Bilindiği gibi Öcalan’ın Newroz’da okunan mesajı için günler öncesinden oluşturulan kamuoyu beklentisi bir anlamda boşa çıkmış oldu. Zira Öcalan mektubunda tek bir şey söylüyordu: Bekleyin.\nBunun ilk nüveleri olarak da Öcalan’ın ‘Eşme ruhu’ ifadesinin ardından TSK’dan yapılan açıklamada, Mardin’de yapılan operasyonda, Oremar meselesinde, HDP’nin verdiği konuya dair meclis araştırması önergesinde bulmak mümkün.
Bilindiği gibi Tayyip Erdoğan’ın 2005 yılında Diyarbakır’da ‘Kürd sorunu vardır, benim sorunumdur’ cümlesiyle gayrı resmi kulvarda, dolaylı zeminlerde Kürd sorununun çözümüne dair antrenman yapıldığı anlaşılmıştı. PKK’nin beraberindeki yakın bir zamanda çatışmasızlık durumuna geçmesiyle birlikte bütün kulislerde gelecek zamanda ciddi değişimlerin yaşanacağını haber veriyordu. 2009’da Öcalan’ın çağrısıyla Habur’dan giriş yapan Barış Grubu üyelerinin yüzlerce kilometre boyunca yüzbinlerce kişi tarafından karşılanması ve yaşanan görkem, sürecin kısa devre yapmasına neden olsa da, iki tarafın ‘yol kazası’nda ortaklaşması sorunu uzamadan ortadan kaldırmıştı. 2012’ye gelindiğinde ise o güne kadar MİT üzerinden yürüyen görüşmelerin sadece MİT iradesiyle değil, hükümetin talebiyle yürüdüğünün deklere edilmesi gerekiyordu. Bunun için ise elbette ki kamuoyunun hazırlanması, görüşmelere karşı doğabilecek olası pürüzlerin özellikle medya üzerinden bertaraf edilmesi gerekiyordu. Dahası, Öcalan muhattabiyetinin meşruiyet kazanması şartı ortadaydı. Bunun için en kestirme, en etkili ve en işe yarar seçenek elbetteki ‘insani’ yanı da olan açlık grevlerinin organizesi idi.
Açlık grevlerinin ölüm orucuna dönüşeceğinin deklere edilmesiyle birlikte, buna noktayı koyacak yegane iradenin Öcalan olduğu aşikardı ve medya üzerinden bunun için Öcalan ile görüşülmesi yönünde yoğun bir baskı gündeme gelmişti. O gün başlayan görüşmelerin ‘normalizasyonu’ Çözüm Süreci ve müzakerelerin de artık resmen, gündeme gelmesine yürünülebilir bir patika yaratmış oldu. Hükümet o günden sonra Öcalan ile resmen görüştüğünü kabul etmekle kalmadı, heyetlerin oluşturulması, karşılıklı taleplerin masaya yatırılması, yol haritaları, HDP heyetinin adaya gitmeye başlaması, Akil İnsanlar Heyeti’nin oluşturulması ve nihayetinde Dolmabahçe mutabakatına kadar varan bir dizi gelişme yaşandı.
Belirsizlik hükmünü hep korudu
Bütün bunlar yaşanırken, İmralı-Ankara hattında nelerin yaşandığı, hangi konuların konuşulduğu, uzlaşı noktalarının neler olduğu, iki tarafın kırmızı çizgi olarak neleri ön plana çıkardığı gibi konularda ise kamuoyunun hiçbir suretle bilgilendirilmemesi, yanı sıra sürenin giderek uzaması ise toplumda güvenirliğin giderek düşmesine yansıdı. AKP kanadında yaşanan iç çekişmeler zaman zaman bu konunun önüne geçse de, Çözüm Süreci canlılığını korumaya devam etti. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesi ile birlikte, bir yandan başkanlık hesapları gündeme getirilip, Öcalan ile bunun üzerinden bir anlaşmaya varıldığı konuşulmaya başlandı. 10 madde üzerindeki uzlaşı ve izleme heyetinin oluşturulmasının medyaya sızması ise Çözüm Süreci’ni bambaşka bir viraja soktu ki, görünürde bu konuda başa dahi dönülemeyecek bir takım engeller devreye girmiş bulunuyor.
