Kürt şiirinin damarı güçlüdür ve bu damarın gelecekte daha çok inceleneceği muhakkaktır. El Herriri, Baba Tahirê Uryan, Ahmedê Xanê, Feqiyê Teyran, Evdelê Zeynikê klasik Kürt şiirinin temelini oluştururken, Şêrko Bêkes modern Kürt şiirinin yolunu aydınlatan meşalelerden biri olarak yerini almıştır. Kimi metinler/yazarlar bizi dışarı çıkmak için kendisine çeker diyordu Necatigil. Bêkes şiirlerinde dışarı çıkmanın tersine içimize çağırıyor. Şiirlerinde bizi ya da bir benzerimizi anlattığı için iç dünyamızın derinlerinde hissederiz kendimizi.
“dört çocuk
iran’da
fars
türk
arap ve
kürt dört çocuk
bir adamın resmini çizdiler
birincisi, başını
ikincisi, bedenini
üçüncüsü, kollarını ve bacaklarını
dördüncüsü bıraktı omzuna silahı! ”
Bazı kitaplar/yazarlar bizim için apayrı bir yerde durur, öyle böyle etkilenmemişizdir. Onları okumamış olsak hayat görüşümüzün şimdikinden çok farklı olacağını düşünür, bizi biz yaptıklarını savunuruz. Fikrimiz, duygu dünyamız, dilimiz, sözümüz, dağarcığımız, baktığımız yer, bakış açımız bir hayli değişmiştir o kitaplarla/yazarlarla. Sıkça anarız bu kitapları/yazarları. Bazen yeniden okur, bazen de kıyamayız. Sözü bu kitaplara getirmeyi severiz, onları okumuş, bizim gibi çok sevmiş olanlarla uzaktan akrabalığımız varmış gibi gelir, okumayanların da illa okumasını isteriz. İşte Şêrko Bêkes böyle bir şairdir.
‘Dört Çocuk’ şiiri ile tanıdım Şêrko Bêkes’i... Bir şiir gerçekliğimizi bu kadar güzel nasıl dile getirdi? Neydi kendisine bu sözcükleri yazdıran… Ortadoğu’da bize oynatılan rolü bir insan nasıl bu kadar sade ve açık bir dille ifade edebildi? Üç dört mısrada Kürde modern tarih boyunca oynatılan bu rolü dile getiren Şêrko Bêkes ’ti … Peki edilgen bir pozisyona sokulan Kürdü ‘sahipsiz dağ aslanı’ ismi ile vurucu bir şekilde anlatan Şêrko Bêkes kimdir?
Kürt edebiyatına büyük katkıları olan ve kısa şiirin öncüsü olarak kabul edilen Bêkes, 2 Mayıs 1940’ta Süleymaniye’de doğdu. Ünlü Kürt şairi Faik Bêkes’in oğludur. Babasının siyasi ve edebiyatçı kimliğinden dolayı siyaset ve edebiyatın başat olduğu bir ortamda büyüdü. Ve bu nedenle büyüdüğü ortamı "Evimizde çıra ve mum yoktu, şiirle aydınlanıyorduk" sözleriyle tanımlıyordu, Şêrko Bêkes. Babasının ölümünden sonra zorlu bir gençlik dönemi geçirdi ve 15 yaşındayken Komünist Parti'de siyasi faaliyetlere başladı. Ancak onun deyimiyle, edebiyat ve şiir, "her zaman hem birinci hem de ikinci sırada" geliyordu.
Irak’ta 1958 yılında Ebdulkerim Qasim'in askeri darbesinden sonra Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) içerisinde faaliyet yürüten Bêkes, daha sonrasında ise Komeleyî Azadiya Jiyaneweyî Kurdistan (KAJK) içerisinde siyasi faaliyet yürüttü. KAJK'tan sonra hiçbir partiye üye olmadığını söyleyen Şêrko Bêkes, ulusal mücadeleyi de hiçbir zaman sadece partilerin işi olarak görmeyip 1964'teki Eylül Devrimi ve 1975'teki Şoreşî Nû'da (Yeni Devrim) pêşmerge ve bir basın çalışanı olarak yer aldı.
1965'li yıllarda Balekiyati'deki “Dengê Şoreşê (Devrimin sesi)" radyosundan yükselen “Lêre dengê şoreşêye (Burası devrimin sesidir)" ses, Bêkes’e aitti.
