İlk çözüm sürecinde İmralı Heyeti ile Dolmabahçe Mutabakatı'nda yer alan eski HDP Grup Başkanvekili ve Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken, PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın yaptığı tarihi çağrıyı değerlendirdi: “Metin önümüzdeki dönem müzakere sürecine dair bir taslak çerçeve olarak görülebilir” dedi.
İlk çözüm sürecinde İmralı Heyeti ile Dolmabahçe Mutabakatı'nda yer alan eski HDP Grup Başkanvekili ve Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken, PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın yaptığı tarihi çağrıyı Rûdaw'a değerlendirdi: “Metin önümüzdeki dönem müzakere sürecine dair bir taslak çerçeve olarak görülebilir” dedi.
Dolmabahçe mutabakatında ortaya konan metnin Kürt meselesinin çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi anlamında çok önemli bir metin olduğunu vurgulayan Baluken, “Öcalan’ın yaptığı çağrının içeriği de bir yönüyle Dolmabahçe Mutabakatı’nın güncellenmesi olarak belirtilebilir” dedi.
“Sayın Öcalan'ın çağrısı Kürt tarafının demokratik ve barışçıl bir gelecek açısından ortaya koymuş olduğu samimiyet ve ciddiyet düzeyini gösteriyor” diyen Baluken, “Bundan sonraki süreç devlet, hükümet, meclis ve sivil toplum alanında bu demokrasi ve barış çağrısının sahiplenme veya ona verilecek yanıtın düzeyine göre şekillenecek” değerlendirmesinde bulundu.
Eski HDP Milletvekili İdris Baluken’in Rûdaw’dan Ömer Sönmez'le verdiği yanıtlar şöyle:
PKK Lideri Abdullah Öcalan tarihi barış ve demokratik toplum çağrısını İmralı Heyeti aracılığıyla kamuoyuyla paylaştı. Öcalan çağrısında "Tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir" dedi. Siz 2013-2015 ilk çözüm sürecinde İmralı Heyetinde yer almıştınız. Öncelikle siz bu çağrıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?
İdris Baluken: Sayın Öcalan’ın bugün ortaya koyduğu çağrı tarihi bir çağrıydı. Türk ve Kürt halklarının demokratik ve barışçıl geleceğini merkezine alan, aynı zamanda da bütün Orta Doğu halklarına yeni bir barış modeli öneren veya kazandırmayı amaçlayan bir mesaj olarak değerlendirdim.
Tabii mesajın içeriğinde demokratik dönüşüm ve hukuki zeminin hazırlanması vurgusu güçlüydü. Bu anlamda 100 yıllık bir politik hat veya zihniyetin değiştirilmesi ve cumhuriyetin demokratik temelde yeniden güncellenmesiyle ilgili vurgular önemliydi.
Demokratik bir cumhuriyetin sağlanması, Kürtlerin eşit ve özgür yurttaşlar olarak onurlu bir yaşama kavuşması durumunda, bu Türkiye’deki bütün farklı halkların, inançların, ezilenlerin aynı zamanda yeni dönemde temel aktör olarak Türkiye siyasetinde etkin söz sahibi olması demektir. Bu anlamda Kürt halkının özelinde aslında Türkiye’deki bugüne kadar dışlanmış olan bütün kimliklere yönelik bir çözüm gücü ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Yapılan açıklama doğrudan PKK'ye yönelik bir çağrı ifade etse de açıklama sonrasında heyet üyesi Sırrı Süreyya Önder, Abdullah Öcalan'ın heyete söylediği "Şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK'nin kendini feshi demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir" sözünü aktardı. Siz bu açıklamasını nasıl değerlendirdiniz? Şimdi artık adım atma sırası devlette ve iktidarda mı?
Şüphesiz sadece Kürt meselesinin çözümü için değil, Türkiye'nin 100 yıllık temel meselelerinin çözümü için bir demokratikleşmeye ihtiyaç var Türkiye'de. 1924 Anayasasıyla birlikte ortaya konan tekçi anlayışın doğurduğu ciddi sorun alanları var ve bu yüzyıl içinde demokratik adımlar atılamadığı, yasal, anayasal mevzuatlar oluşturulamadığı için o sorunlar bugüne kadar taşınmış oldu.
