PJAK hariç diğer tüm Rojhilatlı/İran Kurd parti ve hareketleri bu savaşta ABD’nin yanında yer alacaklarını ilan edip, toprak dahil tüm haklarını İran’dan geri alacaklarını duyurdular.
“Dünyanın önde gelen terör devleti İran, dünyanın en tehlikeli silahlarına sahip olmanın zirvesinde.” Amerika Birleşik Devletleri başkanı Donald Trump, işte bu sözlerle, ABD ve İran arasında Obama döneminde yapılan nükleer anlaşmayı tanımadığını ve tek taraflı olarak anlaşmadan çekildiğini açıklamıştı.
ABD başkanı Trump, seçim vaadi olarak sürekli dillendirdiği “ABD ve dünya tarihinin en kötü anlaşması olan nükleer anlaşmadan çekileceğim” vaadini, 8 Mayıs 2017’de yerine getirdi. İran’ı net bir dille terör devleti olarak ilan ettiği açıklamasında, “Dünyanın önde gelen terör devleti İran, dünyanın en tehlikeli silahlarına sahip olmanın zirvesinde ve ben bu duruma sebep olan o kokuşmuş anlaşmayı red ediyorum! ” sözleri ile yeni bir küresel durumun ciddiyetini gözler önüne sermişti. Sadece İran ile yetinmeyip, İran’a yönelik yapılacak boğma harekatına karşı duracak veya İran’nın yanında yer alacak devletleri de net bir şekilde tehdit eden Trump, şunu söylemişti. “Dünyaya terör ihraç eden, küresel huzuru bozan, özellikle de Ortadoğu’daki müttefiklerimizin iç işlerine karışan ve ABD’nin çıkarlarını zedeleyen İran’a, destek olacak her ülke ve şirket, ağır yaptırımlarımızdan nasibini alacaktır.” Bu sözler işin ciddiyeti gözler önüne seriyor. Bir ülkenin “terör devleti” olarak isimlendirilmesi, ona yardımcı olacak veya onunla işbirliği yapacak devletlerin de hedefe alınması, olası bir ABD ve İran savaşının hiç de uzak olmadığını ve bu ihtimalin hafife alınacak türden bir ihtimal olmadığını bize gösteriyor.
Daha önce İran Cumhuriyeti’ni ve onun gerici rejimini ayakta tutan karanlık ve karmaşık bir yapı olan İran Devrim Muhafızları’nı da terörist örgüt olarak terör listesine alan ABD, işin küresel algı boyutunu da ele almış durumda. Bir ülkenin ordusunu terörist ilan etme sık rastlanan bir durum değil. Büyük savaşlar söz konusu olduğu zaman bu gibi durumlara rastlanmaktadır. Ama eğer bu gün ABD ve İran bir savaş hali durumunda değillerse ve ABD kalkıp böyle bir açıklama yapıyorsa, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, ABD İran’a karşı ciddi manada bir operasyon düşünüyor. ABD bu operasyonun sağlam gerekçelere ihtiyaç duyduğunun farkında işte tam da bu nedenle bunun psikolojik alt yapısını da şimdiden hazırlıyor. Hem kendi iç kamuoyunu hem de dünyayı ikna etmek için, özellikle terör vurgusunu gündemde tutuyor. Günümüzde filmlere de sık sık ana tema olan terör, terörist, silah, nükleer tehlike, ölüm gibi kavramların, İran’a yönelik kullanıldığını düşünürsek, işin ciddiyetini ve hazırlanan psikolojik alt yapıyı daha iyi kavramış oluruz.
Peki İran’a karşı nasıl bir operasyon ihtimali var? Doğrudan bir savaş ne kadar gerçekçi, şartlar ve dengeler böyle bir savaşa ne kadar müsait? Küresel güçlerin ve bölgesel devletlerin tutumları ne olur? Kanaatimce hem ABD hem İran hem de doğrudan veya dolaylı olarak bu işin muhatabı olan devletler, kendilerini en kötü senaryoya şimdiden hazırlamış durumdalar. Ama Kurdler, özellikle de Kuzey Kurdler’nin gündeminde bu konuyla ilgili en ufak bir tartışma bile maalesef yok.
