Başta Türkiye olmak üzere Referandumun gerçekleşmesine ve sonuçlarına karşı çıkan kimi bölge devletlerinin bu rijit tutumlarındaki esas hedefin, aslında, bağımsızlık ilanını geciktirmek, biraz daha ötelemek olduğunu söyleyebiliriz.
Bağımsızlık referandumu %72 katılım ve %92,73 evet oyu ile sonuçlandı.
Referandum öncesi süreç, tarihi öneme sahip bir direnişi ifade ediyor.
Referandumla ilgili olarak neler, neler söylendi; referandumun yapılmaması için neler, neler yapıldı.
Referandumun ‘’Türk Devleti’nin projesi ‘’ olduğunu söyleyenler oldu; ‘’İsrail ve ABD projesi’’ olduğunu, ’’Ümmeti böleceğini’’ söyleyenler de.
Referandumun ‘’Irak Anayasası’na aykırı olduğunu, meşru olmadığını’’, ‘’Irak’ın birliğini bozmaya yönelik olduğunu’’ söyleyenler de vardı. Referandumun bölgede zaten olmayan ‘istikrarı’ bozacağını,’’IŞİD’e karşı mücadeleyi zayıflatacağını’’ söyleyenler de oldu; ‘’Kürtleri anlıyoruz, ama referandum ertelenmelidir’’ diyenler de…
Seviyesiz söylemlerle tehditler savuranlar da az değildi.
Bu referandum karşıtı ‘’dış koro’’nun yanı sıra ‘’içerden’’ de farklı nedenlerle referanduma karşı çıkanlar oldu: Referandum kararının demokratik bir şekilde alınmadığını, iç sorunlar çözülmeden, Parlamento açılmadan referandumun yapılmaması gerektiğini söyleyenler oldu. Referandumun ‘’kadının özgürlüğüne karşı olan bir devlete yol açacağını’’, ‘’küçük bir ulus devletçik yaratmayı hedeflediğini’’, ‘’bir parti ve ailenin çıkarlarını garantiye almaktan başka bir anlam taşımadığını, çıkar esaslı bir blöf olduğu’’nu, ‘’ulus devletler döneminin geçtiğini’’, ‘’Ulusal Kongre toplanmadan referandumun yapılmaması gerektiğini’’ söyleyenler de vardı.
Bütün bu tehdit, öneri, karşı çıkış ve baltalama girişim, proje ve söylemlerine rağmen, Kürdistan Parlamentosu 15 Eylül’de toplandı, alınan referandum kararını onayladı ve bu karar doğrultusunda Referandum 25 Eylül 2017 günü gerçekleştirildi
Bir bütün olarak bakıldığında, referandum kararı ve gerçekleştirilmesi iradesi, Süleymaniye ve Halepçe’deki düşük katılıma rağmen, denilebilir ki, gerçek anlamda tarihi bir ulusal direnişin ifadesidir. Referandum, dört parça Kürdistan’da ve dünyanın dört bir ucunda geniş bir ulusal ittifakı yarattı.
Referandum güvenlik içinde, demokratik bir şekilde gerçekleşti; bütün ‘’komplo teorileri’’ ve tehditler boşa çıkarıldı. Referandum, sonuçları itibariyle bütün bir halkın katılımıyla gerçekleşen bir başkaldırıyı ve Kürdistan halkı için bir Rönesans’ın başlangıcını ifade etmektedir.
Kerkük, Musul Ovası, Şengal gibi 140. Madde kapsamındaki yerlerde katılım oranları %80’e yakındı; bu bölgelerde ‘’Evet’’ oranı %80’i aştı. Bu sonuçlar, Referandumun genel sonuçları kadar anlamlı, önemli ve tarihi bir tutumun ifadesidir. Türkmen, Arap ve Asuri-Keldaniler’in de Kürtler ile birlikte Bağımsız Kürdistan’dan yana tutum almaları, gelecekteki Demokratik, Federal Kürdistan’a olan güvenin belirtisidir. Bu bölgelerdeki referandum sonuçları, 140. Maddenin de uygulanmış olması anlamını taşımaktadır.
Referandum, Geri Dönülmez Şekilde Bağımsızlığın Yolunu Açmıştır
Referandum öncesi tehditlerini artıran Türkiye ve İran gibi devletler, Referandum sonrasında bu tehditlerini fiili uygulamalar ile bir üst düzeye yükselttiler.
Özellikle Türkiye’nin, beklentilerin çok üstünde, neredeyse Bağdat Yönetimi’nden de daha sert bir tutum sergilediği, tehditler savurduğu görülmektedir.
Ekonomik ambargo, kapıların kapatılması, uçuşların durdurulması, petrol akışının kesilmesi gibi uygulama ve tehditlerin yanı sıra, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘’Bir gece ansızın gelebiliriz’’ söylemiyle, askeri saldırı ihtimali de gündeme getiriliyor.