Atalay’dan Akdoğan’a devir derin aklın göreve gelişi miydi?
Bilindiği gibi en başından beri sürecin hükümet kanadından birinci sorumlusu Beşir Atalay idi. Her aşamasında bizzat dönemin başbakanınca görevlendirilen, HDP’lilerin kolay ilişki kurabildiklerini açıkladığı bir isimdi Atalay. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesiyle kurulan yeni hükümette ise Atalay’ın görevi Akdoğan’a devredildi. Başlatan kişi olarak Erdoğan hala da ‘son sözü ben söylerim’ modundayken, sürecin iki numaralı aktörünün, karşı tarafın itirazlarına rağmen değişmesi elbette ki sıradan bir değişim olmasa gerek. Akdoğan’ın bütün söylemi kendisinin bahsi geçen saf bir işlemci aklın hizmetinde olduğunu ve her koşulda bütün çıkarlarını bu aklın çıkarlarıyla örtüştürdüğünü göstermektedir. Derin akıl sadece kendisine uyduğundan emin olduğu zamanlarda uzlaşı dilini kullanır ve yeri geldiğinde muhatabını istediği ölçüde hiçleştirir. Akdoğan tam da böyle bir söyleme sahip. Ayrıca geçmişini biraz karıştırmakta da fayda var ki bütün yollar buraya çıkıyor.
Erdoğan’ın Balıkesir’de ‘Kürd sorunu yoktur’ noktasına dönüş yapması, Mardin’de TSK’nin operasyon başlatması, iki gün arayla Oremar’da taciz ateşi yapıldığı iddiasıyla PKK’nin konumlandığı bölgenin top ateşi altına alınması, Necdet Özel’in Genelkurmay Başkanlığı boyunca ilk kez ‘askeri’ tonajlı siyasi açıklamalar yapmaya başlaması, Erdoğan’ın subaylarla yaptığı toplantıda adeta özür dilemesi, Akdoğan’ın muhatapları olan HDP’liler hakkında eski resmi devlet jargonuyla bindirmeler yapıp, ertesi gün iki partner gibi görüntü vermesinin altında sıradan yol kazalarının olduğunu düşünmek saf dillilik olsa gerek. Çözüm Süreci konusunda, 80 yıllık cumuhuriyetin değişmez resmi algısının devrede olduğunun ayak sesleri birçok noktadan gelmeye başladı. AKP içinde yaşanan son kriz de kuşkusuz bunun artıcısıdır.
Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla ordunun önemli oranda sesinin kısılması, komuta kademesindeki çok sayıda rütbelinin istifası, askerin artık siyasi konularda demeç vermekten uzaklaşması, yıllarca Türkiye’de ‘AKP orduyu ele geçirdi’, ‘Demokrasinin gereği yapılıyor’, ‘Ordu artık siyasetin uzağındadır ve karışamayacak noktadadır’ gibi söylemlerin yerleşmesi olarak yorumlandı. Oysa Türkiye Cumhuriyeti’nin 80 yıllık Kemalist hamurunun mayalandığı bir kurumun, 750 bin nüfuslu devasa bir organizasyonun 10 yıl içinde ruh değiştirmesi ancak bir mucize ile olur. Ordunun bulaştığı çok fazla suçtan arınması gerekliliği, iktidarın operasyonlarına göz yumması ve sessiz kalmasını gerektiriyordu sadece. Türkiye devletinin 80 yıl boyunca derin bir akıl tarafından idare edildiğini, iktidarların sadece o aklın ‘mausu tutan eli’ ya da ‘ağzı’ olduğunu unutmamakta fayda var. Zira ANAP dönemindeki siyasal üstünlük de yakın tarihte kayıtlı duruyor.