Bu anlamda tabii ki devletin mevcut temel yaklaşımı, temel zihniyeti, bir yönüyle değişime açık olması gereken bir yerde olmalı. Aynı şekilde hükümetin, topyekûn meclisin ve sivil toplumun da bu anlamda bir irade ve inisiyatif geliştirmeleri ihtiyaç var.
O nedenle Türkiye’nin, çözümsüz kalmış meselelerle ilgili mevcut ezberleri geride bırakarak yeni yüzyıla yeni bir sayfa açması gerekir. Bu da demokratik alanı genişletecek ve hukuki boyutu güçlendirecek adımlarla mümkündür. Bu anlamda tabii ki devletin mevcut temel yaklaşımı, temel zihniyeti, bir yönüyle değişime açık olmalı.
Sayın Öcalan’ın çağrısı Kürt tarafının demokratik ve barışçıl bir gelecek açısından ortaya koymuş olduğu samimiyet ve ciddiyet düzeyini gösteriyor. Bundan sonraki süreç devlet, hükümet, meclis ve sivil toplum alanında bu demokrasi ve barış çağrısının sahiplenme veya ona verilecek yanıtın düzeyine göre şekillenecek diye düşünüyorum.
Çağrıya bakıldığında, ilk başta şaşkınlıkla karşılandı. Benim açıklamanın yapıldığı salondaki gözlemlerim ve izlenimlerim bu yöndeydi. Çünkü doğrudan Kürt meselesinin çözümüne ve sürecin nasıl ilerleyeceğine dair bir şey yoktu. Sizce metin dışında asıl olarak devam eden bir müzakere var mı? Ya da müzakere bundan sonra mı başlayacak? Öcalan ve devlet ile görüşmeler gerçekleştiren İmralı Heyeti’nin eski üyesi olarak sizce bundan sonraki süreçte nasıl bir yol izlenecek?
Bu metin şüphesiz İmralı Adası’nda yapılan yoğun bir görüşme ve diyalog trafiği sonucunda şekillendi. Metin önümüzdeki dönem açısından oluşturulması gereken müzakere sürecine dair bir taslak çerçeve olarak görülebilir. Dolayısıyla metnin içeriğindeki mesajlara denk düşecek tutum veya politik tavırlar gelişir ise önümüzdeki dönemde tabii ki bütün bu meselelerin müzakere edileceği bir sürecin gelişebileceğini öngörebiliriz. Temennim de bu yöndedir.
Yani metin ne nihai bir metin ne de tümüyle önceki süreçlerden bağımsız olarak ortaya çıkmış olan bir mesaj olarak değerlendirilmelidir. Devam etmekte olan bir sürecin güçlü parçası ya da ona ait bir irade yansıması olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda müzakere sürecinin kapısını sonuna kadar aralamış bir yerden okunabilir.
İlk çözüm süreci döneminden sonra kötü bir tecrübe var hafızalarda. Bunun için bütün taraflar çok temkinli. Çünkü sürecin bitirilmesinden sonra demokratik Kürt siyasetine yapılan tasfiye girişimi, şehir merkezlerine taşınan çatışmalı süreç, 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye'de askeri darbe girişimi ile kayyum pratiğiyle Kürtlerin iradesine vurulan bir darbe söz konusuydu. Eğer devlet ve iktidar bu süreçte somut adımlar atmazsa ne gibi sonuçları olur? Sürecin seyri nasıl ilerler?
Ben meselenin günlük siyasetin yüzeyselliği ve hesapları üzerinden değil de stratejik olarak belki de 100 yılı kapsayacak bir zaman diliminden veya bir siyasi perspektiften değerlendirilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. O anlamda metin aslında yeni bir yüzyılın Türkiye tarafından ıskalanmamasını öneren bir metindir. Yani bir yüzyılı Türkiye Kürt meselesi başta olmak üzere kronik sorunlarıyla uğraşarak adeta kaybetmiştir, önümüzdeki yüzyılın kazanılıp kazanılamayacağına dair bir turnusol olarak metnin içeriği değerlendirilebilir.
Metindeki çözüm perspektifi bölgesel gelişmeler de göz önünde bulundurulduğunda Orta Doğu’nun genelindeki o kaotik süreçlere karşı Türklerin ve Kürtlerin aktif özne olarak merkezinde yer aldığı güçlü bir barış modeli yaratma potansiyeli taşıyor. Böyle değerlendirmek gerekir. Devletin, hükümetin, Meclisteki siyasi partilerin, muhalefetin ve toplumsal dinamiklerin de bunu baz alarak yaklaşması lazım.