Referandum öncesi İran tüm gücüyle referandumun gerçekleştirilmemesi için çalıştı; referandum sonrasında da bu tutumunu, bağımsızlığı engelleme yönünde sürdürmektedir.
Bağdat, ‘’Referandum sonuçları Kürdistan Bölge Yönetimince geçersiz ilan edilmedikçe, herhangi bir diyaloga girmeyeceğiz’’ diyor ve Kürdistan Bölge Yönetiminin varlığını yok sayan bir dizi kararı dayatıyor.
ABD, ‘’Referandum meşru değil, tanımıyoruz’’ diyor.
Bugüne kadar Referandumla ilgili destek sunan tek devlet İsrail olmuştur.
Bir halkın %72’sinin katılımı ve %92,73’nün ‘’Evet’’ oyu ile ortaya çıkan ortak, meşru irade, ne acı ki, kimi devletler için bir anlam taşımıyor. Bu tutum ne siyasi, ne uluslararası hukuk, ne insanlık değerleri açısından hiçbir kalıba sığmaz.
Başta Kürdistan Bölge Başkanı Sayın Mesud Barzani olmak üzere, Kürdistan Parlamentosu, Hükümeti ve Referandum Yüksek Konseyi (Şimdi Irak Kürdistanı Yüksek Siyasi Konseyi adını aldı) hem Bağdat’ın aldığı kararları tanımayacağını ilan etti hem de Bağdat ile bağımsızlık konusunda görüşmeye açık olduğunu bir kez daha beyan etti.
Başta Türkiye olmak üzere Referandumun gerçekleşmesine ve sonuçlarına karşı çıkan kimi bölge devletlerinin bu rijit tutumlarındaki esas hedefin, aslında, bağımsızlık ilanını geciktirmek, biraz daha ötelemek olduğunu söyleyebiliriz.
Bağımsızlık iradesine karşı yapılan her tehdit ve uygulama aslında, halkımızın meşru iradesine saygısızlıktır; halkı tercihlerinden dolayı açlık ve savaş çığırtkanlığı ile tehdit ve ‘terbiye’ etmeye çalışmak, düşmanca bir tutumdan başka bir anlam ifade etmemektedir.
Enfal, Halepçe vb. soykırımlara, yıllarca Saddam’ın ekonomik ablukasına boyun eğmeyen Kürdistan halkını açlıkla terbiye edeceğini, tehditlerle sindireceğini sananlar ya gerçekten kin ve nefretten gözü hiçbir şeyi göremez hale gelenlerdir ya da Kürdistan halkının tarihini ve gerçekliğini gerçekten de bilmeyen, haritaların değişmesinin kaçınılmazlığına karşı beyhude kürek çekenlerdir.
Nasıl ki tehditler referandumu engelleyemediyse, bağımsızlık kararını da değiştiremeyecektir. Bundan sonrası için en makul yaklaşım, bağımsızlık hakkına saygı duymaktır.
Başta Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, Türk Devlet yöneticileri, siyasetçiler, yazar ve gazetecilerin özellikle sayın Mesud Barzani’ye ve Kürdistan halkının bağımsızlık iradesine karşı sergilemiş oldukları saldırgan üslup ve hakaretlerin kabul edilemez olduğunu belirtmek gerekir. Kimilerinin haddini aşan söylem ve küfürlerini ise lanetliyorum.
Türk Devleti’nin ve çoğunluk siyasetçi, medya ve yazarlarının bu tutumu Kuzey Kürdistan ve Türkiye’deki 25 milyonu aşkın Kürt milletine de saldırı ve hakarettir.
Temmuz 2015’ten bu yana süren savaş ve bir yılı aşkın bir süredir devam eden OHAL ile 25 Milyon Kürt nüfusunu yok sayan, hiçbir kazanımı kabullenmeyen, Rojava Kürdistanı’na yönelik saldırgan siyasetiyle Kürde dair hiçbir hakka tahammül etmeyen Erdoğan’ın, Güney Kürdistan’daki referanduma ve sonuçlarına karşı aldığı tutum, bunun sadece ırkçı, şoven tribünlere yönelik bir hitap olmadığını daha net bir şekilde göstermektedir.
Erdoğan bu siyaseti izlerken, 2019 Yerel Seçimlerini, Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı Seçimlerini hiç mi hesaba katmıyor? 2008’den bu yana Türkiye ve Güney Kürdistan Yönetimi arasında gelişen çok boyutlu ilişkilerin hiç mi bir önemi yok? %51,5 gibi çok kritik bir oy ile kabul edilen ‘’Türk Tipi Başkanlık Sistemi’’ zaten, Erdoğan’ı, deyim yerindeyse, tam da bir ‘’Sırat Köprüsü’’nde yürümeye zorlamışken; bu Kürt karşıtı siyaset ile, bu köprünün en önemli ayaklarından biri olan Kürtlerin kırılacağı hesaba katılmıyor mu?
