Irak Kürdistanı’ndaki bağımsızlık referandumu bölgesel bir krize dönüşmek üzere. Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, Irak ve İran’ın karşı durması, Türkiye ve ABD’nin ise zamanı değil itirazlarına kulak tıkayarak referandumda ısrar ediyor. Karşıt ve çekimser duran bölge ülkelerinin takındıkları tutum anlaşılabilir. Ancak PKK ve bileşenlerinin referandum tepkileri irdelenmeye değer.
Referandumdaki aceleciliği, bölgesel değişimlerin yaşandığı bir dönemi fırsata çevirme gayreti olarak görmek mümkün. Mesut Barzani liderliğindeki Kürt yönetimi, IŞİD sonrası dizayn edilen bölgede referandum ile kendine bir imkan yaratmaya çalışıyor. Bu savunula gelen ve anlaşılabilir bir çıkış. Ancak söz konusu yeni dizaynda Kürt yönetimine en büyük tehlikelerden biri de PKK’nin Suriye kolu olan PYD’ye biçilen rol olsa gerek. Zira kendi gelecekleri muğlâk olan Barzani yönetimi, gittikçe güçlenen ve dünyada değeri artan bir PYD yani PKK ile karşı karşıya. PYD’nin hâkimiyetindeki toprak ve siyasi gücün, yılların çabalarıyla kazanılmış Irak’taki Kürt yönetimine denk bir seviyeye bu hızla yüksel(til)mesi geleceğe dair kaygıları da beslemiş olmalı. ABD’nin örgüte verdiği bin 200 tır dolusu silah ve siyasi meşruiyet, Barzani liderliğini korkutmuşa benziyor. Ki haksız da sayılmazlar.
Küresel ve bölgesel kimi güçlerin bölgede çıkarlarına uygun sayabilecekleri bir Kürt devletini, kendi siyasetini üretmeye çalışan Barzani yerine, orta/uzun vadede ABD-AB’nin filli desteği olmadan var ol(a)mayan PYD’ye kurdurmaları işten bile değil. Zira Barzani yönetimi, ABD’nin itirazlarına rağmen Türkiye ile (petrol anlaşması gibi) ilişkileri istediği yönde geliştirme yine IŞİD karşıtı savaşta kendi bölgeleriyle sınırlı kalma gibi özgün siyaset geliştirme iradesini gösterebilmektedir. Ancak gücü ve meşruiyeti ABD tarafından oluşturulan ve geleceği bu ülkeye bağlı olan PYD ise daha kolay yönlendiriliyor. Bu riski gören Barzani’nin referandumdaki ısrarı, PYD’ye karşı bir ön alma olarak değerlendirilebilir. ABD ve Avrupa tarafından silah ve siyasi destekle önü açılan PYD’nin ise bağımsızlık gibi prestijli bir argüman ve hukuki zeminle öne geçmeye çalışan Barzani’ye karşı durmayacağını beklemek de gerçekçi değil. Zira öyle de oldu.
İlk önceleri ‘Kürdistan Bölgesi referandumunun bir Türkiye projesi olduğunu, KDP , AK Parti ve Erdoğan arasındaki anlaşmayla gerçekleştiğini’ savunan KCK eş başkanı Cemil Bayık, Haziran ayındaki açıklamasında “bağımsızlığın bir hak olduğunu ancak toplumsal alanda yaşanan sorunlar yumağı içerisinde referanduma gidilmesinin başarı getirmeyeceğini” ileri sürdü. Diğer liderlerin referandum tavrı ise daha sertti. Duran Kalkan, Abdullah Öcalan’ın yakalandıktan sonra geliştirdiği “devlet aygıtının baskı ve sömürü aracı” olduğu tezini işleyerek Barzani’nin istediği devleti bir sömürü sistemi olarak tanımladı ve “Kürtlerin devlete ihtiyacı yok” dedi. İlginç bir şekilde ulusalcı çevreler ile ve MHP’nin “bağımsızlığın Türkiye’yi kuşatma projesi olduğu” tezini işleyerek. Kalkan’a göre Türkiye ve İran’ı sıkıştırmak isteyenler bağımsızlığı gündeme getiriyordu. Kandil’in açık tavrı sonrası örgütün Irak’taki siyasi yapılanması olan Tevgera Civaka Azadiya Kurdistan (Kürdistan Özgür Toplum Hareketi) ise bir basın açıklaması yaparak referandumda hayır diyeceklerini açıkladı.