"Tanrı" diyordu Şêrko Bêkes, "Tanrı dünyanın mayasından / Bir top yaptı / O topu rüzgâra verdi / Rüzgâr da denize / Deniz onu ormanın ayaklarına kadar götürdü / Orman onu ovaya götürdü / ve ova onu dağların eline verdi / En sonunda dağ onu / Kuvvetli bir vuruşla / Gökyüzüne savurdu / Yükseldi ve döndü / Aşağı doğru indiğinde / Kürdistan’da yere düştü!”
"Tanrının Topu’nun düştüğü Kürdistan'ın çocuğu olan Şêrko, 1974'te savaşın yeniden başlamasıyla da yine dağların yolunu tuttu. Ancak 1975'te savaşın son bulmasıyla Süleymaniye'ye döndü ve Irak'ın güneyine sürgün edildi.
Siyasetçilerle her zaman inişli çıkışlı ilişkileri olan Şêrko'nun şiir heybesinde onlar için de nükteli sözler yok değildi:
"Bir sepet dolusu stran ve kelebek /Ay ışığında özlemli bir kucaklaşma /Çekingen bir öpücük / ve bir oda dolusu eleştiri / Hepsini gelecek günler için önüme koydum:
Birincisi çocuklara / ikincisi kadınlara / üçüncüsü sevdalılara / ve dördüncüsü ise siyasetçilere..."
Şairliğin dışında yaşadığı ülkenin siyasal gündeminden de uzak kalmamıştır. Kürdistan’da peşmergelik yaptığı 1980-1988 yıllarında, devrim ve direniş konulu şiirler yazmıştır. “Yazıyorum, dilin acizliğini kendi acizliğimi hafifletmek için. Ama, halkımın ve şiirin sevgisine bir katkıda bulunmak için de…” der.
Şêrko Bêkes, Arap edebiyatı aracılığıyla dünya edebiyatıyla tanışır. Büyük şairler arasında Walt Whitman’ın (1819-1892) şiirlerine hayrandır. Başlangıçta Abdullah Goran (1904 – 1962) ve Ehmed Herdi (1922 – 2006) gibi çağdaş şairlerin etkisinde yazdı. Daha sonra Borges’in tabiriyle ‘kendi sesini’ buldu… Bir mısra dizgecisi olan Bêkes, kendi sesini bulduktan sonra, Kürt şairleri arasında en önemli toplumsal gerçekçi şair olarak kalmayıp kısa şiir geleneğinin de şair Abdullah Goran’dan sonra en önemli temsilcisi olmuştur.
Şiirleriyle Saddam'ı bile etkileyen ve Saddam tarafından kendisine verilmek istenen Kaddisiye Ödülünü reddeden Bêkes, yine dağların yolunu tutar ve 1986'ya kadar dağda kalır. Ardından İsveç'e giden Bêkes, burada, 1987 yılında Kurt Tuckholsky Ödülü'nü dönemin İsveç başbakanı Ingvar Carlson’ın elinden alır. Daha sonra önemli Kürt şairlerinden Piremêrd adına verilen ödülü aldı.
1993 yılında Kürt Federe bölgesinin 1 yıl süre ile Kültür Bakanlığını yaptı. Bakanlık yaptığı dönemde de bakanlığını yaptığı hükümetin anti demokratik uygulamalarına tahammül etmeyerek kabineden ayrıldı ve bir daha benzer görevler almadı. Güney Kürdistan bölgesel yönetiminde bir yıllık bakanlık görevini bıraktıktan sonra "Şiirimin bir mısrasını otuz bakanlığa değişmem" diyerek kurulu ve özgürlükçü olmayan tüm sistemlere başlattığı isyanını kendi bölgesel yönetimine karşı da sürdürdü.
Bu yüzden de "Ülkemde / Gazete lal doğar. / Ülkemde / Radyo sağır doğar. / Ülkemde / Televizyon kör doğar / Ülkemde bunların / sağ doğmasını isteyenler / dilsizleştirilirler ve öldürülürler / sağırlaştırılırlar ve öldürülürler / körleştirilirler ve öldürülürler / Ülkemde..." diyordu, Şêrko.
O yüzden Şêrko Bêkes hiç kimseye karşı baş eğmeyen, acıya, zulme, köleliğe, aileci, aşiretçi, tüm yapılara karşı isyanını sürdüren, sonuna kadar da ona bağlı kalan bir şairdi.
