savaş aygıtlarıyla eğitip donattığı Suriye Milli Ordusu’nu (SMO) terör örgütleri listesine eklediği Heyet Tahrir el Şam’a (HTŞ) dövdürtüyor. Muhteşem bir gidişat! Pek çok okurumun "Beter olsunlar" dediğini kestirebiliyorum. 11 Ekim’den bu yana yaşanan gelişmeler, "HTŞ, Türkiye destekli grupları İdlib’de olduğu gibi Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı bölgelerinde silmeye çalışıyor" diye aktarılsa da tablo biraz daha karmaşık.
Temelde söylenmesi gerekenler var: Hepsi Erdoğan’ın himmetinden yararlandılar. Türkiye’nin kapıları hepsine açıktı. TSK, Suriye ordusunun ilerlemesini önlemek için demir perde oluverdi. Bu kalkanla korundular. Her biri "Suriye’yi halletme" projesinin parçası.
Gelelim olup bitenlere ve aralarındaki nüanslara!
Öteki ortak, rakip ve hasımlarını elimine ederek İdlib’i tekeline alıp "İslami emirlik oyununu" sahneleyen HTŞ, 11 Ekim’de Afrin’i ele geçirmek üzere harekete geçti. 2018’de Zeytin Dalı Harekâtı ile Halk Koruma Birlikleri’nin (YPG) elinden alınıp yağmacı SMO gruplarına teslim edilen Afrin. Tabii HTŞ bu hamlede SMO’dan başka grupları da yedeğine aldı. Kim bunlar? Hamza Tümeni, Süleyman Şah Tümeni (Ebu Amşa) ve Ahrar’uş Şam. Üçüncüsü bölgenin dokusuna has bir El Kaide mamulü. Kimine göre bu üç örgüt HTŞ için Truva atı. HTŞ’nin hedefinde ise SMO içindeki Üçüncü Kolordu’nun öncü gücü Cephet’üş Şamiye (Şam Cephesi) ve Şam kırsalından sürülmüş Ceyş’ul İslam (İslam Ordusu) var. Bir de arada kalan ya da direnişi kısa süren örgütlerden söz edilebilir.
Yani koçbaşı HTŞ ama SMO unsurlarına karşı SMO unsurları savaşın içinde.
13 Ekim itibariyle Afrin'in güneyinden merkezine doğru HTŞ'nin, batısı Süleyman Şah'ın, kuzeybatısı Hamza’nın eline geçerken Cephet’üş Şamiye Azez’e doğru Kfar Cennet’te tutundu. Afrin dışında El Bab ve Halep’in kuzey-kuzeybatı kırsalında da birkaç yer el değiştirdi.
Türkiye’nin göz yumması ya da rızası olmadan Afrin’e böyle dalabilirler mi? Türkiye’nin HTŞ’yi önlemediği kesin. Çıkarımı kolaylaştıracak işaretler var. Türkiye ile yüksek güdüme sahip Müslüman Kardeşler’le bağlantılı Feylak’uş Şam, Afrin’in güneyden giriş kapısı Deyr Balut’ta (Cinderes) HTŞ’ye direnmedi, hatta yol verdi. Sorarsanız "Kardeş kanı dökmemek için" derler. Maslahattır! Cinderes’te Suriye’nin doğusundan gelen Ahrar’uş Şarkiyye ve Ceyş’uş Şarkiyye de Cinderes’te göstermelik bir direniş sergiledi. İdlib ve Hama kırsalında yapıp ettikleri nedeniyle SMO içinde HTŞ alerjisi yüksek. Haliyle HTŞ’nin kontrol alanının genişlemesine karşı gösteriler yapılıyor. Kendilerini "mutedil" olarak gören Suriyeli figürlerin 2014’te İstanbul’da kurduğu Suriye İslami Meclisi de HTŞ’ye karşı genel direniş çağrısı yaptı. Bunların bir seferberliği tetikleme kapasitesi yok.
***
13 Ekim’de HTŞ, Bab el Heva sınır kapısında Türk yetkililerin himayesinde Üçüncü Kolordu komutanlarıyla masaya oturdu. Özetle şu koşulları öne sürdü:
- Tüm askeri gruplar tek komuta altında birleşsin. (MİT’in adamları bunun için yıllardır uğraşıyor-FT)
- Ortak komutayı kabul etmeyenlerin varlığına izin verilemez.