HDP liderliği referandumu desteklemesine rağmen hangi karara yakın olduklarının rengini vermemeye özen gösteriyor. İşi daha çok referandumun bir hak olduğu ve sonucuna saygı gösterilmesi üzerinden savuşturmaya çalışıyorlar.
Bölgede güçlü oldukları yerlerde 2015 yılında peş peşe “Demokratik Özerklik” ilan ederek çatışmalara teşne olan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ise bağımsızlık referandumuna karşı olduğunu açıkladı. Halkın siyasi desteğini “demokratik özerkliklere” yoran yapının da dahil olduğu süreçte, şehirlerde yaşanan çatışmalarda çok sayıda kişi yaşamını yitirmiş, şehir merkezleri adeta savaş alanına dönmüştü. İlçe merkezlerinde devlet olmaya çalışan parti, Irak Kürdistan Bölgesi’nde yapılacak bağımsızlık referandumuna açık bir şekilde karşı olduğunu açıkladı. DBP Parti Meclisi’nin Diyarbakır’da gerçekleştirdiği toplantının sonuç bildirgesinde “25 Eylül’de Güney Kürdistan'da yapılması planlanan referandumu Kürtlerin özgürlük ve statü talebini küçük bir ulus devletçik ile boğma çabası olarak görüyoruz." dendi. Ancak bir gün sonra yapılan ikinci bir açıklamada sözde bir düzeltme yapılmış ve “Ortadoğu’nun en kadim halklarından olan Kürtlerin, dört parça Kürdistan’da 21. yüzyılda artık statüsüz, yaşamayacağını, statüsüz bir ulus devlet anlayışını kabul etmeyeceğinin bilinmesi gerekir” denilerek referandumdan ziyade “ulusal birlik” üzerinden PKK’nin de kale alınması gerektiği vurgulanmıştı.
Görüldüğü üzere PKK’nin referanduma bakışını “ulus devlete” ve “referandum Kürtlerin değil KDP’nin kararı bu nedenle karşıyız” tezleri üzerinden okunabilir. “Ulus devlete karşıyız” tezinin hem tezin sahibi Öcalan’ı aşmadıklarını göstermek hem de ABD-Avrupa tarafından desteklenen PYD’e baskının artmaması için dillendirildiği düşünülebilir. Asıl gerekçenin ise referandumun zamanlaması konusuna odaklandığı anlaşılmaktadır. Referandumun zamanlamasının hatalı olduğu üzerinden aslında bağımsızlık referandumunun değil, bu referanduma götüren gücün hatalı olduğu vurgulanmaktadır. Suriye’de geniş bir alanda hakimiyet kazanan, Şengal ve Kerkük’e kadar uzanan bir PKK, olacaksa bir Kürt devletinin kendisi tarafından kurulabileceğini öngörmektedir. Eğer PYD’ye bu destek sürerse bu kaçınılmaz bir hale gelebilir. Bu riski gören Mesut Barzani ise referandumda yüksek bir oranla elini güçlendirmek istemektedir. Burnunun dibinde bu oran ve hızda büyütülen bir PYD, Barzani liderliğini sarsabilir.
Önümüzdeki süreçte olası bir Kürt devletinde Irak, İran ve Türkiye, karşıtlığından çok KDP-PKK çekişmesini görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Kim bilir belki de bu güçler, vekâlet savaşını yürütecek safları bile seçmiştir.