"Kimsesizliğim çıplak değil / Ölünceye kadar / Yetiyor ona karanlık giysileriniz. / Susuzluğum ne çeşmesiz / ve ne de susuzdur / Ölünceye kadar / Yetiyor ona gözyaşlarınızın ırmağı. / Cehennemin rüzgârsız değil / Ölünceye kadar / Yetiyor ona soğuk nefesiniz / Uzundur / Uzundur / Bu gurbetlik ve gurbet mevsimim. / Duruyorum, duruyorum, duruyorum / Servi ağacına dönüşünceye kadar / Can servi ağacım! / Şimdi sen benimsin. / O yüzden ben bunu yaptım / Eğer ben ölürsem / Bana tabut olursun!" diyerek ölümünü de yazan ve ölümünü ‘kelebekler boğazına göç’ olarak tasvir eden Şêrko Bêkes, 4 Ağustos 2013 sabahı Kürdistan'a; merhaba diyerek ‘kelebekler boğazına göç’ etti…
Altı yıl önce hayata gözlerini yumup aramızdan ayrılan Şêrko Bêkes, “Beni Süleymaniye’deki Azadî Parkı’na, 1983 şehitleri için kurulan anıtın yanına gömün. Orada nefesim kesilmez. Genç kadınlar, erkekler, sevgililer misafirim olur.” dizelerindeki vasiyeti üzerine Süleymaniye’deki Azadi Parkına defnedildi.
‘Çocukların parmaklarıdır şiir, Kürdistan ve Ruanda’nın cehenneminde elinden ne gelir ki?’ diyen Bêkes, umut ve özgürlük ile ruh kattığı sözcükleriyle var ettiği ve adını ‘şiiristan’ koyduğu bir ülke bırakıyordu…
Ardından şiir, öykü ve tiyatro eserlerinden oluşan 41 eserlik dev bir külliyat bırakan Şêrko Bêkes'in eserleri, İngilizce, Arapça, Farsça başta olmak üzere Türkçe, İtalyanca, Fransızca, Almanca gibi birçok dile çevrilerek dünya edebiyatına kazandırılmıştır.
2009'da Stockholm-İsveç'te şairin “Bütün Eserleri” toplam 8 Cilt ve 8000 sayfayla yayınlanmıştır.
***
Şêrko Bêkes'i okuyan herkes onun şiirinde "doğanın soluğunu", "kadının başkaldırısını", "ağacın suskunluğunu", "rüyaları ölen kuşları", "idama yürüyen bir devrimciyi", "tanrıyı Kürdistan'a davetini", "Halepçe'nin saat 11'ini" ya da "mevsimlerin ölümünü" iliklerine kadar duyumsayacaktır.
"Eğer üç gözüm olsaydı üçüncüsünü de şiire / eğer üç elim olsaydı üçüncüsünü de yine yoksulluğun bedenine / eğer üç kulağım olsaydı, üçüncüsünü de yine müzik ve strana verirdim" diyecek kadar şiire tutkuyla bağlı olan Şêrko, şiiri de salt şiir için ele almadı, hiçbir zaman.
Şêrko Bêkes, Güney Kürdistan’da doğup büyüdü, mücadele etti. Ancak o sadece Güney Kürdistan’ın değil, dört parça Kürdistan’ın hatta dünyanın şairiydi. Çünkü mücadele, kavga, özgürlük için yürüyüş nerede Şêrko Bêkes güzel yüreği, temiz ruhu, gülü, ekmeği, kuşları ve mısraları ile oradaydı. Bêkes, sonraki yıllarda hiç görmediği halde şiirinin dizginlerini Kuzey Kürdistan'a çeviriyordu ve kaleminden şu mısralar yankılanıyordu:
Dersim gözelerinde:
Kuzeye doğru / Gidiyor şiirim / Ateştir ve gidiyor / Hüzündür ve gidiyor / Ta Van üzerinde duruyor ve bükülüyor / Şafağın turuncu penceresi üzerine yağıyor / ve Dersim’in gözelerinde eriyor. (...)
***
Şêrko Bêkes’in şiirleri dağ, isyan, acı, özlem ve kavganın sesi olabildiği gibi kurdun, kuşun, kelebeklerin, ağaçların da sesiydi. O yüzden şiirleri buram buram toprak ve dağ kokar. Özgürlük şiirlerinin ana temasıdır. Çünkü paramparça edilmiş bir halk ve dört parçaya bölünmüş, dört parça içinde de partiler eliyle daha küçük parçalara bölünmüş bir ülkenin çocuğu, koca yürekli şairidir. Şêrko Bêkes'in, dağ, ağaç, ova, nehir, taş ve kendisinden bahsettiği ‘Burada’ adlı şiiri:
Dağ: şair / Ağaç: kalem / Ova: kâğıt / Nehir: satır / Taş: noktadır / ve ben: ünlem işaretiyim!
