İktidarın düşmesi halinde "istikrarsızlık ile kaosun yaşanacağı, kazanımların kaybedileceği" söylemi iktidarın dilindeyken, muhalefet ise "bu iktidar ile kıyametin kopmasına ramak kalacağını" sürekli işler durur. Ancak korku siyasetini en iyi işleyen partilerin AK Parti, MHP ve HDP olduğunu belirtmek gerek.
İnsanları yönetebilme sanatının kadimliği kadar eski kaideleri vardır. Bunların belki de en önemlisi korkunun bir argüman kılınmasıdır. Korku, kitleleri yönlendirmede sıkça başvurulan bir yöntemdir. Çünkü tekil olarak mantığıyla hareket eden insanoğlu, toplum olarak duygularına yaslanarak karar verir. Duygular içerisinde etkili ve yayılma kapasitesi en hızlı olanı ise korkudur. Sevinen bir insanın bunu ortaya çıkarması ve bir diğerine taşıması belirli bir zaman alırken, korkan insan anında davranışsal değişiklikler gösterir. Her duygu bulaşıcıdır elbet ancak korku, bünyeyi anında sardığı gibi bir ulak misali toplumda geniş bir ağ kurarak yayılır.
Korkunun bu etkisini gören devlet adamları, buna yaslanarak kitlelere yanaşmış ve yönlendirmeye çalışmışlardır. Hun İmparatoru Atilla, Şaman olan kendi toplumu da dahil büyü ile yönetilen bir dünyada korkunun etkisini fark etmiş ve “korku büyüden güçlüdür” demiştir. Çünkü bir Yunan atasözünde dendiği gibi “korku mantıktan üstündür”. Bu duyguya kapılan her kişi ve toplum, mantıksal melekelerini, korkuya neden olan durum atlatılana kadar askıya almaya meyillidir. Bu nedenle siyasetçiler, her seçim öncesi bir korku paranoyası başlatarak kitleleri köreltmeye çalışır. İktidarı ve muhalefetiyle başvurulan bu yöntem, Türkiye’de de sıklıkla kullanılıyor maalesef.
İktidarın düşmesi halinde "istikrarsızlık ile kaosun yaşanacağı, kazanımların kaybedileceği" söylemi iktidarın dilindeyken, muhalefet ise "bu iktidar ile kıyametin kopmasına ramak kalacağını" sürekli işler durur. Ancak korku siyasetini en iyi işleyen partilerin AK Parti, MHP ve HDP olduğunu belirtmek gerek. AK Parti, özellikle muhafazakar kitlesine kaybetmesi halinde hem içerideki hem de dışarıdaki tüm kazanımların kaybolacağı tezini işletmede pek mahir. Özellikle son dönemler Danıştay bürokrasisi gibi kimi yapıların bu tezi güçlendirir kararları da unutulmamalı. MHP, Türkiye’nin beka savaşında önemli bir mevzi olduğu tezine kitlesini ikna ederken, bu mevzi kaybının "Türkiye’yi beka sorununa düşüreceği" korkusuyla tutmaya devam ediyor. HDP ise, her seçim öncesi hem siyasetle yakından ilgili sempatizanlarına hem siyasetle pek ilgilenmeyen Kürtlere, AK Parti’nin kazanması halinde "büyük bir soykırım yapacağı" söylemlerini dillendiriyor. “Türkiye’ye 90’lı yıllardan daha kötü bir süreç geliyor” sloganı her seçim öncesi Kürt sokaklarında dillendiriliyor. Bu nedenle genel ya da yerel her seçim öncesi kıyametin tarihini seçmek gibi bir anlam yüklenen sandıklar, belirli düzeylerde partilerin korku heyulalarıyla doldurulmaya çalışılıyor.
Partilerin bayraktarlığını yaptığı bu yaklaşımı besleme işi ise medyaya biçilmiş durumda. Medya, toplumu belirli bir hedefe doğrukorkuyla hizada tutmak için son dakikalar, kırmızı renklerle döşenmiş bültenler, gümbürtülü bir müzik ve flaş bağlantılarla sürekli hipnoz edilmiş bir halde tutmaya çalışıyor. Hani telefonlarla dolandıranların kurbanlarını bir an olsun telefonu kapatmama ve başka kimseyle konuşmama baskısı gibi, izleyicilerinin bir an olsun gözlerini ekranlarından almamaları için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Çünkü ekran başından kalkıp ve hayata bakan kişilerde büyünün bozulacağını bilmektedirler. Ve maalesef tüm partilerin medyaları bu istikamette kendilerini geliştirmekte sınır tanımıyorlar.
Özellikle kimi kalemlerin ülkede kaos yaratılacak, siyasi suikastler yaşanacak tarzı yazdıkları yazıları, her seçim öncesi arşivlerinden birkaç değişiklikle gazete köşelerine, internet sayfalarına taşımaları da bu nedenledir. Bu kalemlerin satırları büyük bir komplonun ayak seslerini okuyucuya aktarmaya uğraşır. Geniş bir planın belirli bir bölümünün deşifre edilişi gibi sunulan bu yazılarda, okuyucu gizemin büyüsüne kaptırılmaya çalışılır. Ortada duran tüm gerçekliğe karşın gizemden bir demet, gerçeğin kendisinden daha fazla ilgi uyandırmaktadır. Zira Francis Bacon’un dediği gibi “İnsanı az bilmek kadar kuşkulandıran bir şey yoktur”. Bu nedenle bu tür yazılarda büyük planlardan ziyade komplonun bir kısmı aktarılır. Bu sınırlamalar, yazarın tüm planı bilmediğinden ziyade ancak bir kısmının açıklanabileceğini hissettirmek içindir. Korkuyla hipnotize edilen okur-izleyici-seçmen, gizemin büyüsünde gezinmektedir. Çünkü gizem, peşinden sürüklemeye yararken korku, sığınılacak limanı göstermektedir. Ancak ne peşinden sürüklenen gerçeğin kendisidir ne de liman gerçek bir kurtuluş. Ne demişti Dostoyevski; Korku, yalan doğurur.