Kemal Orgun: Ülkemin Gölgesinde Bir Uzun Yol - 1 Yaşamın Kıyısında

24.03.2024, Paz - 17:23 [ Güncellenme: 24.03.2024, Paz - 17:24 ]

Kemal Orgun: Ülkemin Gölgesinde Bir Uzun Yol - 1 Yaşamın Kıyısında
Haberi Paylaş

Ömrünü halkının özgürlüğüne adamış, bu temelde yaşamın her alanında pratik mücadele yürütmüş ve bunun bedelini genç yaşında 12 Eylül faşist askeri zindanlarında dört buçuk yıl boyunca baskı, zulüm ve işkencelere maruz kalarak ödemiş, henüz daha zindandayken halkının kültür - sanat, edebiyat ve tarih alanında kuramsallaşmasının hayalini kurmuş; zindan sonrasında 1991 yılında Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) ve İstanbul Kürt Enstitüsünün kuruluşuna öncülük ederek bu hayalini gerçekleştirmiş, daha sonra 2011 yılında İsmail Beşikci Vakfını (İBV) sonrasında “Yaşam Radyo’yu kurmuş birêz Kekê İbrahim Gürbüz’ ün “Ülkemin Gölgesinde Bir Uzun Yol – 1 / Yaşamın Kıyısında” Otobiyografisini okudum. Okurken farklı duygular içinde büyük ve süregelen bir mücadeleye tanık oldum. Bu mücadeleden derin etkilendiğimi belirtmek isterim.

1961 yılının Eylül ayında sararmış yapraklar dalından düşerken, henüz altı yaşındayken ailesi ile birlikte Sarıkamış’ın Qizil köyünden İzmir’in Tire ilçesine doğru bir göç başlar. 
Göç, insanın doğduğu topraklardan kopuşunu temsil eder. Özünde bir yaprağın dalından kopması ne ise, insanın kendi vatanından göç etmesi de o'dur. 
Dalından kopan yaprak nasıl ki rüzgâra karşı savunmasızsa, göç eden insan da öyledir. 
Yaşamın içinde her türden saldırı karşısında yalnız ve savunmasızdır. Bu savunmasızlık bir çocuk için daha ağır bir yüktür ve daha derin izler bırakır yaşamında. Bu gerçeklik kitabın her sayfasında kendini hissettiriyor bize. 

Bu göç yolculuğuna dair kitabın 80. Sayfasının ikinci paragrafında şunlar yazılıdır: “Yolculuklar umut ve düş imgesi olur edebiyatta. Ve elbette hüzün… Ne umudu, ne hüznü, ne de hayallerimi tasvir edebilirim şimdi” ve şöyle devam eder aynı sayfanın son paragrafında “ “Kızgın kumda ayakkabısız bir yolculuk gibidir sonradan anı yazmak”

Bu kitap salt bir otobiyografi değildir. Birêz Kekê Îbrahîm Gürbüz’ün şahsında bir halkın, Kürt halkının biyografisidir. Toplum sosyolojisi ve psikolojisini içeren, pek kıymetli analizlerle dolu akademik bir çözümlemedir.
Bu analizler bize şu gereceğin de kapılarını aralayarak, karanlık noktalarımıza ışık tutuyor. Her ne kadar kendi vatanından göç bir yalnızlık ve savunmasızlık içerse de insan felsefe, sanat ve edebiyat ile öz aydınlanmasını gerçekleştirip, analitik düşünme yetisini kazanarak öz savunmasını geliştirebilir. Ve bu öz savunma insanın kendisine karşı olan öz saygısını da geliştirir. 
Bunları gerçekleştirebilmenin ilk temel ilkesini de cesaretli olmaktan geçtiğini Platon’un Devlet Üçlemesinden alıntılayarak şöyle der: “Korkusuzluk ile cesaret arasında şu fark vardır. Korkusuzluğun temelinde bilinç yoktur, oysa cesaretin temelinde bilinç vardır. Bu anlamda yaşamın her alanında korkusuzca girişilen her eylem yarım kalır. Uzun ömürlü mücadelelerin, oluşum ve sonuçların temelinde cesaret vardır.” 

Bu temel belirlemeden hareketle, biz bu kitapta birêz Kekê İbrahîm’în ister 12 Eylül askeri zindanlarında olsun, isterse de sonrasındaki yaşamında özellikle 28 Şubat 2014 yılında kendisine karşı girişilen kaçırılma ve suikast olayında olsun, bu korkusuzluk ve cesaret arasındaki çizgiyi bizzat deneyimleyerek doğru bir temelde çizdiğini berrak bir biçimde görebiliyoruz. 

Aynı şekilde İBV’ in kurulmasıyla birlikte kendisine karşı yapılan tehdit ve karalama kampanalarına karşı da bu cesaretle karşı durmuştur.

Ben bir yazar, yönetmen ve tiyatro sanatçısı olarak daha çok sanatsal ve estetiksel bir okuma yaptım. Dolaysıyla altı yüz sayfalık kitabın içinde, derin bir bilinç içeren “Sanatın kadının sabrından ve veriminden doğduğunu söyleyebiliriz” belirlemesi özellikle dikkatimi çekmiştir.
Bu belirlemeden aynı derinlikte etkilendiğimi belirtmek isterim. 
Sonra “Ez bi pê herim qebrê” yani elden ayaktan düşmeden kabre gideyim anlamındaki bu Kürtçe deyim ya da dua tam bir imge vahasıdır.

Beni en çok etkileyen olaylardan biri de “Mutluluk Bölümü ”ündeki “Torunumdan Mektup” başlığı oldu. 
Oriana Fallaci’nin “Doğmamış Çocuğa Mektup” romanını biliyordum. Bu roman, istenmeyen bir hamileliğin yaratmış olduğu sıkışmışlığın, trajedinin ve sorgulamanın romanıdır. Fakat “Torunumdan Gelen Mektup” henüz doğmamış bir bebeğin dedesine yazmış olduğu bir mutluluk mektubudur. 
Bu mektubun bende yaratmış olduğu mutluluğu sizlerle paylaşmak için olduğu gibi buraya aktarıyorum.
“Merhaba dedeciğim, bu benim ilk fotoğrafım. Biliyorum şu an çok küçüğüm ama endişelenmeyin, hızla büyüyorum. Size kendim yazamadığım için annemle birlikte yazıyoruz. Annem ve babam beni çok sevdiğinizi ve benimle tanışmak için sabırsızlandığınızı söylediler. Ben de sizinle tanışmak için sabırsızlanıyorum. Ben de seni çok seviyorum dedeciğim.” /Torunun

Birêz Kekê Îbrahîm’in “Ülkemin Kıyısında Bir Uzun Yol, Otobiyografisi bir üçlemedir..   2. cildi yakın bir zamanda okuyucusuyla buluşacaktır.

Bu haber toplam: 1499 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:14:36:52
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad
x