Ne oldu da bu noktaya gelindi?
10 yılı aşkın bir süre boyunca sessiz kalan ve Tayip Erdoğan sözcülüğüne kabul kesilen devletin işlemci aklının, iktidara kim gelirse gelsin, kontrolü tümden bırakmayacağını bilmek bir alameti farika değil elbette. Ancak Türkiye’de unutulan bu oldu. Tayip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı ile birlikte işlemci akıl, kaptırdığı ve yer yer kontrolden kaçırdığı vanayı yeniden ele almanın fırsatını bulmuş oldu. Kabine’nin başına ancak ve ancak Erdoğan’ın nefesini üfürebilecek basirette birinin getirilmesi, söylemi ve tavırlarıyla Erdoğan’ın ‘ütülenmiş hali’ olabilen Davutoğlu’na AKP’nin ağır toplarından olur gelmeyeceği bilinen bir gerçekti. Ancak hesapta olmayan durumların, örneğin HDP’nin cidid bir sükse yapması, Öcalan’ın artık her kesimin ‘kabul edilebilir ikonu’ haline gelmesi, kısacası varlığını sürdürülebilir kılabilecek bir çatışma ya da ‘düşman’ durumunun ortadan kalkmaya başlaması, işlemci aklın ‘titreyip kendine gelmesi’ni zorunlu kılıyordu ve Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı da bunun için altın tepside fırsat oldu.
Bunun ilk nüveleri olarak da Öcalan’ın ‘Eşme ruhu’ ifadesinin ardından TSK’dan yapılan açıklamada, Mardin’de yapılan operasyonda, Oremar meselesinde, HDP’nin verdiği konuya dair meclis araştırması önergesinde bulmak mümkün. Ordunun en hassas zamanda operasyon yapması, iktidarın Çözüm Süreci ‘hassasiyetine’ rağmen yapılmışken ve hükümetin tek açıklama yapmayışı ortadayken, sürecin normal yolunda ilerlediğini söylemeyi mümkünsüz kılıyor.
Öcalan mesajında aslında ne dedi?
Bilindiği gibi Öcalan’ın Newroz’da okunan mesajı için günler öncesinden oluşturulan kamuoyu beklentisi bir anlamda boşa çıkmış oldu. Zira Öcalan mektubunda tek bir şey söylüyordu: Bekleyin. Kontrolü ele almaya başlayan yeni işlemci akıl Öcalan’ın da henüz tanımadığı ve tahlil edemediği, dolayısıyla hangi noktalardan temas edilebileceğini, bundan sonrası için süreç üzerinden nasıl bir etki gücü olacağını tahmin edemediği bir akıldır. Dolayısıyla Öcalan kongrenin toplanması konusunda bile geçiştiren ve tarih belirtmeyen bir cümleye imza atıyordu. Önceki iki mesajından daha kısa, sansasyonel ve süreç konusunda ayrıntı vermeyen, hiçbir net cümlenin olmadığı, yaşanan ve yaşanacak olanlara dair tek yorumda bulunmayan iyi niyet temennisinden ibaret teknik dahi olmaya bir mesajla yetindi Öcalan. Her şeye rağmen, sürecin ya da devlet sisteminin yaşamanın eşiğinde olduğu el değişikliğini fark eden de kendisi oldu. Dolayısıyla da yeni aklın manevra biçimini görene kadar ‘bekleyin’ dedi hem hükümet hem de Kürdlere.
MHP oylarındaki artış ve sistemin yeni partneri kim olacak?