ABD’nin İran’a iki şekilde müdahalesinin olacağı düşüncesindeyim. Birincisi şu: İran’ı ekonomik ve psikolojik yaptırımlarla yıpratıp, İran’ın iç muhalefetini hareketlendirmek bununla birlikte mevcut iç muhalefeti destekleyip “terör rejimini” devirmek. Böylelikle, 1979 İran Devrimi öncesine benzer bir yönetim ile kendine bağlı bir jandarma devleti inşa etmek. Bu strateji nispeten yumuşak bir geçiş gibi görünse de, doğrudan bir savaştan daha zor bir iş olur. Çünkü İran’ın karmaşık ve karanlık yapısı buna kolay kolay müsaade etmez. Böyle bir operasyon olsa bile bu uzun vadede başarısız ve geçici olacağı gibi, ABD’nin başını da oldukça ağrıtacak türden bir tecrübe olur. Ayrıca ABD’nin uzun yıllar boyunca İran topraklarında asker bulundurma, dengeleri kontrol etme, yeni yönetimi ayakta tutma gibi zorluklarla baş başa kalmasını ve ABD halkının güçlü muhalefetini beraberinde getirir. Bütün bunların yanında Suriye ve Venezuela’da ABD’nin karşısına dikilen ve ABD’yi bir çok alanda gerileten Rusya’nın, kadim müttefiki olan İran’da da ABD’nin karşısına dikilip, rejimi ayakta tutmak için ölümüne mücadele vereceği düşünüldüğünde, ABD’nin işi hepten zorlaşıyor. Ve yine ABD ye rakip Doğu blokunun teknoloji devi olan Çin gibi bir süper gücün de, İran rejimine silah ve lojistik destek sağlayacağı kaçınılmazdır. Doğu blokunun yeni üyesi olan Türkiye’nin ise, sıranın kendisine gelmemesi için İran’a el altından ölümüne bir destek sunması kesindir. Çünkü günümüzde ABD ve Avrupa’dan yüz çeviren, Arap dünyası ve Kurdler ile çatışma içinde olan, Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi, Ermenistan, Kurdistan ve hatta Esad ile de tarihi sorunları olan Türkiye’nin, varlık-yokluk mücadelesi vereceği, İran’ın ayakta kalması için tüm gücünü kullanacağı su götürmez bir gerçektir.
İkinci ihtimale gelecek olursak o da şu ki ABD’nin birinci ihtimale paralel bir şekilde, her ne kadar büyük bir krizden kaçınsalar da İran ile hesaplaşmak isteyen bölge devletlerinin de dahil edildiği bir müdahaleye kalkışacağı yönünde. ABD için bu daha gerçekçi ve makul olanıdır. Peki ABD’nin yanında görmek isteyeceği bu devletler hangileri? Başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere, Umman, Katar ve Suriye dışındaki diğer tüm Arap devletleri bu savaşta ABD’den yana olmak zorundalar. Onun dışında, İsrail ve Kurdistan Hükumeti de tarafını belli eden diğer aktörler. Kurdler’de ise 50 milyon sıradan vatandaş, despot ve karanlık İran rejimin yıkılmasını dört gözle beklerken, Kurd parti ve hareketlerinin bu konuda farklı düşünüyor olmaları ve olası bir savaş karşısında hazırlıksız oluşları vahim ve üzücü bir tablo.
PJAK hariç diğer tüm Rojhilatlı/İran Kurd parti ve hareketleri bu savaşta ABD’nin yanında yer alacaklarını ilan edip, toprak dahil tüm haklarını İran’dan geri alacaklarını duyurdular. PDK-Îran başkanı Sn. Mistefa Hîcrî’nin ABD ziyareti, devamında PJAK dışındaki tüm diğer Kurd partilerinin silahlı mücadeleyi de içinde alacak şekilde, İran’a karşı ortak hareket etme kararı almaları bunun en önemli kanıtı. Öte yandan PJAK’ın, KCK’nin İran kolu olması ve KCK lideri Cemil Bayık’ın, “Olası bir İran-ABD savaşında emperyalizme karşı İran’ın yanında yer alacağız. ” şeklindeki açıklamasından sonra, PJAK'ın bu açıklamaya paralel hareket etmesi, onun diğer Kurd partileri tarafından dışlanmasına neden oldu. Kaldı ki PJAK daha önce de, Kurdistan’ın Şîno bölgesinde İran ile savaşan Kurd savaşçılara saldırmış, 2 Kurd savaşçıyı şehîd etmişti. Bunun üzerine Rohilatlı tüm Kurd partileri PJAK’ı uyarmış, bir daha tekrarlanması halinde sert karşılık vereceklerini PJAK’a iletmişlerdi.
Diğer yandan, Güney Kurdistan’da da durum benzer şekilde parçalı görünüyor. Kurdler İran rejiminin yıkılmasını beklerken, Kurd partileri burada da ikiye bölünmüş durumda. YNK, Komela İslami ve kısmen Hereketa Goran İran’dan yana tavır sergilerken, radikal bağımsızlıkçı çizgisi ile dikkat çeken PDK’nin başını çektiği diğer Kurd parti ve oluşumlar ABD’nin İran’a müdahalesini destekliyor.