***
Şêrko Bêkes özgürlükten, özgürlük için mücadeleden hiçbir zaman ödün vermeyen bir şairdi. Özgürlük ve ülkeye olan bağlılığını “Eğer” adlı şiirinde bakın nasıl anlatıyor:
“Eğer benim şiirimden / Gülü çıkarırlarsa / Yılımın bir mevsimi ölür / Eğer şiirimden sevgiyi çıkarırlarsa / İki mevsimim ölür / Eğer Ekmeği çıkarırlarsa / Üç mevsimim ölür / Eğer Özgürlüğü çıkarırlarsa / Bütün yılım ölür, bende ölürüm …”
***
Şêrko Bêkes’e Güney Kürdistan’da ayakkabı boyacısı çocukların şairi de denir. Çünkü yüreğini en çok paralayan şeylerden biri yoksulluktu. Ve bu yoksulluk içinde evlerine bir parça ekmek götürmek için sokak sokak dolaşıp ayakkabı boyacılığını yapan yoksul çocuklardı. Şêrko Bêkes yüreğine dert olan bu çocukları “Küçük Boyacı Hemo” adlı şiirinde tanrıya seslenerek, tanrıyı Kürdistan’a davet eder. Bêkes “Küçük Boyacı Hemo” şiirinin mısralarında bakın kimlere veryansın ediyor ve neler yazıyor:
Akşamdı / Küçük boyacı Hemo / Büyük Meydan'ın köşesinde / Şam şehrinin göbeğinde / Yorgun başını eğmiş / İncecik bedenini / Elindeki fırça gibi / Hızlı hızlı sallıyordu. / Küçük avare Hemo / Belli belirsiz bir fısıltıyla / Şöyle diyordu: / Sen, öğretmen koy ayağını! / Sen, tüccar koy ayağını! / Subay... casus... asker... cellat… / İyi insan. Piç insan. /Siz hepiniz! / Sırayla koyun ayaklarınızı… / Kimse kalmadı /Tanrı'dan başka / İnanıyorum ki öte dünyada da / Tanrı / Ayakkabılarını boyatmak için / Bir Kürdü çağıracaktır. / Kim diyebilir ki "O Kürt ben değilim." / Ah anne, / Sence Tanrı'nın ayakları ne kadar büyük? / Kaç numara giyiyordur? / Ya para! / Anneciğim sence Tanrı ne kadar öder?
***
Şiirlerinde toplumsal olaylara ve kadın cinayetlerine de bigâne kalmayan Şêrko’nun, bir şiirinden şu mısralar dökülüyordu:
"Bir şahinin kanadını kırdılar / Gökyüzü bir kanat çırpmasını kaybetti / Bir ceylanın gözünü kör ettiler / Ovanın hissesinden bir bakış eksildi / Bir kekliğin boğazına bir mermi saplandığında / Dağ bir ezgisini kaybetti / Bir gülü ezdiklerinde / Bülbül bir nefes kaybetti / Ama bir kadını öldürdüklerinde / Bütün dünyanın hesabından bir sevda eksildi."
***
Bêkes, gül, sevgi, özgürlük, Halepçe, kuş ve kelebek imgeleriyle Kürdistan'ı aradı. 'Kor gibi yanan' dizeleriyle ülkesinin kaderine kafa tuttu. "Tanrı ile Kürdistan'ın kaderi aynı, ikisi de yalnız" dedi. Kürdistan'da "Tanrının ağlayışını", "ölen baharları", "susan ağaçları", "yalnız kalan çorapları", "rüyaları ölen kuşları", Halepçe'nin saat 11'ini yazdı hep:
"Hava öldü, gökyüzü öldü, ilkbahar öldü, anne, baba ve çocuk öldü, saat on birde, Halepçe'nin boş bir odasının tavanı altında, birbirini kucaklayan üç taş heykele dönüştüler"
Bazen Apê Musa'ya seslendi, "Ben Musa'nın kalemiyle, Hakkarili kızların örgülü saçlarıyla buradayım" diyordu. Şiirlerini ana dili Soranîce’de okuduğunda, onu anlamayan Kürtler ise kulağına şu cümleyi fısıldıyordu; "Anlamasak da ruhumuz seni duydu". Zira onu dinleyen her Kürt, şiir okuduğu salondan ruhuna bir nebze Kürdistan üflenmiş olarak ayrılıyordu.