Malumunuz bugün Dolmabahçe Mutabakatı'nın 10.yıldönümü. Öcalan’ın çağrısı aslında 28 Şubat'ta yapılacaktı, ancak bir gün öne alınıp mutabakatın yıldönümü arifesinde yapıldı. Tabii ki farklar vardı. İçinde Öcalan'ın avukatının da bulunduğu heyet, tek başına açıklama yaptı. Devlet ve hükümet temsilcisi yer almadı. Zaten bu yeni sürecin, bir önceki süreçten ayıran temel noktalarından biri de devlet ve hükümet temsilcilerinin kamuoyu önünde görünür olmamaları. 10 yıl önceki o mutabakat ile şu andaki açıklamayı ve süreci nasıl mukayese ediyorsunuz?
İçerik açısından Dolmabahçe mutabakatında ortaya konan metin Kürt meselesinin çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi anlamında çok önemli bir metindi. Öcalan’ın mesajının içeriği de bir yönüyle Dolmabahçe Mutabakatı’nın güncellenmesi olarak belirtilebilir. Tabii ki tarih olarak yine benzer bir zaman dilimine denk gelmesini önemsemek gerekir.
Eğer o açıklanan mutabakattaki gereklilikler yerine getirilmiş olsaydı belki hem bu süreçte yaşanan ağır bedeller yaşanmamış olacaktı, hem de Türkiye ve bölge denkleminde Kürtlerin bugünkü pozisyonu çok farklı bir noktada olacaktı. O yönüyle mutabakattaki genel çerçevenin yeniden güncellenmiş olmasını ben önemli buluyorum. Bu bir yönüyle çözüm odaklı değil de tasfiye odaklı düşünen bir anlayışın sonuna işaret edebilir. Ancak tabii bunun için yine de gelişmeleri ve metne verilecek cevabı görmek gerekiyor.
Onun dışında şekilsel bazda bahsettiğiniz şeyler detaydır. Neticede bugünkü açıklama yapıldığı esnada Sayın Öcalan’la birlikte heyetin bir fotoğraf vermesi, yine İmralı’da Sayın Öcalan’la birlikte bulunan oradaki tutsakların o fotoğraf karesinde yer alması da önümüzdeki dönem açısından bir müzakere yönteminin genişleyebileceğine işaret edebilir. Ama dediğim gibi bunları bugünden yola çıkarak köşeli cümlelerle kullanmak çok doğru olmayabilir.
Dolmabahçe Mutabakatı’nda siz, Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan yer almıştınız. O dönemin HDP Eş Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ 9 yıldır cezaevinde. Siz ise bir süre cezaevinde tutuklu kaldınız. Şimdi ise siyasi yasaklısınız. Bir önceki soruma ilaveten o günden bugüne değişen bu tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ortaya çıkan 10 yıllık süreç, her iki taraf açısından da büyük bir bedel tablosu oldu. Türkiye, Kürt meselesini çözüme kavuşturmadığı için ciddi bir yapısal ve yönetsel kriz içerisine girdi. Siyasi ve hukuksal kriz, demokrasiden uzaklaşmayla derinleşti ve toplumun tamamını zorlayan antidemokratik bir zemin oluştu. Son olarak yaşanan ekonomik kriz, tüm toplumsal kesimleri etkileyen bir döneme işaret ediyor. Bunun temel nedeni, demokratik siyasetin önündeki engellerin kaldırılmaması, siyasi kanalların tıkanmış olmasıdır.
Kürt meselesinin çözümü, demokratik siyasetin önündeki tıkanıklıkları açmakla mümkün hâle gelebilir. En azından, geride bıraktığımız 10 yıldan çıkarılması gereken en önemli derslerden biri budur. Önümüzdeki dönemde cezaevleri ya da sürgünde siyasetçisi olan ülke ayıbından kurtulmak gerekir. İnsanların siyasi fikirleri nedeniyle cezalandırılması çağın oldukça gerisinde kalmış bir yaklaşımdır. Bu konudaki zihniyet ve politika değişimini salt bir temenni değil, aynı zamanda zaruri bir ihtiyaç üzerinden ifade ediyorum.