En ilginç tablo ise Rojava’da göze çarpıyor. KCK’nin Suriye kolu olarak isimlendirilen PYD ve onun silahlı gücü olan YPG ve çatı oluşum olan SDG zorunlu bir sessizliğe bürünmüş durumda. KCK’nin açık ve net olarak “ABD emperyalizminin karşısında duracağız” açıklamasına rağmen, PYD tek müttefiki ve destekçisi olan ABD’ye karşı en ufak bir hareket veya söylem içinde değil. Sanırım Türkiye ve Suriye tehdidinin ciddiyetini kavramış olan Rojava Kurdler’inin ve özellikle de PYD’nin, artık KCK'nin etkisinden çıkma ve bağımsız hareket etme gibi bir arayış içine girdiğini söyleyebiliriz. Ayrıca Rojava’da muhalif ve ikinci güç olan ENKS’nin ise İran ve Esad’a karşı ABD’ye bariz bir şekilde destek verdiği bilinmekte.
Bir diğer ilginç tablo ise Kuzey’de göze çarpıyor. ABD’nin İran’a yönelik yapacağı olası bir operasyona karşı olduğu bilinen Türkiye’nin, Suriye’de Kurdleri ezmek için ABD’nin çekilmesini arzuladığı biliniyor. Buna rağmen Türkiye ile 40 yıldır çatışma içinde olan KCK’nin, hem Irak’ta hem İran’da hem de Suriye’de Kurdlere verdiği onca desteğe rağmen ABD’ye karşı çıkıp İran’a destek çıkması oldukça düşündürücü bir durum. Bunun yanında, HDP’nin Rojava ve olası İran-ABD savaşını gündemine almayıp, Kurdleri pek de ilgilendirmeyen ve aday bile çıkarmadığı İstanbul seçimine odaklanması başka bir trajedi. Yine 30 yıldır PKK ile kavga halinde olan Hizbullah/Hüdapar’ın da ABD karşıtı olup, İran’a açıktan destek olması bambaşka bir çelişki. Reelde ise Kuzey Kurdleri’nin tıpkı diğer parçalardaki Kurd kardeşleri gibi, İran rejiminin yıkılmasını dört gözle bekledikleri herkesçe biliniyor.
Süreç ne olur, tam olarak nasıl işler bilinmez. Ama bilmemiz ve görmemiz gereken bir hakikat var ki, bir sabah uyandığımızda İran’da da tıpkı Irak ve Suriye’de olduğu gibi, çok büyük bir değişimin olacağı ve Kurdler’in her defasında olduğu gibi, bir çok şeye yine geç kalacakları hakikati. Eğer Kurdler bu bölgesel değişimi önceden görüp, doğru ve stratejik bir tercihte bulunurlarsa büyük kazanım kaçınılmazdır. ABD ve müttefiklerinin yanında yer alacak bir Kurdistan’ın geleceği kesinlikle aydınlıktır. Çünkü ABD ve Batı yıllardır Ortadoğu’da güven duyacakları bir müttefik arayışındalar. İran, Irak, Türkiye gibi devletlere yıllarca güvenip onları bir şekilde yanına çeken ABD ve Batı’nın (İngiltere hariç) bu saydığım bölgesel devletlere hiç bir güveni kalmadı. En ufak bir ilerlemede, bağımsız devlet söylemi ile hareket edip, ABD’ye karşı politikalar içinde olan bu devletler artık gözden çıkarıldı. İşte bu boşluğu doldurmak isteyen ABD, Ortadoğu’da güvenilir müttefik olarak Kurdler’i düşünmektedir. Kurdler ise tüm çelişkilerini bir kenara bırakıp, ulus refleksi ve bilinci ile hareket ederlerse, kazanım bağımsız büyük bir Kurdistan’dır. Aksi halde yüz yıl daha esaret altında yaşamak, devamında da tarih sahnesinden silinmek Kurdler’in kaçınılmaz sonu olur. Özellikle de Kurd aydın ve siyasilerinin kendi ulusal gündemlerini oluşturamama, ulusunun yönünü Kurdistan’a yani kendi ulusal hakikatlerine çevirememe basiretsizlikleri ve yetersizlikleri, Kurd’e ve Kurdistan’a yine çok şey kaybettirecektir. Umarım siyasi aydınlanmasını gerçekleştiren diğer milletler gibi, bizler de aydınlarımızın ve siyasilerimizin öncülüğünde, öze dönüşümüzü gerçekleştirip ulusal haklarımızı elde etme başarısı gösteririz. Yoksa yukarıda değindiğim gibi, korkunç ve yıkıcı bir senaryo bizi beklemektedir.