Bu Kürt karşıtı saldırgan siyaset birkaç anlama gelebilir:
1- Erdoğan zaten her hâlükârda, seçmenin meşru, demokratik iradesine göre değil, kendi ihtiyacına göre seçimlere ve sonuçlarına müdahale edeceğinden, Kürtlerin oyunun hiçbir önemi kalmıyor.
2- Erdoğan, seçimlere yakın bir dönemde, bu sert, saldırgan siyasetinden vazgeçecek, Kürtler ile yeni bir diyalog yolu açacak.
3- Türkiye Devleti geçici çıkarlar ile değil, stratejik olarak Kürdistan meselesine bakmaktadır. Kürdistan’ın devletleşmesine ve kazanımlara set çekmek için, gerektiğinde bazı çıkarlarını feda edebilir.
Ama madalyonun diğer yüzünde ise inkar edilemeyecek gerçeklikler var:
Güney Kürdistan’da bağımsızlık oku yayından çıkmıştır.
Rojava Kürdistanı’nda bir siyasi statü elde edilmesi güçlü bir ihtimaldir.
Donald Trump’un İran’a karşı siyaseti, Doğu Kürdistan’daki halkımız için yeni kapılar açmaktadır.
Kuzey Kürdistan’da tüm baskı, savaş, OHAL’e rağmen Kürt ve Kürdistan gerçekliği adil, siyasal bir çözüm beklemektedir.
Türkiye Devleti ve yöneticilerinin bu gerçeklikleri yok sayan her adımı, şimdiden çıkmaz sokağa saplanmaya mahkumdur.
Kürt karşıtı siyaset bir tarafa bırakılarak, Kürtler ile diyalog ve barış, tüm sorunların gerçek ve doğru çözümünün başlangıcıdır. Kuzey Kürdistan’da savaşa, şiddete ve çözümsüzlük siyasetine son verilerek, siyasal, adil, demokratik çözüm yolu açılmalıdır. Güney Kürdistan’daki bağımsızlık iradesine saygı gösterilmelidir. Rojava Kürdistan’ına yönelik saldırgan siyasetten vaz geçilmelidir.
Güney Kürdistan’ın bağımsızlığını desteklemesi ve kendi devletleri üzerinde ciddi bir baskı unsuru oluşturması için dünya kamuoyunun en aktif ve etkin şekilde harekete geçirilmesi, bilgilendirilip örgütlendirilmesi, tüm dünya Kürtlerinin omuzlarında duran tarihi bir görevdir.
Bağımsızlık Referandumunu Destekleme İnisiyatifi’nin tecrübelerinden de yararlanarak, tüm saldırı, tehdit, insanlık dışı söylem ve siyasetlere karşı, Kuzey Kürdistan’da en geniş ulusal demokratik güçlerin işbirliği ve ittifakını sağlamak için derhal adım atılmalıdır. Bu işbirliği ve ittifak, Kuzey Kürdistan için güçlü bir direniş odağı olacağı gibi, Güney Kürdistan’daki bağımsızlık iradesine de, Rojava ve Doğu Kürdistan’daki kardeşlerimizin özgürlük mücadelesine de en iyi desteği ifade edecektir.
Kürdistan Bölge Başkanı Sayın Mesud Barzani’nin, Kürdistan Parlamentosu, Hükümeti ve Yüksek Siyasi Konsey’in bağımsızlık yolunda, gelebilecek her türlü saldırı, abluka ve tehlikeye karşı B ve C planlarının olacağını, olması gerektiğini düşünüyorum.
Halkımızın bağımsızlık iradesine saygı duyulması yönündeki tüm diyalog önerileri reddedilmektedir. Türkiye, İran, Irak’ın bu tehditkar ve çözümsüzlük siyasetleri ile dünya devletlerinin referanduma karşı almış oldukları anti-demokratik tutum, Güney Kürdistan’da bağımsızlık ilanını daha öne almayı zorlayan faktörlere dönüşmektedir.
Türkiye, İran ve Irak’ın tekrar CENTO vb. ittifak arayışlarına girdikleri bir süreçte, bu devletlerin plan ve stratejilerine daha uygun zeminler yaratacak ‘’içeriden’’ her türlü girişim, siyaset ve uygulamaya kesinlikle ortak ve daha gür bir ses ile karşı çıkmamız gerekmektedir. Dünyadaki tüm Kürt ve Kürdistanlılar arasında, Güney Kürdistan’ın bağımsızlık iradesi başta olmak üzere, Kürdistan’ın her parçasındaki kazanımları sahiplenmeyi, korumayı esas alan, kimsenin kendisini başkasına dayatmadığı, Kürdistani değerlere dayalı, Ulusal Demokratik Koordinasyonu sağlama zamanıdır.