Sürecin öznesi olan Kürt siyasi hareketi bundan sonra nasıl bir siyasi mücadele yöntemi izleyecek? Bu konuda öngörüleriniz nedir? Çünkü yeni dönemde bir siyasi dönüşümün gerekliliğinden bahsediliyor.
Evet, tabii burada demokratik dönüşümü esas alan bir taslak çerçeve var. Kürt siyasi hareketi açısından da demokratik siyasi mücadelenin öne çıkması, pek çok toplumsal kesimdeki önyargıların aşılarak ulaşılması, bölgesel ve küresel bazda ya da uluslararası siyasette de meşruiyet zemininin veya diplomatik muhatabiyetin güçlenmesi gibi bir sonuç ortaya çıkabilir.
Buradaki dinamik sinerji potansiyelini Kürt Siyasi Hareketinin iyi değerlendirmesi önemlidir. Devlet veya hükümetin Sayın Öcalan’ın çabalarına olumlu cevaplar vermesi durumunda, ben Kürt siyasetinin olası gelişmelerden son derece olumlu etkileneceğini, bölgesel ve küresel bazda oldukça güçlü bir rüzgâr yakalayacağına inanıyorum. Kürt siyasi mücadelesinin daha geniş bir etki alanı yakalayacağı hususunda kuşkum yoktur.
Bu değerlendirmeleriniz çerçevesinde sizce Kandil ve Kürt diasporası bu süreci nasıl okur?
O konuda bugüne kadar KCK’nin ve PKK’nin yapmış olduğu açıklamalar var. Sayın Öcalan’ı baş müzakereci olarak tayin eden ve onun ortaya koyduğu irade doğrultusunda muhatapları tarafından adımların atılması durumunda da tümüyle kendi üzerlerine düşeni yapmayı dile getiren söylemler gördük.
O nedenle önümüzdeki dönemde sanırım demokratik ve yasal alanda ortaya çıkacak gelişmelere göre Kürt hareketinin farklı dinamiklerinin sürece dair yaklaşımlarını görebiliriz, okuyabiliriz. Onlar adına bizim bir şey söylememiz mümkün değil. Ama dediğim gibi, bugüne kadar yapmış oldukları açıklamalarda Sayın Öcalan’ın içerisine girmiş olduğu yoğunlaşma düzeyine, samimi ve ciddi yaklaşımına denk düşecek tutum görürlerse kendilerinin her türlü adım atmaya hazır olduklarını belirtmeleri önemlidir.
Bu sürecin arka planında Suriye ve Rojava'daki gelişmeler olduğu başından beri öne değişik çevreler tarafından değerlendirilen bir konu. Rojava'ya ve SDG güçlerine yönelik de bir çağrı olur mu diye bir beklenti vardı. Ama mektupta Rojava'ya yönelik bir çağrı olmadı. SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi "Öcalan'ın mesajına ilişkin bizim tutumumuz olumludur. Bu bir barış meselesidir” deyip bu çağrının doğrudan SDG güçlerini ilgilendiren bir konu olmadığını" ifade etti. Sizce bu çağrı ve sürecin Rojava'ya ne gibi etkileri olur? Sizce de Rojava bu konunun odağında mı?
Türkiye’de Kürt meselesinin çözümü Suriye ve Rojava eksenli yaşanan çözümsüzlüğün aşılmasına da çok ciddi katkılar sunar. Aslında Rojava’daki gelişmeleri veya Suriye’deki yeni denklemi, bir yerde tıkanık bırakmaya çalışan anlayış, bugüne kadar mevcut AKP hükümetinin sürdürdüğü politikalar olarak ifade edilebilir.
Türkiye başından beri Suriye’de oyun kurucu bir politikadansa hep oyun bozmaya dönük ve merkezine de Kürt karşıtlığını alan bir politik hat izledi. Bunun değişmesi çözüme önemli oranda katkı sunar. Yani Kürtleri düşman olarak gören veya Kürt karşıtlığına dayanan politikalar yerine Kürtlerle birlikteliği esas alan yeni bir dış politikanın belirlenmesi durumunda bu hem Suriye’deki çözüme hem de oradaki halkların barışçıl ve demokratik geleceğine katkı sunar.