- Askeri gruplar sivil idareden çekilmeli. (Sivil idare, rant alanı demek-FT.)
- Yerleşim merkezlerinde kurulan kontrol noktaları kaldırılsın. (Bunlar da haraç kesme ve para toplama vesilesi-FT)
- Silahlı gruplar Esad güçleri ve SDG ile kesişme noktalarına yerleşsin.
- İç güvenlik Kurtuluş Hükümeti’ne bağlı Genel Emniyet İdaresi’ne bırakılsın.
- İdeolojik olarak Ceyş’ul İslam’la bağlantılı kim varsa Barış Pınarı Harekât bölgesine yani Tel Ebyad ve Ras’ul Ayn’a gönderilsin.
Bu şartların kabul edildiğine dair gelen ilk haberler Üçüncü Kolordu tarafından yalanlandı. 16 Ekim’de yine Türkiye’nin gözetiminde yapılan üçüncü toplantıda taraflar sözlü olarak uzlaştı. Ama bunu resmen açıklayan da olmadı. Muhalif kaynaklardan gelen bilgiler böyle.
Bu şartlar kabul edildiğinde fiilen olacak olan şey HTŞ’nin dominant olduğu yeni bir saha. Yani terör örgütü olarak listelenmiş bir örgüt Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerine sarkıyor. Erdoğan’ın sahadaki adamları bunun pazarlığına aracılık ediyor. Yaratıcı rezillikten kastım bu. Manzarayı kurtarmak için SMO içindeki Ahrar el Şam gibi birkaç örgüt öne çıkartılabilir. Ahrar el Şam ile HTŞ arasındaki ilişki aşk-nefret ilişkisi gibi. Ama bu ortaklık şimdi iki tarafa da çalışıyor. Erdoğan ve ekibinin bir zamanlar gözdesi sayılan Ahrar, HTŞ’den 2017’de ağır bir darbe yemişti. Bu yüzden Ahrar içinde bölünmeler yaşandı. Doğu kanadı Cephut’ül Şamiye’nin liderliğindeki Üçüncü Kolordu’ya katılmıştı. Bu grup daha sonra yeni adreste de sorun yaşayınca silahlarıyla birlikte Ahrar’a geri dönmek istemişti. Bu yüzden geçen haziranda çatışmalar patlak vermiş ve Ahrar, HTŞ’yi yanında bulmuştu. Bu yakınlaşmada Ahrar’ın liderlerinden Hasan Sufan’ın Colani ile ilişkisi etkiliydi. Haziranda Afrin’i ele geçirmeye yönelik ilk hamleyi durduran Türk müdahalesi gecikmemişti. Bu sefer durum farklı. Dün itibariyle HTŞ’yi çekilmeye zorlayacak bir söz ya da tavır görülmedi.
Son çatışmayı tetikleyen olay da şuydu: Silahlı gruplara eleştirileriyle bilinen aktivist Muhammed Ebu Ghanum ve hamile eşi 7 Ekim’de El Bab’da öldürüldü. Cinayetten Hamza Tugayı sorumlu tutuluyordu. Colani yazdan beri HTŞ’nin kontrolünü İdlib’in dışına taşımak için hazırlık yapıyordu ve bu olay da işin bahanesi oldu.
Çatışan taraflar arasında anlaşma meselesi hâlâ bilinmezlikler barındırıyor. Ki dün çatışmalar yeniden alevlendiğinde tarafların henüz el sıkışmadığı ya da uygulamanın nasıl olacağına dair uzlaşmazlığın sürdüğü anlaşıldı. Bunu kendi sonları olarak gören gruplar direnebilirler. Tabii bölgenin "koruyucu meleği" ne buyurur, kime el verir, kimi yok eder? Kim bilebilir! Bildiğimiz şey, Erdoğan’ın biçimsiz Suriye siyaseti değişim sancısı çekerken terör örgütleriyle iştigali sorun olarak görmeyen alışkanlıklar ve pratikler tekrarlanıyor.’’
Yazının tamamı için tıklayınız