Tayip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması ve başkanlık sisteminin yeni işlemci akla takılmış olması başta kendisini tedirgin ederken, diğer tüm ideolojik akımlar da belirsiz bir konum almanın içine girmiş gibi gözüküyor. Yeni aklın kiminle hareket edeceğinin netsizliği, kaygıları arttırmakla birlikte diğer partilerde de bir belirsizliğe yol açıyor. Şurası kişin ki yeni işlemci akıl ulusalcılar ve klasik Kemalistlerle hareket etmeyecektir. Erdoğan ve AKP etrafında ihaleleşen kanata ayrılan sürenin de sonuna gelindiği aşikar. Kürd hareketinin henüz tamamen bu akılca kabul edilebilir ölçülere gelmemiş olması, radikal unsurlar, artan Kürd milliyetçisi yaklaşımlar HDP ve Kürd hareketinin de güvenilir partner olamayacağını gösteriyor. Geriye MHP gibi geniş güven avantajı bulunmayan ama Çözüm Süreci boyunca tek ‘tutarlı’ söyleme sahip olan MHP kalıyor. Ancak MHP de yeni işlemci aklın hareket edebileceği kadar güçlü değil ve olma olasılığı zayıf. Buna rağmen sorun çıkarmayacak partner MHP’dir. Zira kanın akmadığı, MHP’nin beslenme damarının kuruduğu bir ortamda baraj altı kalması beklenirken, oy oranında ciddi bir artış olduğu herkesin malumu.
Son tahlilde işlemci aklın iktidar içinde ya da AKP içinde uzlaşabileceği bir bağımsız kanat gözükmüyor. Tayip Erdoğan ile uzlaşmak demek ise yeniden çok şeyden taviz vermek anlamına gelecektir. Eğer ki bu akıl yalnız başına hareket etmek gibi bir tercihte bulunursa, çok yakın zamanda Türkiye’yi ağır tahribatlı bir sürecin beklediğini söylemek zor değil. Seçeceği partneri hangi düzeye kadar ehlileştireceği ise meçhul. Dindar kanattan ehlileştirebileceği ve buna mecbur kılacağı tek kanat, Tayip Erdoğan ve etrafındaki çok dar bir çevre gibi gözüküyor. Zira Erdoğan, tek adamlık yolunda küstürdüğü ve sinirlerini patlama noktasına getirdiği AKP’nin çok büyük bir bölümüyle hareket edemeyecek noktaya gelmiş bulunuyor. Sistemi fena halde sarsmasının hesabını işlemci akla ağır şekilde vermek zorunda oluşu, onu taviz vererek uzlaşmaya zorunlu kılıyor zira. Bu seçenek de AKP’nin bölünmesi ve Erdoğan’ın şekil değiştirerek resmi devlet aklının temsilciliğini yapmasına varacaktır ki bu da Kürdler ve diğer gruplara karşı eski taktikleri hatırlatan bir ‘beyaz’ zemin yaratacaktır.
Sonuç olarak yıllardır hemgame koparılan ve sistemin köklü değişimini de kapsayan Çözüm Süreci’nde bitiş ya da makas değişikliğine geldiği kaçınılmazdır. Bunu fark etmiş bulunanlar ise Öcalan, Tayip Erdoğan, Yalçın Akdoğan ile kısmen Bülent Arınç’tır. Öcalan dışındakiler yeni işlemci akıl ile uzlaşının yollarını aramaya başlarken, Öcalan’ın beklemeye çekildiği gelinen aşamanın en dikkat çeken kısmı. PKK’nin en azından seçimler öncesinde bir kongre toplamasını ve sınır dışına çıkmasını beklemek de bu yüzden olası gözükmüyor. Seçimlere az bir süre kala muhtemelen Öcalan pozisyonunu kısmen açıklayıp, yeni aklın işleme kapasitesine göre yeni bir söylem geliştirecektir. Ancak şu an itibariyle Çözüm Süreci’nin, en azından backraundu kısmıyla tabuta girdiğini söylemek zor değil.