Bahsettiğiniz çerçevede eğer bu süreç olumlu seyrederse Türkiye Rojava'nın statüsünü kabul edebilir mi? Çünkü bu yönde Kürt siyasi hareketi temsilcilerinin devamlı çağrıları oluyor ama Ankara bunu kabul etmeyeceğini, yeni bir Güney Kürdistan sürecine izin vermeyeceklerini ifade ediyorlar. Sanki sürecin en kritik nokta da burası. Sizce Ankara bu sürecin sonunda Rojava'nın resmi statüsünü kabul eder mi?
Böylesi tarihi süreçler son derece hassastır. Bu hassas süreçlerde tarafları ilgilendiren soruları doğrudan kendilerine yöneltmek ve onların cevaplarına göre yaklaşımlar belirlemek doğru olandır. Benim bu anlamda devlet ve hükümet adına bir şey söylemem veya onların pozisyonlarını öngörmem mümkün değil.
Ancak şunu belirtebilirim: Türkiye’nin Kürt karşıtlığı yerine Kürtlerle birlikte hareket etmeyi esas alan politikalar belirlemesi durumunda bunun kaybedeni olmayacaktır. Yani Türkler ve Kürtler başta olmak üzere bölge halklarının tamamına kazandıran bir formülden bahsediyoruz. Temennim bu yönde bir iradenin şekillenmesidir. Günlük siyasetin gerektirmiş olduğu yanıtları vermek için dediğim gibi onu tarafların kendisine sormak gerekir.
Bu röportajı gerçekleştirdiğimiz süreçte henüz hükümetten bir tepki gelmedi. Sadece AK Parti Genel Başkan Vekili Efkan Ala bir televizyon programında konuştu ve Öcalan'dan gelen çağrıyı değerlendirdi. "Terör devam ederse biz terörle mücadele etmeye kararlıyız. Arzu ederiz ki bu çağrı sonuç versin. Biz sonuca bakarız" şeklinde bir açıklamada bulundu. Siz bu ilk açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yeni bir dönem başlayacaksa, yeni bir sayfa aralanacaksa bunu eskiye dair çözümsüzlüğü çağrıştıran retoriklerden uzaklaşarak başarabilirsiniz. Bu yönüyle hem Kürt kanadında hem hükümet ve devlet kanadında ben herkese önemli bir sorumluluk düştüğü kanaatindeyim. Dil ve üslup önemlidir.
Çözümsüzlüğü çağrıştıran eski retoriklerle yeni bir döneme yaklaşmak herhangi bir katkı sunmaz. Bu anlamıyla yeni şeyler söylemek, katkı sunucu yapıcı bir yerden dil ve üslubu kurmak sürece dair güven ortamını güçlendirir. Efkan Ala’nın yapmış olduğu açıklamanın yeniye dair bir şey söylemediğini, ancak kendisinden eski çalışmaları da bilen biri olarak sürece dair güveni artıracak yeni söylem beklentisi olduğunu belirtmem gerek.
Muhalefetin tavrını da değerlendirmenizi rica ediyorum. Çağrı sonrası CHP olağanüstü bir toplantı yaptı ve sonrasında CHP lideri Özgür Özel "Çözüm için üzerimize düşen sorumluluğun farkındayız" dedi. Aynı şekilde Gelecek Partisi Genel Başkanı Davutoğlu ve DEVA Partisi Genel Başkanı Babacan da "katkıda bulunmaya hazırız" dediler. Zaten İmralı Heyeti bu siyasi partilere yaptıkları ziyaretlerde sürece katkıda bulunacaklarını ifade etmişti. MHP zaten bu sürecin AK Parti ile beraber ortağı. Meclis’te buna itiraz eden sadece İYİ Parti var. Bir önceki süreçte CHP ve MHP doğrudan karşıydı ama. Siz genel olarak muhalefetin bu yeni süreçte tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doğru, yani ana muhalefet partisi olan CHP ve MHP’nin geçmiş dönemdeki pozisyonlarıyla bugünkü sürece yaklaşımlarını kıyasladığımızda olumlu bir yerden konuşmak mümkündür. Kategorik olarak süreci reddeden veya sürece karşı ciddi isteksizlik gösteren toplumsal kesimleri temsil eden iki ana siyasi aksın temsiliyetini sağlayan siyasi partilerin bu sürece destek vermesi çözüm açısından oldukça hayatidir.
Birkaç küçük ırkçı, milliyetçi, çözümsüzlükten nemalanan partiyi saymazsak, hemen hemen bütün kesimlerde hem söylem düzeyinde hem de heyetin yapmış olduğu görüşmelerde pozitif fikir ve destekleyici tutumlar vardı. Bunlar olumludur ancak harekete geçme, belirtilen fikirleri somutlaştırma noktasında yetersizlikler olduğu kanaatindeyim.