***
2010 yılında Şirîn Elemhûlî, Ferzad Kemanger, Elî Heyderiyan ve Ferhad Wekîlî, İran İslam Cumhuriyeti'nde idam sehpasına yürürken, Bêkes’in yüreği ve şiiri onlarla birlikteydi. Ve Bêkes 4 devrimci için yazdığı şiirinde, adeta 1936 yılında İspanya iç savaşında faşistlerce kurşuna dizilmeden önce "Özgür olmayan insan nedir? / Söyle bana, Mariana / Söyle seni nasıl sevebilirim / Özgür olmazsam? / Sana nasıl kalbimi açabilirim / Bu yürek benim değilse?" diyerek son şiirini okuyan ünlü İspanyol şair Federico Garcia Lorca'ya, şu mısralarla nazire yapıyordu:
"Biz dağız, yer değiştirmeyiz / Biz şiiriz kurumayız / Bizler rüzgarız eğilmeyiz / Bizler doğum sancılarıyız, sonumuz gelmez / Bizler yaşamın kendisiyiz, erimeyiz. Rojhilat'tan Rojava'ya, Yukarı'dan Aşağı'ya / Dar ağaçları bugüne kadar devrimimizden ne eksiltti. İdam sehpaları gözümüzü mü korkuttu? / Dağlarımızı eğebildiler mi? / Pîremegrun'a çöktürebildiler mi? (...) İran idam rejimi hep ihtiyar / Ama bizler her daim genç (...) Bugün Sinê'nin en büyük caddesi Ferzad Kemanger oldu / Bu sabahtan sonra Mahabad'ın en büyük bahçesi Şirin Elemhulî oldu / Bu şafakta doğan tüm çocuklara Ferhad Wekili adı verildi / Bu şafakta Elî Heyderiyan Kirmanşan'ın Taxwestan'ı oldu / Hadi buyurun Sinê'yi darağacına götürün! (...) Bugünden sonra Şirin Elemhuli'nin gözlerinin aşığıyım / Bugün kaç tane şiirim varsa hepsini Şirîn Elemhuli'ye gül ve stran (ezgi) yapıyorum / Bundan sonra ben onun saçının bir teliyim / Bundan sonra ben onun tırnağıyım / Bundan sonra ben onun son defa giyip idama gittiği ayakkabısıyım / Bundan sonra Şirîn Elemhuli'nin geride bıraktığı bileziğim (...)"
***
Kürt şiirinin damarı güçlüdür ve bu damarın gelecekte daha çok inceleneceği muhakkaktır. El Herriri, Baba Tahirê Uryan, Ahmedê Xanê, Feqiyê Teyran, Evdelê Zeynikê klasik Kürt şiirinin temelini oluştururken, Şêrko Bêkes modern Kürt şiirinin yolunu aydınlatan meşalelerden biri olarak yerini almıştır.
Kimi metinler/yazarlar bizi dışarı çıkmak için kendisine çeker diyordu Necatigil. Bêkes şiirlerinde dışarı çıkmanın tersine içimize çağırıyor. Şiirlerinde bizi ya da bir benzerimizi anlattığı için iç dünyamızın derinlerinde hissederiz kendimizi. Eduarda Galeona’nın‚ ‘her sözcüğün bir ruhu vardır’ ilkesi gereği ekmeğin, devrimin ve mücadelenin şairi olan Bêkes, sözcüklerinin ruhuna Kürdistanı, direnmeyi ve özgürlüğü üflüyordu. Şair olmanın ötesinde umudu, direnmeyi ve özgürlüğü meslek edinen Bêkes’in ardından bizlere çıraklığı kalıyordu.
Kaynakça:
1. Şêrko Bêkes, Piste Pistek (Fısıltı), Ji Nav Şiîrên Min (Avesta, 1995)
Kürtçeden Çeviren: Rûken Bağdu Keskin
2. Şêrko Bêkes, Dev Ji Min Berde Ez Dıxwazim Biçim, 2007, Belki Yayınları
3. Şêrko Bêkes, Güneyden Şiir Yağmuru, 2011, Belge Yayınları, (Şiirleri çevirenler; Sirwan Rehîm, Azad Dilwar, Baker Schweni)
4. Şêrko Bêkes, Kawaye Hesinkar, 2018, Dara Yayınları
5. Prof. Qanatê Kurda, Tarixa edebiyata kurdî (Kürt edebiyatı tarihi), 1992, Özge Yayınları