Bu yönüyle meclis çatısı altında Kürt meselesinin çözümüne ve Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sunacak gündemler işletilebilir, yasal birtakım düzenlemeler önerilebilir, gündem üstünlüğü sağlanabilir, kendi toplumsal tabanları demokratik ve barışçıl geleceğe hazırlanabilir. Bu anlamda ciddi bir toplumsal ve siyasal sinerji ortaya konarak hükümet üzerinde de muhalefetin toplumdan gelen gücü oluşturulabilir diye düşünüyorum. Temenni düzeyinden çıkıp somut birtakım adımlara dönmesi durumunda muhalefetin bu tavrı sorun çözümüne ciddi katkı sağlar düşüncesindeyim.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden yetkililer bu süreçte yardımcı ve kolaylaştırıcı bir rol üstlendiklerini ifade ediyorlar. İmralı Heyeti geçtiğimiz günlerde Kürdistan Bölgesi’ne kapsamlı bir ziyaret gerçekleştirmişti. Başkan Mesut Barzani, Neçirvan Barzani, Mesrur Barzani ve YNK liderleri Kubat Talabani ile Bafel Talabani, Öcalan'ın çağrısını desteklediklerini ifade ettiler. Siz Kürdistan Bölgesi’nin bu süreçteki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca bu süreç Kürtlerin kendi iç ittifak ile dayanışmalarına ne gibi katkıları olur?
Ben yapılan açıklamaları son derece olumlu karşılıyorum, aynı şekilde heyetimizin yürütmüş olduğu görüşmelerde de son derece verimli tartışmalar yürütüldüğünü, yapıcı öneriler sunulduğunu öğrendik. Bunlar Kürt kamuoyu açısından önemli olduğu kadar Orta Doğu’nun genelinde demokratik ve barışçıl bir geleceğin sağlanması açısından da önemlidir.
Hem Sayın Mesut Barzani’nin ve Neçirvan Barzani’nin hem de Sayın Kubat ve Bafel Talabani’nin bu anlamda ulusal birlik perspektifini de gözeterek yapıcı önerilerde bulunmaları ve olası bir barış sürecine de katkı sunucu durumda olmaya hazır olduklarını ifade etmeleri son derece önemlidir.
Kürtler kendi hak ve özgürlük taleplerini kendi içerisindeki çelişkileri aşarak, bir kenara bırakarak ulusal birlik etrafında bunu ciddi bir siyasi ve diplomatik güce dönüştürerek sağlayabilirler. Bu anlamda gün küçük çelişkilere takılma günü değil, büyük hedefler doğrultusunda kenetlenme günüdür. Demokrasinin, barışın, özgürlükle taçlanmış değerlerin kaybedeni olmaz. Kürtler açısından da ortaya çıkacak her kazanım Orta Doğu halklarının genelini ilgilendirir. Bu yönüyle güneydeki yapıların ve o yapıları temsil eden değerli şahsiyetlerin ortaya koymuş olduğu tavır önemlidir. Umarım nihai sonuca da bu yaklaşımların ciddi anlamda katkısı olur.
Siz bu süreçten umutlu musunuz? Bugünkü çağrıyı da göz önünde bulundurduğunuzda, geleceğe dair nasıl bir beklenti içindesiniz?
Öcalan’ın bu mesajı, sürece dair umudu büyütmüştür. Ancak belirleyici olan, yüzyıllık bir politikanın değişip değişmeyeceğidir. Meselenin özü, Kürt halkı başta olmak üzere Türkiye’de yıllardır baskılanan ve kendini ifade edemeyen tüm farklılıkların tanınıp tanınmaması meselesidir. Bu tanınma ve gerekli adımların atılması, yalnızca evrensel insan hakları değerlerinin gereği değil, aynı zamanda Türkiye’nin imza attığı uluslararası sözleşmelerin de zorunlu kıldığı bir husustur.
Bu yüzden, eğer çözüme yönelik adımlar atılırsa, dünya yeniden keşfedilmiş olmayacak; aksine Türkiye, olması gereken siyasi ve demokratik yörüngeye oturmuş olacak. Bu noktada umutsuz olmak için bir sebep görmüyorum.